Aynı ‘performansı’ 1 Mayıs’ta da bekliyoruz
Hükümet, patronlar, medya…8 Mart’ta hepsi eşitlikçi oldu. Gerçek olan emeği sömürülen, bedeni kuşatılan kadınların mücadeleyi sokaklara taşıdığı 8 Mart’tı. Şimdi aynı performansla 1 Mayıs’ta görüşelim

Bütün dünyada paranın ve siyasetin patronlarının şimdiye dek görülmemiş bir “kadın duyarlılığı” gösterdiği bir 8 Mart geçirdik. Kendilerine “ilerici şirketler” diyen bir grubun ‘Dünya Kadınlar Günü’ için örgütlediği kampanya en yaygın olanlarından biriydi. Uluslararası medya tekelleri de bu 8 Mart’ın uluslararası sloganını #PressforProgress olarak duyurdu ve yaygınlaştırdı.

KİMİN İLERLEMESİ İÇİN, KİME BASTIRILIYOR?
Slogan, her yıl ekonomi, siyaset, eğitim ve sağlık alanlarındaki verilere göre cinsiyet eşit(siz)liğini ölçen bir raporun göstergelerine dayanıyordu. Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu son 10 yılın en kötü verilerini sunmuştu bu yıl. Böyle gidersek dünyacak anca 200 yıl sonra cinsiyet eşitliğine erişebileceğimizi söylüyordu.

Rapor, her yıl Davos’ta iş dünyası ile politikacıları, akademisyenleri ve kanaat önderlerini bir araya getiren Dünya Ekonomik Forumu’nun elinden çıkmaydı. Patronların toplumsal sorunlara karşı nasıl bir duyarlılık maskesi takarsa kendi çıkarlarını tüm dünyaya kabul ettirebileceğine karar verilen bu Forum’da “cinsiyetler arası eşitsizlik” en başat gündemlerden biri ilan edildi. Böylece “ilerici şirketler” öncülüğünde ‘Press for Progress’ yani ‘İlerleme İçin Bastır’ sloganıyla ‘Uluslararası Kadınlar Günü’ kampanyası başlatılmış oldu.

Kadınların toplumsal ilerlemesi için bastıracak olanların kim olduğuna bakalım: Biri Vodafone... Yani son 5 yılda verdiği düşük ücretler, çalışma koşulları ve taşeron çalıştırma yüzünden İrlanda, Yunanistan, İspanya ve Gana’da greve gitmek zorunda kalan çağrı merkezi işçilerinin patronu. Diğeri, Asya, Latin Amerika ve Avrupa’nın bir kısmında yaklaşık 60 bin emekçinin ucuz iş gücünü sömüren, Amerika’daki merkezlerinde maaşlı veya saat başına çalışan işçilerin geçici işten çıkarmalar ve ücretlerdeki tavizler yüzünden yüzde 93 gibi tarihi bir oranla grev kararı aldığı Caterpillar... Bir başkası nerede savaş ve kriz çıksa orada bir şube açan, sadece halkın sağlığıyla oynamakla kalmayıp üç kuruşa çalıştırdığı göçmenleri, kadınları ve çocukları açlığa mahkum eden McDonald’s... Bir diğeri Türkiye’de de faaliyet gösteren, Gebze, İzmir ve Manisa’daki fabrikalarında metal işçilerinin grevsiz ya da direnişsiz zam alamadığı Schneider Electric... Kampanyayı küresel ölçekte örgütleme “sorumluluğu” ise 140 ülkede 250 bin çalışanı olan denetim ve danışmanlık şirketi Ernest&Young’a aitti. Hal böyle olunca dünyanın her yerinde kadınların emeğini ve bedenlerini sömüren patronlar, kendi söylemlerini dünyanın her yerine yayacak araçlara sahip oldular. Taktıkları “kadın duyarlılığı maskesi” her yerden görülebilir oldu.

RÜYALARINDA ‘EŞİTLİK’ Mİ GÖRDÜLER?
Üretim süreçlerini parçalayıp çalışmayı esnekleştiren, istihdamı kayıt dışı ve güvencesiz hale getirerek yoksulluğu derinleştiren, eğitim, sağlık ve bakım hizmetlerini özelleştirip paralı hale getirerek kadınlara tanımlanmış ev içi angaryayı ağırlaştıran neoliberal politikalar büyük bir çelişkiyi de bağrında taşıyordu. Hem kadınların ucuz ve esnek emeğinden elde edilen yüksek kârlara hem de onun ev içerisinde karşılıksız olarak sunduğu bakım hizmetine aynı anda duyulan ihtiyacın son yirmi yılda çizdiği tablo, günümüz toplumunun fıtratının bir özelliği olan ataerkinin en koyu tonlarıyla boyandı. Bugün “cinsiyetler arası eşitlik” hedefiyle “ilerleme için bastır” gazı verenler, daha dün “iş ve aile yaşamının uzlaştırılması” hedefine ulaşmak için dindar-muhafazakârlığın kadın bedenini, cinselliğini ve doğurganlığını denetleyici işlevini kullanmakta hiçbir beis görmüyordu.

TÜRKİYE’NİN ‘EŞİTLİKÇİ’ PATRONLARI
Dünya çapında esen bu rüzgâr Türkiye’de beklenilenden fazla toz kaldırdı. Adeta bir yaratıcılık yarışına dönen 8 Mart ‘reklamlar’ına bakıldığında itiraf etmek gerekir ki, Türkiye patronlarından 8 Mart’ta ‘Kadınlar kuştur, çiçektir, böcektir’ minvalinde açıklamalar beklemek mevcut durum karşısında biraz naif kaldı.

Geleneksel olarak zuhur ettiği üzere, kuşlu çiçekli böcekli, cennetli ayaklı, fedalı cefalı mesajlar beklerken, geçen yıl bir boya markasının ses getiren reklamından ders çıkarıp kendini geliştirmiş, yaratıcılığını artırmış ama en önemlisi “toplumsal cinsiyet önyargıları”, “cinsiyet eşitliği”, “cinsiyetçi dil” vb kavramlarla siyasal dağarcığını genişletmiş bir Türkiye burjuvazisi çıktı karşımıza. Markaların üzerini örtseniz, tüm bu 8 Mart “reklam”larını sahiplenmeyecek kadını zor bulursunuz. Cinsiyetçi rollerin yerleşikliğine yapılan göndermeler, şiddetin geldiği boyutun çarpıcı ele alınış biçimi, hemen hepsinde yapılan “eşitlik” vurgusu, adeta bir moda femomeniymişçesine öne çıkarılan ‘erkeğe meydan okuyan kadın’ imajı... Kapitalizmin, tabiri caizse, feminist bir eğitimden geçtiği aşikâr. Reklamların kavramsal arka planı ve içerdiği detaylara bakıldığında bu öyle yüzeysel bir eğitim de değil. Piyasacı-liberal feminizmin “Daha çok özgüven sahibi olalım, daha çok çalışalım, cam tavanları aşalım” gibi, toplumun değil kadının kendi sınırlarını zorlamasını salık veren içi boş lafların çok ötesinde, ondan daha derin.

Bunu kapitalistler ve erkekler karşısında bir başarı ya da zafer olarak görenler olacaktır elbet. Ancak kapitalizmle arasında eğitici/ ehlileştirici/ iyileştirici bir ilişkiden ziyade, daha yıkıcı/devirici bir mesafe koyma arzusunda olanlar için bir tartışma değeri olduğu da muhakkak. Bu aynı zamanda, kapitalistlerin kadına duyarlı bir dönüşüm geçirebileceği inancıyla, tüm bu “eşitlikçi” söylemlerin kadınların aklına salınmış bir truva atı olduğu bilinci arasındaki bir tartışma.

REKLAMLAR... REKLAMLAR... REKLAMLAR...
Cinsiyet eşitliği ve giderek kadının özgürleşmesi mücadelesinde, kapitalizmi ataerkinden arındırmanın değil de bu sömürü düzenini tümden ortadan kaldırmanın yollarını gündemine alanlar için soru bambaşka: Patronların bu kadın duyarlılığı maskesini nasıl düşürebiliriz? Zira maske sağlam; medyası, siyaset arenaları, reklam firmaları onların elinde, onlara hizmet ediyor.

