Mavi kelebeklerin izinde...
Yaşamın ölüme, barışın savaşa, umudun korkuya, gerçeğin yalana hep galip geleceğini bilerek, kimin sesi çok çıkarsa çıksın yaşamdan, barıştan, umuttan, gerçekten yana olarak geçeceğiz bu eşiklerden

Bağıranların çok sesi çıktığından, onlar çok sanmakta çoğunluk. Bu, en az susmak gerektiğini düşünmek kadar büyük bir yanılgı işte. Hepimiz biliriz, sesi çok çıkanın her zaman haklı olmadığını. Ama hakkın da doğrunun da gerçeğin de alaşağı edildiği, tarihin yasalarının yerle bir edildiği karanlık bir çağın tam ortasındayız. Bu karanlık çağ savaşlar çağı...

Halkların süregiden yaşamlarının yerle bir edildiği, sürgün edildikleri yerlerdeki halkların da savaşa çekildikleri, iktidar hesaplarının adeta herkese mal edilerek yüceltilmeye çalışıldığı, bir tek adamın herkesin kaderini iki dudağı arasına teslim etmesi için her türlü düzeneğin kurulduğu, böyle bir karanlığın ortasında kadınların, çocukların yaşadıklarının, her gün karşı karşıya kaldıkları vahşetin büyük vahşet tablolarına fon yapıldığı bir savaşlar çağı...

Lakin, bu savaşın adını koymak bile suç!

Oysa doğanın yasası, gizlenenin, saklananın hep açığa çıkması, gerçeğin muhakkak ortaya serilmesi gerektiğini söyler...

Bosna’da 90’lı yıllarda 35 bini çocuk 312 bin kişinin öldüğü, 50 bin kadının tecavüze uğradığı, katledilenlerin derin çukurlara atıldığı, toplu mezarlar bulunamasın diye üstünün çevreye uygun bitki örtüsüyle kamufle edildiği, bir halka ölüm biçenlerin terziliklerini ince işçilikle örtmeye çalıştığı o korkunç savaşta hayatta kalmayı başaranlar, sevdiklerinin kemiğini bile bulamamanın insanı esirleştiren acısıyla yıllar yılı arayış içinde kalmışlardı. Katillerin toplu mezarlar bulunmasın diye gösterdikleri “yaratıcılık”, doğanın yasasının hep yaşamdan yana olmak olduğunu gizleyecek kadar güçlü olamamıştı. Savaşı bir huşu içinde sürdürüp, insan öldürmeyi bir heves ve oyun haline getirenlerin hesap edemediği şey şuydu; Yaşamdır esas olan.

Bosna’da toplu mezarlar üzerinde açan kan çiçekleri, sadece o çiçeklerin etrafında yaşayabilen mavi kelebekleri toplamıştı etrafında. O toplu mezarda yatanların her birinin hak ettiği yaşam kadar mavi, her bir kişiyi seven insanın özlemi kadar çok kelebek, toplu mezarlar bulunamasın diye en ince teknikleri işleyenlerin hesaplarını bozarak toplanmıştı da toplanmıştı o mezarlar başında... Mavi kelebekler, hayatlarını sadece kan çiçeklerinin olduğu yerde sürdürebilirler. Kan çiçekleri ise ölümün çok olduğu, ölünün doğayla buluşup hayata yeniden karıştığı yerde hayat sürebilirdi ancak. Ve sevdiğinden haber alamayan, bir tek kemiğine umut bağlayanların yol göstericisi olmuştu kan çiçekleri ve etrafında binlerle hayat bulan mavi kelebekler... Bosna’da tam 300 toplu mezar, bu acı ama inanılmaz işbirliği sayesinde bulundu.

Ülkemiz, içine haklarımızın, heveslerimizin, mutluluğumuzun, korkmadan yaşama arzumuzun, geleceğe güvenle bakabilme isteğimizin, yarın ne olacağını bilme gayretimizin diri diri gömüldüğü bir toplu mezara dönüştürülüyor nicedir. Üstü de en ince tekniklerle, kimi zaman adına “milli birlik ve beraberlik” denilerek, kimi zaman “vatan savunması” denilerek, kimi zaman “teröristlerle mücadelede” denilerek, kimi zaman “emperyalist devletlere kafa tutan büyük güç olmak” denilerek örtülüyor. Dönüp bakınca her şey tam olması gerektiği gibi görünsün diye.

Dergimizin içindeki her bir yazı, içine geleceğe umutla bakma hevesimizin ve çabamızın gömülü olduğu o toplu mezarı bulup, ellerimizle kazıp, gömülü olduğu yerden çekip çıkarmak için takip edeceğimiz mavi kelebekler, kan çiçekleri gibi...

Kadınların birliğinin, mücadelesinin, dayanışmasının ve hasret kaldığı o ortak zafer havasının günü olan 8 Mart’a nasıl birikerek, neleri biriktirirerek varacağımızın anlatıları var içinde. Son 1 yıla mahalleden ülkeye, ülkeden ülkelere dolaşarak, bizim memlekette bir sokakta kendi halinde yaşayan bir kadının yaşamdan beklentilerinin, taleplerinin dünyanın taa öte bir noktasında başka bir kadınınkiyle nasıl kesiştiğini gösteren; bir kadının ayakta kalma mücadelesiyle başka bir ülkedeki kadınların mücadelesinin nasıl da ortak hedeflere yöneldiğini örnekleyerek anlatan yazılarımız, kitap tanıtımımız ve mektuplarımız var.

Her bir yazımız, bize ne kadar da çok olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor. Ve o çokluk duygusuna ne kadar da ihtiyacımız olduğunu...
Yaşamın ölüme, barışın savaşa, umudun korkuya, gerçeğin yalana hep galip geleceğini bilerek, kimin sesi çok çıkarsa çıksın yaşamdan, barıştan, umuttan, gerçekten yana olanların bir aradalığının esas değiştirici güç olduğunu görerek geçeceğiz bu eşiklerden...