‘Evime gelir gelmez ilk iş eşimden dayak yedim.’ Asiye’ye atılan son dayak bu olmuş. Hiçbir barbarlık, ondaki azim ve dirençten daha güçlü değilmiş çünkü.

Merhaba kadınlar,
Kimimizin ev işleri arasında, kimimizin fabrikada, bağda bahçede, masa başında, hayatın işleyen, üreten her köşesinde, elimize ulaşan Ekmek ve Gül’den, candan bir MERHABA!
Soluksuz koşturduğumuz upuzun kış bahar aylarını bitirirken, yeni yaz sezonunun, adına yakışır aydınlık, sıcacık günler getirmesini diliyoruz; hem bendeniz, hem de Asiye kardeşimiz...
Asiye kim mi? Aslında birkaç ay öncesine kadar ben de tanımıyordum kendisini. Doğrusunu söylemek gerekirse tanışmamız pek de sıradan değildi. Bir sabah işe gittiğimde masamda bulduğum hediye poşetiyle başladı hikayemiz. İçinden çıkan, “el emeği göz nuruyla” işlenmiş havlulara sarılmış, çalakalem yazılmış isimsiz bir mektuptu poşetin içindeki. Şaşkınlık ve heyecanla tekrar tekrar okuduğum, belki onun yüreğinden, belki de hepimizin yaşamından parça parça kopup gelmiş, satırlara cümle cümle yerleşmiş bir ‘kadın hikayesiydi’ mektuptaki. Asiye’nin hikayesi...

NE YAPALIM BİZ BU SAÇIMIZI
“1969’da doğdum. Annem 16 yaşında evde doğurmuş beni. Erkek istiyorlarmış. Kız olunca ‘neyse bi dahakine erkek olur’ demişler. Tekrar kız kardeşim olunca da çok üzülmüşler. Annem öyle derdi. Okul yaşım gelince babam göndermedi. Büyük amcam ikna etmiş. Kendisi götürüp yazdırmış. Babam oyun oynamamıza izin vermediği için, oynayanı dövdüğü için okulda da oynamazdım. 1981’de okulu bitirdim. Mutsuz bir çocukluk ve gençlik geçirdim.”
Hayata atılmak için, ekmekten sudan önce gelen, en önemli ihtiyacı yasakmış Asiye’ye. Yaptığı hiçbir iş takdir edilmezmiş. Başkalarıyla kıyaslanır, aşağılanır, hakaret görür, ağlayınca da azarlanırmış. “Bu arada erkek kardeşlerim de oldu. Bizim çay bahçemiz azdı. İşimizi bitirir, başkalarının bahçesinde yevmiye ile çalışırdık. Babamdan çok korkardık. Her dediğini yapardık ama kızacak bir şey hep bulurdu. Bizi sesli konuşturmazdı. Gözüme görünmeyin, uzaklaşmayın, seslendiğimde 1 saniyede yanımda olun derdi. Saçınızı yukarda bağlamayın, aşağıda bağlayın ama tülbentin altından görünmesin. Kesmeyin de saçınızı. Korkudan ‘Ne yapalım saçımızı’ da diyemezdik. Kendisi radyoda şarkı dinlemeyi çok severdi. Kendi açıp kendi kapatırdı. Bütün şarkıları ezberlemiştim.”
Bir gün şarkı söylerken babasına yakalanmış Asiye. Çektiği korkuyu da, yediği dayağı da hiç unutmamış. Asiye, 16 yaşına geldiğinde yaşadıklarıyla yüzleşmeye, çözümler aramaya başlamış. “Bir gün sular kesildi. Kız kardeşimle komşu akrabadan su taşıyorduk. Bütün kapları doldurduk. Son seferde anneme dedik ki kızlarla biraz oturacağız. Daha sonra eve yaklaşınca babam bizi gördü. Avludaki çalılardan bir sopa çekti. Açın elinizi bakayım dedi. Kardeşim açtı, ona vurdu. Ben açmadığım gibi gerisin geriye koştum. Şuna bak utanmadan bir de kaçıyor dedi. İçimden, sen utanmadan 16 yaşındaki kıza vurmaya kalkışıyorsun dedim.” Asiye’nin annesi ise korkudan ne kızına izin verdiğini söyleyebilmiş, ne de başka bir şey...

FERAHTAN DARA DÜŞSEYDİM DAYANAMAZDIM
Evet, Asiye büyüyordu. Sosyal haklarının, ekonomik bağımsızlık hakkının, kısacası “özgür kadın” haklarının ayırdına varıyordu artık. “Bir gün çarşıya gitmek istedim. Giysi ihtiyacımız vardı. Karnımız doyuyordu ama giysi pek almazlardı bize. İzin istedim, haftalarca ertelendi. Sonunda komşu yengeyle gönderdiler beni. Babam para vermezdi ya gizlice yevmiye yapmıştım. O gün kuaföre gidip resim çektirdim. Birkaç ay sonra, odama girip fotoğrafı gördü. ‘Şunu gözümün önünde at sobaya bakayım’ dedi. Hemen attım. Halbuki aynısından bir daha çıkarttır. Aklıma gelmedi herhalde. Bu yüzden mi bilmem, düğünümde kuaföre göndermedi beni.”
Yine bir gün köyde dikiş kursu açılır. Asiye henüz 18 yaşındadır. Kafasına koyduğu bu inanılmaz işi başaracaktır. “Babama çok yalvardım. Gönderdi ama sezon yarı olunca ‘daha para vermem’ dedi. Yevmiye karşılığı borç yaptım. Bir de küpemi sattım. Sezonu tamamladım. Borcuma karşılık haftalarca çay topladım.”
Yirmili yaşlara girerken, Asiye’yi görücü usulü evlilik için “istemeye” gelmişler. Annesi, “Bunlar iyi insanlar” diyerek zorla razı etmiş genç kızı. Tanışmak şartını ileri sürmüş genç kız. Babasının izniyle konuşmuşlar, iki gün sonra da nişan takılmış. Tüm kurallar, yaptırımlar eksiksiz yerine getirilmişse de, yüzükler takılırken “fotoğraf çektirilecek” diye sinirlenen babası, töreni terk etmiş.
Çeyiz hazırlığı için çalıştığı çay bahçesinde çok zorlanan Asiye, belini incitmiş. Yaklaşık altı ay yük taşımasını yasaklamış doktor. Nişanlısıyla, ayda bir kez, sadece telefonla görüşme izni varmış. “Saklamadım, durumu olduğu gibi anlattım. İstersen vazgeçebilirsin dedim.” Evine gizlice gönderilen haberlerde, düğüne bir ay kaldığı, kendisine dikkat etmesi gerektiği anlatılıyordu. Üstelik tam 5 ay, ona yük taşıtılmayacağı sözü bile verilmişti. Düğününden 15 gün sonra, ağrılar içinde, tüm işlere koşulan Asiye, kendisini teselli etmek için şu cümleleri ekliyor mektubuna. “Ferahtan dara düşseydim dayanamazdım herhalde. Bu dünya cennet değil ki.”

ÇAY TAŞIRKEN GELİN, PARASI ALINIRKEN YABANCI
Evliliğinin ilk yılı, eşinin ailesiyle birlikte yaşamış Asiye. Kocası ise büyük şehirde çalışmak üzere gitmiş. Asiye’nin boynundaki yük, o sustukça katlanarak artıyormuş. Hasta olması sürekli yüzüne vuruluyor, nefes almadan çalışması isteniyor, maddi kazançtan asla pay verilmiyormuş. Tüm haksızlıklara direnmekten, karşı koymaktan başka çıkar yol olmadığına karar vermiş sonunda. İlk çocuğunu doğurduğunda, artık eşi ile birlikte büyük şehirdeymiş. Aile baskısı denilen “illet” Asiye’yi, her yaz köyde bir ay kalmaya mahkum etmiştir bu kez. Yine bir yaz tatili, köyde kalınan bir aydan sonra, kayın pederi göndermek istemez Asiye’yi. “Kayınlarım, kaynatam el birliği etmiş göndermiyorlar beni evime. Kayınbabam, eşime telefon etmiş. ‘Göndermiyorum kalacak burda’ demiş. Eşim de kalsın demiş. Bana soran yok. Ben de kaçtım geldim. Nasıl olsa bilet paramı götürmüştüm. Ben yoldayken eşimi arayıp, ‘Karın kaçtı, sana geliyor, çocuğu al, onu da babasının evine yolla. Bizimle durmayan karıyı boşayacaksın’ demiş. Evime gelir gelmez ilk iş eşimden dayak yedim.”
Asiye’ye atılan son dayak bu olmuş. Hiçbir barbarlık, ondaki azim ve dirençten daha güçlü değilmiş çünkü. “Eşime dedim ki köye gidersek beraber gideceğiz. İstediğim zaman geleceğim. Artık dayak yemek istemiyorum. Yoksa seni gerekli yerlere şikayet ederim. İstiyorsan da ayrılırız. Ben şehir meraklısı değilim.” Asiye, buruk bir zafer sevincini anlatan şu cümlelerle devam ediyor mektubuna; “Zoruma giden, hem ‘sen babanın evinden sakat geldin’ deyip, hem de köle gibi çalıştırmaları oldu. Tonlarca çay taşırken gelinleriydim. Parası alınırken yabancıydım.”
Çok geçmeden şehir hayatına uyum sağlamış Asiye. Dikiş kursundan aldığı eğitimle üretmeyi de başarmış çoğaltmayı da. Mektubun sonunda, artık hiç kimseye minneti olmadığını anlatıyor ısrarla. Duyulmasını, anlatılmasını Ekmek ve Gül’de yazılmasını istiyor hevesle, iştahla...
Ve bir de şiir buluyoruz, nakışlı havluların arasında.

Hoş geldin derken sarılan var mı
Telefon açıp da soranlar var mı
Sizin gibisini görenler var mı
Şevkatle derdime derman oldunuz

Yolda yüz metre gidemez iken
Ne yapacağımı bilemez iken
Aradım çareler bulamaz iken
Benim derdime derman oldunuz.

Sizi görene kadar ümidim yoktu
Yıllarca çektiğim ağrılar çoktu
Sakat dedikleri kalbime oktu
Ulaşıp kalbime sardınız benim.

İşimi gücümü yapamaz idim
Bazen çocuklara bakamaz idim
Kapı çalsa bile açamaz idim
Son yedi ay kabusumdu benim

Onca hastayla uğraşır iken
Yorgunluğunuz belli değildi
Hastalara bakarken itina ile
Güler yüzünüz eksik değildi

Sağlıklı mutlu huzurlu olun
Sevdiklerinizle neşeyle dolun
Unutmam sizleri böylece bilin
Dualarım sizinledir buna inanın
İlgili haberler
‘Tek adam’ın sonuna kanat açan Kelebekler

Darbe ve türlü hilelerle Dominik Cumhuriyeti’nin başkanı olan Rafael Trujillo, seçmen sayısından dah...

#BenimSeçimim #BenimManifestom

Halkın gerçek iradesinin her adımda kendini gösterebilmesi, bu iradenin ülkenin yönetiminin her kade...

İŞTE ELİF’İN YAŞAMI : Evde kocaya, işte ustabaşıya...

Yaşamı boyunca pek çok kadın gibi türlü haksızlıklara ve ayrımcılığa uğrayan Elif, ne kadar sorun ya...