Birkaç örnek verelim. Bu reklam kuşağında yaratıcılıkta başı çeken malum boya firmasının reklamında, “Hiçbirimizin hayatı öyle topuklu ayakkabılarla villalarda geçmiyor!” diyor mesela bir kadın. Sen, ben gibi konuşuyor; reklam “Ses çıkar!” diyor, kadın bu çağrıya kulak verip meydan okuyor. İstediği kıyafeti giyebilmek için toplu taşıma araçlarında dayak yeme riskini göze almak zorunda kalan, istemediği bir adamla zorla evlendirilmemek için kendi canına kıymak zorunda kalan, hakkını aradığı işyerinde hemen kapının önüne konan, ilk adet kanında ağzına şaplağı yiyen, ağzını her açtığında #ElalemNeDer cümlesiyle kadınların duyulmayan sesini, dinlenmeyen sözünü hedef alıyor bir banka; “bu bankada elalemin değil, sizin sözünüz dinlenir” diyor. Başka bir reklamda, şiddet görmüş bir kadın, her şiddet gören kadının en az bir kez yaptığı gibi fondotenle yüzündeki morlukları kapatmaya çalışıyor, tam kapanacakken morluklar yeniden beliriyor. Ve malum kozmetik firmasının spotu beliriyor: “Fiziksel ya da duygusal… Şiddetin izlerini hiçbir kozmetik ürünü kapatamaz.”

REKLAMLARI DİNLEDİNİZ, ŞİMDİ GERÇEKLER
En iyi yalan içine eser miktarda gerçek katılmış yalandır, derler. Bu reklamlarda, patronların çıkarlarının bizim çıkarımız olduğuna ikna olmamız için kadınlar biz’den biri gibi konuşturuluyor. Cümleler adeta yaralarımıza basılan pamuk gibi, daralıp bunalmışken aldığımız bir anlık soluk gibi. Ama tüm bu gibi’ler, 9 Mart’ta balkabağına dönüşüyor. Hayatın gerçeği ise vitrindekinden başka.

Gerçek; o malum boya firmasında iş cinayetinde ölen Oğuzhan’ın annesine “Vicdanen rahatım, hiçbir sorumluluğumuz yok” demesidir. Dildeki cinsiyetçiliğe karşı “Eşit sözlük” icat eden o malum beyaz eşya firmasının, çalıştırdığı kadın işçileri tacize maruz kalacakları servis güzergahlarına ve revirlere mecbur bırakmasıdır. #TrafikteKadın’a yönelik cinsiyetçi önyargılara karşı kadın dostu olan malum otomotiv firmasının erkek işçilerin bile çalışmak istemediği pedestal bölümünde adet kanı giysisine geçinceye kadar çalıştırdığı kadına daha düşük ücret vermesindedir gerçek. Şiddete karşı reklam yapan o malum kozmetik firmasının tam da 8 Mart günü, gerçek eşitlik talebiyle Ankara’da, Kocaeli’de sokağa çıkan kadınların gördüğü polis şiddetine gıkı çıkmamasıdır; işte hiçbir fondotenin kapatamayacağı bu ikiyüzlülüktür gerçek.

Hükümetin, patronların, erkek egemen patroncu sendikaların, ezcümle medya organının emeğini sömürdüğü, bedenini kuşattığı, aklını mengeneye aldığı kadınların dayanışmayı ve mücadeleyi sokaklara taşıdığı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’dür gerçek. İşte şimdi, “toplumsal cinsiyet eşitliği” deyip dokunaklı reklam yapan ama en ufak bir hak talebinde kadınları “performans düşüklüğü” diye kapının önüne koyanların “1 Mayıs performansı”nı görmek lazım:

GERÇEK 8 MART’I ISKALADINIZ, 1 MAYIS’TA GÖRÜŞELİM!

İlgili haberler
Gratis, çalıştırdığı kadınlara hiç ‘güzel bakmıyor...

Anadolu yakasında bulunan ve 450 işçinin çalıştığı Gratis mağazalar zincirinin deposunda işçiler hav...

Avon’un ışıl ışıl yılbaşı kampanyasını bir de işçi...

Janjanlı kataloglarla yılbaşına hazırlanan Avon’u bir de işçi kadınlardan dinleyin: ‘Parolası güzell...

Reklamda değil, fabrikada eşitlik istiyoruz

8 Mart için reklam yayınlayan Arçelik yönetimine bir Arçelik işçisi kadın soruyor: Fabrikalarda kadı...