
Suat Derviş’in Ağustos 1935- Aralık 1937 tarihleri arasında Tan gazetesinde yayımlanan onlarca röportajından oluşan Önce Kadınlar ve Çocuklar kitabı, röportaj dizisi olmaktan çok daha fazlası... Bu kitap, yazarın daha önce yayınlanan Çöken İstanbul kitabının devamı niteliğinde. Bu defa da İstanbul’un bin bir türlü haline tanıklık ediyoruz ancak merkeze kadınları ve çocukları alan bir tanıklıkla. Suat Derviş yalnızca yazdıklarında değil bütün bir yaşamında yoksulları, emekçileri hayatının merkezine oturtmuş bir kadın. Özellikle 1930 sonrası yazdığı diğer türlerde olduğu gibi Önce Kadınlar ve Çocuklar da ülkeyi, yoksulluğu ve sorun olarak tanımlanan her şeyi bu merkezden okuma ve yorumlamada ufuk açan bir kitap.
‘Mükemmel analar’ nerede?
Kitabın son sözünü yazan Feride Çetin “Röportaj; bakan, gören, yansıtan bir yazıdır” diyor. Okuyucu Derviş’in sorularını yanıtlayan kadınların ve çocukların görüntüsünü çizerken, yazarı da güçlü betimlemeleriyle kitabın su gibi akıp gitmesini sağlıyor. Öyle ki ara ara kısa hikayeler okuyormuş hissine bile kapılıyorsunuz ama bu etki pek uzun sürmüyor.
İlk röportaj Prof. Tevfik Remzi’ye ait. Devamındaki çoğu röportajsa Prof. Remzi’nin “Türk kadını ne mükemmel anadır” sözünü yerle bir eder nitelikte. Mükemmellik bir yana, ilk çeyreğini yaşayan devletin millilik nutukları kitapta yalnızca geçim derdi çekmeyen çocukların dilinde. Gerisi hep yoksulluk, acı ve öfke... Derviş’in yoksullara sorduğu soruları daha çok sınıf ve cinsiyet eşitsizliği etrafında dönüyor. Bu kitabı kıymetli kılan taraflarından biri de yönetenlerin, emek gücüne ihtiyaç duyduğu halde yoksulların İstanbul’un çamurlu çukurlarında kalmasını istemesini gözler önüne sermesi. Ayrıca 1935’de emekçilerin yaşadığı sorunların benzerleri bugün de emeğiyle geçinenlerin yakasını bırakmış değil.
Hayatlar on paralık
Güçlü ülke algısını da bir kenara bırakıp gerçeğe bakmaya davet eden bir yanı var Suat Derviş’in. ‘30’ların Türkiye’sinde koca ülkenin 45 yataklı tek çocuk hastanesinin oluşu Derviş’i şaşkına çevirirken hastaneden korkan kadınlar gerçeği de zihnimizdeki tabloyu büyütmemize yarıyor. Bu hikayeler çamaşıra, tütüne, tarlaya giden, hayatını on paraya ortaya koyan, çocuklarını güvencesiz bir halde bırakan kadınların hikayeleridir. Çalıştığı için çocuklarını evde başıboş bırakan, iş ararken türlü tacizlere maruz kalan kadınların... Bir de perdenin öteki tarafında kalsa da sıvacı, rençber, berber, tramvay amelesi erkeklerin...
Suat Derviş’in sokak sokak gezerken bulduğu çocukların anlattıkları da “Milli tarihimizi” emekçiler cephesinden yeniden tanımlıyor adeta. Çünkü betimlemelerle çizdiğimiz portreler bize gürbüz çocuklar değil “Her gün sıcak yemek yenir mi?” diyen, oyun niyetine karpuz kabuğu kemiren, etle komşusunun evinde tanışan, yeşil fasulyeyi en iyi yemek sayan çocukları çiziyor.
