Umutsuzluğun sürekli pompalandığı bu dönemde, sürekli birlik olmak gerektiğinden bahsedip elini taşın altına sokmaktan imtina etmek bir şeylerin değişeceğine olan inancı da zayıflatıyor.

Doların yükselmesinin onlara ilk yansıması çalıştıkları fabrikada işlerin yavaşlaması ve bu gerekçeyle yıllık izne çıkarılmaları olmuş. Onlar da, bu hesapta olmayan ve parasız kullandıkları yıllık izinlerinden bir günü, iş arkadaşları ve biricik ablaları Hasibe’nin evinde toplanarak, bir arada geçirmek istemişler. İş stresinden uzak, güzel bir gün geçirmek ve biraz da dertleşmek için bir araya gelen kadın işçilerin bu buluşmasına Hasibe abla beni de davet etti.
Hemen hepimiz aynı saatte girdik eve. Hava sıcak ve bunaltıcı olsa da Hasibe abla üşenmemiş; kekler, börekler, içli köfteler hazırlamış. Bu nefis ikramlardan yemek için yer sofrasının etrafında toplanıyoruz hepimiz. Kadın işçiler bir yandan yedikleri yemeklerin tarifini istiyor, bir yandan da çalıştıkları tekstil fabrikasını konuşuyorlar.
Arada birbirlerini uyarıyorlar, işyerindeki sorunlardan konuşulmayacak diye... Ama sohbetin konusu dönüp dolaşıp yine fabrika oluyor. Çalışma koşullarının zorluklarından üyesi oldukları sendikanın işçilere sahip çıkmamasına kadar bir sürü sorun sıralanıyor yer sofrasında.

TAMAM DA KİM YAPACAK?
Bir kadın işçi “Biz birlik olmuyoruz, kendi aramızdaki kavgalarla patronun ekmeğine yağ sürüyoruz” diyor. İşyeri sendika komitesinde yer alan başka bir kadın ise “Yanılıyorsun biz birlik oluyoruz olmasına ama hep başımıza yanlış adamları seçiyoruz. İşyeri temsilcisini neden değiştirmiyoruz? İlk önce oradan başlamalıyız” diyor. Onun eleştirileri daha çok sendika yöneticileri üzerinde yoğunlaşıyor: “Sendikanın işçileri eğitmesi gerekiyor ama yapmıyor. Sendika neredeyse patronun sorunları olunca fabrikaya geliyor. Kimin ne kadar tuvalete gideceğinden tutun da tuvalette geçirdiğimiz zamana bile sendika karışıyor. Halbuki bu insani bir ihtiyaç. Sendikanın işçilerin yanında duran bir pozisyonda olması gerekir...”
Fabrikadaki yaşadıkları sorunları konuştukça çözümün hep birlikte hareket etmekten geçtiği fikri güç kazanıyor. İşçilere göre bu birlikteliği sağlayacak olansa sendika! İşyeri temsilcilerinin öncülük etmesi gerektiğini söylüyorlar.
Elbette bir açıdan haklılar, ama bazı sorumluluklardan ve yapılması gerekenlerden biraz da bilinçli olarak kaçtıklarını gözlemliyorum. Çünkü her biri ya komitede ya da sendikal mücadelede öne çıkmış kadınlar. Yani aslında asıl sorunları ve çözümlerini hiç bilmiyor değiller. İşler biraz yolunda gitmeyince ve işçiler arasında zaman zaman çözülmeler yaşanınca bu kadın arkadaşlar da hemen kendilerini geri çekme yolunu seçmişler. Umutsuzluğun sürekli pompalandığı bu dönemde, sürekli birlik olmak gerektiğinden bahsedip elini taşın altına sokmaktan imtina etmek bir şeylerin değişeceğine olan inancı da zayıflatıyor.

İYİ PARTİ-KÖTÜ PARTİ MESELESİ
Siyasetten mahalle sorunlarına kadar bir çok konunun konuşulduğu sohbetimizde kimin hangi partiye oy verdiği de ortaya çıkıyor. İYİ Parti’ye oy veren bir işçi “Bizim işçiler tıpkı koyun sürüsü gibi, kim ne derse hemen kafa sallıyorlar. Bu seçimde de yine gidip AKP’ye oy verdiler. Yani kendilerini ezen patronla aynı partiye oy verdiler” diye konuşuyor. AKP’ye oy veren iki işçiden birisi “Aman bırakın bu siyaseti, seçim de geçti gitti. Ne yapalım? AKP’den başka kime oy vereceğiz ki? Başka kim var?” diye yanıt veriyor. AKP’ye oy veren diğeri ise sanki biraz da pişmanlıkla “İşçilerin hali hal değil” diyor. Başka bir kadın işçi AKP’ye oy veren arkadaşının “Başka kimse yok ki” lafına karşı çıkıyor; “HDP hepsinden daha iyi. Ben HDP’ye oy verdim, çünkü gerçekleri bir tek onlar savunuyor.”
Sohbet bir anda iyi parti, kötü parti kavgasına dönüyor. Hem çok iyi arkadaş oldukları için kavga etmek istemiyorlar hem de kendi inandıklarının kabul görmesini istiyorlar.

AYRIŞMA KOLAY, PEKİ YA ÇÖZÜM?
Kadınların, hele de işçi kadınların, en temel ihtiyaçları ve talepleriyle ilgili konuşmaların bile ayrıştırıcı ve sonuçsuz bir tartışmaya evrilmesi çok kolay oluyor. Mesela içlerinden birinin “Biz neden kreş talep etmiyoruz? Bakıyorum kadın işçilerin en büyük sorunu kreş. Ben dahil çocuklarımızı sıbyan evlerine bırakıyoruz. Tamam, dini öğrenmesine karşı değilim ama kimin öğrettiği de önemli” sözleriyle gündeme gelen kreş sorunuyla ilgili konuşmalar hemen din tartışmasına dönüyor. Kadınlardan ikisi imam hatip mezunu ve “Bizce din okullarda öğretilmeli” diyorlar.
Kendi gerçeklerinden ve asıl sorunlarından, onları birleştirecek taleplerinden uzaklaşıp, dayatılmış gündemlere kafa yormak sanki daha cazip geliyor. Çünkü çok fazla sorun var. Çözüm ise az tartışılıyor ya da aslında hiç tartışılmıyor. Sohbet boyunca “Hep başımıza yanlış adamları seçiyoruz”, “Başka kimse yok ki...”, “Bizim işçiler koyun sürüsü gibi”, “Sendikanın yapması gerekiyor ama yapmıyor” diye dile gelen şikayetlerle, yakınmalarla yol alınamayacağı ortada. Ve belki de çareyi kendimizden uzakta aramaya gerek yok!

İlgili haberler
Sinsi Düşman: Hipertansiyon

Türkiye’de bugün 40 yaşını geçmiş her iki kişiden biri hipertansiyon hastası. Hipertansiyon, kadınla...

Çalınan hayatlar, uzak savaşlar, ‘dokunmayan’ yıla...

Bize ‘dokunmayanı’ bize uzak sanıyoruz. Boko Haram gerçeği ve onun özelinde cihatçı örgütlerin kadın...

Çocuklar evin önüne çıkmaya korkar oldu

Çocuk istismarı haberleri ebeveynleri dehşete düşürürken, bu haberleri görüp birbiriyle paylaşan çoc...