Çocuk istismarı hepimizin içini yakarken...
Kaybolan çocukların fotoğraflarını paylaşıp özür dilemek, sadece sosyal medyadan üzüntü bildirmek, kötülük kendine bulaşmadıkça ses çıkarmamak... Bunlar korur mu çocukları?

Çocuk gülüşleri mutluluğun simgesidir çoğumuz için…

Çocuk gözlerindeki ışıltı ise umut verir insana... Bu yüzden çocukların yüzlerine, gözlerinin içine bakarak konuşmaya çalışırım onlarla… Nerede olursak olalım onlarla hayatı oyuna çevirmek, hemen bir oyunun içine dalmak ise en büyük keyiftir benim için. En olmadı beraber bir şarkı mırıldanmak ya da mimik taklidi yapmak ise en azından avuntum olur…

Ama artık bakamıyorum çocukların yüzlerine, gözlerinin içine… O tertemiz yüzler, o ışıltılı gözler, bir gazetede, televizyonda ya da bir sosyal paylaşımda “KAYIP” puntolarının altında beliriverecek, ardından istismar, tecavüz ve ölüm haberleriyle tekrar karşıma çıkacakmış gibi geliyor…

Artık çocukların yüzlerinde mutluluğu değil istismar izlerini arıyorum…

Hadım yasası diye bilinen sözde çocuk istismarını engellemek için çıkan yasa tasarısını anlattığımız bir seminerde psikolog arkadaşım, istismara uğrayan çocuklardaki mağdur hareketlerini, ifadelerini, vücudundaki izleri ve yaptıkları resimleri anlatmıştı. İstismara uğrayan çocukların verdikleri tepkileri öğrenince artık çocuklarla geçirdiğim zamanlarda beni mutluluk değil kaygı sarıyor. Bu çocuk da istismara uğruyor mudur, bu çocuğun da anlatamadıkları var mıdır diye…

İstismara uğrayan hele de yitirdiğimiz çocuk haberlerinden sonra herkes çocuklardan özür diliyor. Seni koruyamadık, affet diyorlar. Peki bu özür neye yarıyor? Çocuklarımız öldürülmese bile yılda ortalama 8000 çocuğun istismara uğradığı ve bu sayının sadece bilinen yüzde 10’luk rakam olduğu düşünüldüğünde... Yaşatamadığımız çocuklardan ya da yaşattığımız-engel olamadığımız bu travmalardan sonra özür yeterli mi?Küçücük bedenlere yönelen eller, gözler ve sözler karşısında bizim ne zaman ve nasıl ses çıkardığımız önemli değil midir? Çocukları koruma yükümlülüğü bizden çok olan devlet erkinin bu ölümlerde ve olaylarda sorumluğu hassasiyet düzeyinde mi kalmalıdır?

Televizyonlarda çocukların erken yaşta evlenebileceğini söyleyen fetvalara engel olmayanlar, evlenme yaşını indirmek için her türlü hukuki taklayı atanlar, tecavüzde çocuğun rızasını arayanlar, bir kereden bir şey olmaz diyenler; özetle kadını ve çocuğu cinsel obje görmeyi haklı bulan ve meşru kılan yetkililer devlet görevlileri ve bu anlayışı besleyen ve büyüten bir anlayış hakim olduğu ve bu anlayışa karşı mücadele etmediğimiz sürece çocuklarımızın ardından ağlamak ne kadar affettirir ki bizi!

Hele de bu insanlık dışı istismar ve ölümler karşısında yine insanlık dışı bir cezayı savunmak! “...bunları hadım edeceksin... asacaksın böylesini” demek … Hafifletir mi sorumluluğumuzu? Hadım ve idam… Çözüm müdür gerçekten?

Devlet erkanı ve medya çocukların erken yaşta evlenebileceğini bu kadar meşrulaştırırken mümkün mü…

Tecavüzde çocuğun rızasının olabileceğini söyleyen adalet bakanının çıkaracağı yasalarla mümkün mü…

Tecavüzcüleri korurken ve hatta milletvekilliği ile ödüllendirirken mümkün mü…

Eğitimi parasız hale getirmeden, yoksul aileleri yurtlara- vakıflara mahkum etmeden mümkün mü...

Okullarda cinsel eğitim vermeden mümkün mü...

Her mahalleye çocukların gelişimi ve sağlığı için kültür ve spor merkezleri kurmadan mümkün mü...

Çocukların ve diğer aile fertlerinin yaşadığı psikolojik – sosyal - iletişim sorunlarını çözmek için her semte bir psiko – rehberlik merkezi kurmadan mümkün mü...

Erkekliğin bu kadar övüldüğü kadınlığın bu kadar aşağılandığı bir toplumda mümkün mü…

Her tecavüz davasında kadının yada çocuğun mağduriyetini gidermek için değil de erkeğin cezasını indirmek için uğraşan hakim ve savcılarla mümkün mü…

İstimara uğramış mağdur çocuk ve kadınlara suçluymuş gibi davranan kolluk güçleriyle, ‘Niye bağırmadın?’ sorusunun hiç atlanmadığı bir yargı sistemiyle mümkün mü...

Kız çocuklarının açık saçından, giysisinden tahrik olunabileceğini savunan anlayışla mümkün mü...

Ve… Gözümüzün önünde bu kadar kötülük yaşanırken... Kötülük bize bulaşmadığı sürece ses çıkarmayanlar… Ses çıkarmayı sosyal medya paylaşımından öteye geçiremeyenler…

Biz de suçlu değil miyiz… Sokaklara çıkıp haykırmadıkça... Çocuklarımızın üzerindeki bu kirli elleri kaldırabilir miyiz... Kaldırtabilir miyiz…

Sorunu besleyen kaynakları tüketmediğimiz sürece, sorunu bütüncül bir önleme yaklaşımı ile ele almadıkça, yukarıda sıralanan önlemleri almadıkça devlet üç-beş kişiyi hadım ve idam etse ne olur ki? Ne değişir? İdam ve hadım cezasının olduğu ülkelerde tecavüz vakaları niye sonlanmamış diye sormadığımız sürece çözüme katkı sunabilir miyiz? 

Sokaklarda rahatça oynayan çocukların şen kahkahalarını… “Oğlum, goldü o gol” diyen kapışmalarını, “portakalı soydum” tekerlemelerini, “Jaleli Belkıs içeriye gel kız” diye ipin içine arkadaşını çağıran kızlarımızın seslerini duymak istiyor, çocuklarımızı rahatça sokaklarda oynamasının hayalini kuruyor ve Leylaların gözlerinin içinde ölümü değil gökyüzünü görmek istiyorsak... Eylül’ün bükülen dudağından tahrik olmayan bir toplum ve sistem yaratmak zorundayız… Bu hususta karşımızda direnen devlet de olsa … Unutmayalım ki çocuklara güzel günler ve gökyüzü sözümüz var…

İlgili haberler
Çocuk istismarına öfkemiz net, peki ya çözümümüz?

25 yıl önce Boyabat’ta arkadaşımın ‘aleme ibret olsun, başka çocukların başına aynısı gelmesin’ diye...

Biz ve onlar ayrışsın elbet... Ama bilelim, ‘biz’...

Gerçekten araya koyduğumuz “onlar ve biz” ayrımı şu parti ya da bu partiyle, şu inanç ya da bu inanç...

Çocuklar kelebek ömrüne mahkum olmasınlar diye...

Soruyoruz size; bugün “bekasını koruyoruz” dedikleri devlet, bizim çocuklarımızın canını hiçe sayıyo...