Muhabirden fazlası
Röportaj dizilerinin kıymetli yanlarından biri de kadınların ve çocukların sesi olmasının yanında yazarının da fikirlerini okutuyor oluşu. Suat Derviş yalnızca sorunları yazıya dökmekle kalmıyor bu sorunlara bazen detaylı bazen genel çözüm yolları da sunuyor. Bu da “Haberi nasıl sunmalı?” sorusunu düşündürmeyi başarıyor. Hayatına bakmadan sadece buradan bile anlıyoruz ki emekçileri özne haline getiren Derviş o öznelerin kurtuluşunu yürekten istiyor.
Yazdıklarının üzerinden 90 yıl geçmesine rağmen bugün bile kadınların en temel taleplerinden biri olarak Derviş kreşleri işaret ediyor, herkes için nitelikli ve ulaşılabilir sağlık ve eğitim hizmetlerinin ne kadar elzem olduğunu, suçlu çocukların cezalandırılmasını değil; suça iten nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini vurguluyor.
Önce kadınlardan önce çocuklara
Suat Derviş’in fikrine başvurduğu yoksul ve suça itilmiş çocukların yanında bazıları sonradan meşhur da olacak “elit”, “köklü” aile çocukları var. Büyümüşte küçülmüş havası veren, küçük yaşlarda sanatla, edebiyatla, dünya meseleleriyle ilgilenmeye başlamış bu çocukların ülkenin milli damarını ucundan tutuyor oluşu da dikkat çekici.
Taze cumhuriyetin ilk yıllarında iş bulma konusunda en şanslı kişiler “damarlarında asil kan” bulunan bu gençler sanıyorsanız Suat Derviş sizi başka bir pencereye davet ediyor. Belki de kitaba ismini veren de bu vaziyet. Çünkü orada zamanla erkeklerin yerini kadınların, kadınların yerini de çocukların aldığı bir emek dünyası var. Hepsinin cevabıysa ucuz işçilik! Anası, babası tütün işçisi, 12 yaşından bu yana mütemadiyen çalışan bir kadının cevabı yaşanan cinsiyetçiliği özetler nitelikte: Erkek işçi kadar çalıştığımız halde erkek yevmiyesinden çok aşağı yevmiye almak.
Uzun saatler güvencesiz çalışanlar
Uzun ve güvencesiz çalışma saatleri vardır bu röportaj dizisinde “Hani iş kanunu çıkmıştı?” diye isyan eder “Küçük yaşta işçi olan bir kızcağız” ve ekler “Gece işi amelenin canını alan bir iştir.” Şokolada, kurdele ya da kumaş fabrikasında çalışan kadınların sesi dolaşır satır aralarında. Aynı kadınlar uğradıkları tacizlere “O ustadır ben amele, onu dinlerler” diyerek sessiz kalır. Bu gidişat Suat Derviş’e bile sorusunu değiştirtiyor ve bir yazısının sonunda seçilmiş kadınlara bu gidişata çare olmaları için sesleniyor.
Görsel: Kitap kapağı (solda), Tan Gazetesi, Suat Derviş'in haberi (sağda)
İlgili haberler
Suat Derviş’le İstanbul’da bir gece
Kan için 5 lira bulmak savaşı ile milyoner düğününde yaşanan şatafat; karşıtların çatışmalı bir sarmalı... Ne var ki bu çelişkinin çözülmediği her gün, yoksullar için sonraki karanlık geceye gebedir.
Başı eğilmez Suat Derviş’in
Suat Derviş’i sadece yazar ve gazeteci olarak tanımıyoruz. Aynı zamanda güçlü ve mücadeleci kimliğiyle de tanıyoruz…
GÜNÜN SÖZÜ: Suat Derviş’ten
“Beni hayal değil, hayat alakadar ediyor. Çünkü hayat ve hakikat en güzel rüyadan, en parlak hayalden çok daha zengin, çok daha cazip...”
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN