Biten yazın ardından... Trilye
Kızımla iki gün geçirdiğimiz evde artık sıkılıp, yağmur da yağsa dolu da yağsa çıkıyoruz deyip attık kendimizi dışarı. Epeydir hep aklımızda olan Trilye’yi görelim düşüncesi ile rotamız belli oldu.

Yazın bitmesine az zaman kala ağustos ayında yaptık Trilye gezintisini. Sonbaharın ılık ılık geldiği şu günlerde yazdan kalma günleri hatırlatayım size. Yaz ayı geldi mi gelmedi mi anlayamadığımız bir üç ay geçirdik. Haftaya güzel planlarla başlayıp yağmurun geleceğini duyup eve kapandığımız bir haftaydı. Kızımla iki gün geçirdiğimiz evde artık sıkılıp, yağmur da yağsa dolu da yağsa çıkıyoruz deyip attık kendimizi dışarı. Çok düşünmedik, uzun zamandır hep aklımızda olan Trilye’yi görelim düşüncesi ile rotamız belli oldu.

SAHİL BOYU ZEYTİN AĞAÇLARI
Mudanya’nın bir köyü olan Trilye’ye gitmek için sahil boyu yol aldık. Yol boyunca zeytin ağaçları tek sıra öyle düzenli dizilmişler ki diye düşünürken, dolmuştaki yol arkadaşları sormaya başladı; ‘İlk defa mı gidiyorsunuz? Bir tek siz ve kızınız mı gidiyorsunuz? Ama oraya kalabalık gidilir ne yapacıksınız ki? Kocanız nerede, niye gelmedi?’ gibi sorularla hafiften canım sıkılmaya, içimi ‘İyi mi ettim, kötü mü ettim?’ gibi düşünceler sarmaya başlamıştı ki köye vardık. Bütün o baskın karamsar düşünceler dağılıverdi bir anda. Sımsıcak bir sahil kasabası karşıladı bizi. Sahile inen tek sokaktan aşağı salınıverdik. Çınar ağaçları, arnavut kaldırımı yollar... Bitmesini istemediğim bir gezi başladı, o tek caddeyi ağır ağır arşınladık tek tek fotoğrafladık.
Mudanya’nın tarihi dokusu pek kalmadığı için Trilye’yi de öyle bekliyordum fakat beklediğimin tam tersi çıktı. Cadde boyu zeytinyağı dükkanları, vitrinlerdeki “cığıl cığıl” zeytinyağları parıl parıl parlıyor; bir tarafta sepetler çeşit çeşit örülmüş... Şarap şişeleri içinde zeytinyağları, boy boy hazırlanmış zeytinyağları, küçücük şişelerde zeytinyağları...
‘Bunlar niye bu kadar küçük?’ diye sorunca ‘Saçlara sürmek için’ diyor satıcı.
İnsan yol boyu yürüdükçe şöyle güzel bir çınar altında oturup çay yudumlamak istiyor. Fakat etrafa baktıkça kahvehaneler ve köyün erkeklerini görüyorsunuz. Sonunda ‘Trilye Sofrası’ adında pencereleri kanaviçeli bir lokanta bulduk. İşletmecisi kadın, güzel karşıladı bizi, biz de anneli kızlı hoşuna gittik galiba, anlatmaya başladı. Beş yaşında başlamış bu işe, babasının lokantasında kapıda durup müşterileri buyur edermiş. Yıllarca yalnız başına çalışarak burayı ayakta tutmayı başarmış. Şu sıralar kendisi kocasından çok çektiği için biraz da yardımcı olmak amacıyla işe aldığı bir kadın daha var yanında.


BU GÜZELLİK İMARA AÇILIR MI?
Sahile indik, Marmara öyle dalgalı ki dalgaların, denizin sesini dinledik. İçimiz ferahladı. Rüzgarlı ama güneş yine de ısıtıyor.
Sahil boyu tezgahlar kurulmaya başlayınca ‘Hadi kızım’ dedim, ‘Biraz da oraya bakalım.’ Tezgahlarda incik boncuk, deniz kabukları vs. satılıyor. Bir kadın kızıyla birlikte yeni seriyordu tezgahını. Çantalar renk renk derken, aradan bir tane Frida baskılı çanta çıkıverdi. Günün sürprizi, alalım bakalım. ‘Çantalar sağlam mı?’ diye sorunca, kendilerinin yaptığını öğrendik. Anne kız çantaları yapıyor ve gelen turistlere satıyormuş. “Günün ilk müşterisi sizsiniz, siftah sizden bereket Allah’tan” dediler.
Tekrar aynı sokaktan dönmek yerine ara sokaklara daldık. Zaten asıl güzellik, Trilye’nin ara sokaklarındaymış... Eski Rum evleri her yerde. Bakımsız, harap ama yine de yenilmemek için uğraşıyorlar. Bir de taş mektep var, restore ediliyor. Ama günümüzdeki restorasyonları biliyorsunuz ya, öyle işte. Ara sokaklarda bile zeytin yağı dükkanları var. Düşünmeden edemiyorum, yol boyu gördüğümüz o zeytinliklerin hepsi imara deniz manzaralı, imara açılsa zeytin ağacını mı tercih ederler, deniz manzarasını mı? Bizim ülkemizde ekolojik mimari gelişmediği için ikisinin ortası bir mimari yok. Ya bu, ya öbürü...

‘ZEYTİNİMİZİ VERMEYİZ’
Ara sokaklardan çıkıp, yavaş yavaş başladığımız yere dönerken, zeytinyağı dükkanlarının içinde Şeker Hanım’ı gördük. Şeker Hanım reçel dükkanı, ama sabun ve zeytinyağı illaki vardır. Reçelleri gösterdi, diyabetliler için de vardı. Kabak reçeli aldık, enfes... Temizliğiyle dikkat çeken bir dükkandı. Kadın olarak temizliği anında görüyoruz zaten, kendisini de tebrik ettim. Zeytinyağı sabunlarını sordum, renkleri beyazdı. Genelde gördüğümüz zeytinyağı sabunları yeşil olur çünkü. “Zeytininyağı çıkıp en son kalan küspeyle yapılanlar onlar” dedi. Kendi zeytinlikleri varmış, yağları da sabunları da kendi zeytinliklerinden elde ediyorlarmış. Sırası gelmişken hatırlatıyorum, ‘Zeytinliklerin imara açılma durumu söz konusu, şimdilik ertelendi ama tekrar gündeme gelecek gibi...’ Kesin bir dille “Biz zeytinliğimiz vermeyi düşünmüyoruz” diyor. O bu kadar kesin bir dille reddetse de, yine de zeytinyağı üreticisinin, bütün üreticiler gibi, ürünlerini bu kadar zor sattığı, emeğinin karşılığını alamadığı bir düzende deniz manzarasını tercih eden de az olmaz diye aklımdan geçmedi değil.... 


İlgili haberler
Yerli üretici kadınlardan GDO’suz tohumlar

Bursa Ürünlü köyünde GDO’suz tohumlardan ürünler elde eden köylü kadınlar bir festival ile ürünlerin...

GÜNÜN FİLMİ: Hayatını yaşa, Margarita

Engelli insanların da duyguları ve cinsel istekleri vardır, halk tarafından bilinir ama yokmuş gibi...

Zeytinlikleri yanan köylü kadının feryadı

Muğla Akbük’te çıkan orman yangınında zeytinlikleri yanan köylü kadının feryadı kazınsın hepimizin z...