Sermayenin şiddet sarmalı
Kadın işçilere yönelen her türlü baskı, sermaye açısından kâr mekanizmasının önemli bir dişlisidir. Mobbing, taciz ve tehdit, işçiyi sessizliğe ve itaatkârlığa iter. Bu sayede genel ücret seviyesi bas

Türkiye’de kadın işçiler, sermayenin kâr hırsının yarattığı çok katmanlı bir şiddet sarmalının tam ortasında. Bu şiddet yalnızca iş yerlerinde değil; ekonomik ve sosyal politikalarda, sendikal yapılarda ve devlet aygıtının her düzeyinde yeniden üretiliyor. Sermaye, emeğin disipline edilmesi ve sömürünün derinleşmesi için şiddeti doğrudan bir araç olarak kullanıyor.

ILO Türkiye Ofisi ile Prof. Dr. H. Canan Sümer tarafından 2024’te gerçekleştirilen çalışmada, kadınların yüzde 75’inden fazlası kariyerleri boyunca en az bir kez şiddete maruz kaldığını, yüzde 68,5’inin ise cinsel taciz yaşadığını ifade etmiştir. Aynı raporda, sendikalı olmanın cinsel şiddete karşı 8 kata kadar koruyucu etkisi bulunduğu tespit edilmiştir. Bu tablo, şiddetin bireysel bir sapma değil, üretim sürecinin sürekliliğini sağlayan yapısal bir baskı biçimi olduğunu gösteriyor.

Kâr maksimizasyonu ve ücret baskılanması

Kadın işçilere yönelik mobbing, ayrımcılık ve taciz, üretim sürecinde kârı artırmanın bir yöntemidir. TEKSİF’in Digel Tekstil fabrikası üzerine hazırladığı raporda, kadın işçilere yönelik sistematik baskının “daha çok üretim için bir disiplin aracı” olarak kullanıldığı açıkça belirtiliyor. İşçiler, “Su içmek bile lükstü” diyerek bu koşulları tanımlıyor.

Benzer biçimde kadın işçilerin giyimlerine karışılması, regl günlerinin sorgulanması ya da Özak’ta, Tapetan’da olduğu gibi mücadeleye giriştiklerinde aileleri üzerinden tehdit edilmesi, üretim baskısının cinsiyetçi rollerle iç içe geçtiğini gösteriyor. Burada şiddet, yalnızca patronun keyfi davranışı değil; işgücünü uysallaştırmanın, üretim hızını artırmanın, sendikal örgütlülüğü bastırmanın bir aracıdır.

Devletin şiddeti: Sermayenin bekçisi

Kadın işçiler sendikalaşmak istediklerinde bu kez karşılarında doğrudan devletin baskısını bulmaktadır. Lezita, Farplas, Özak, Şık Makas, Polenez ve EFT direnişlerinde görüldüğü üzere; polis müdahalesi, gözaltılar, yargı baskısı ve tazminatsız “kodlu” işten atmalar, sermaye-devlet ortaklığının en açık ifadesidir. Devlet, şiddeti cezalandırmak yerine sermayenin çıkarlarını koruyacak biçimde meşrulaştırır.

OVP: Ekonomik şiddetin kurumsallaşması

Kadın işçilere yönelik şiddet sarmalı, makroekonomik politikalarla da doğrudan ilintilidir. Orta vadeli program (OVP), yüksek enflasyon ve düşük ücret politikalarıyla ekonomik şiddeti kurumsallaştırmıştır. Ücretlerin baskılanması, işçinin patrona bağımlılığını artırırken, hak talebinde bulunma, tacize itiraz etme ve sendikalaşmanın cezalandırıldığı bir düzeni beslemektedir. Yüksek enflasyonun yarattığı geçim zorluğu ise kadınların ev içi bakım yükünü ve stresini artırarak iş yerinde direncini düşürmektedir.

OVP’nin esnek çalışma adı altında yaygınlaştırdığı modeller, kadın işçileri güvencesiz ve sendikasız işlere mahkûm eder. Kamu harcamalarındaki “tasarruf” politikaları ise servis, kreş ve bakım hizmetleri gibi hakları budayarak, kadın emeğinin toplumsal yeniden üretim yükünü daha da artırıyor. İş yaşamıyla uyumluluk adı altında uygulanan “aile” odaklı politikalar, ailenin 10 yılı uygulamaları tüm bu politikalarla bütünlük içinde şiddetin yeniden ve yeniden üretilmesinde rol oynuyor.

Şiddet sarmalı, toplu iş sözleşmelerine de doğrudan yansıyor. MESS Grup TİS’lerinde olduğu gibi, sözleşmelerde kadın işçilerin özgün talepleri —kreş, ebeveyn izni, regl izni, şiddet ve tacize karşı önlem maddeleri— çoğu zaman “akçeli hükümler”in gölgesinde kalıyor.

Erkek egemen sendika yapıları, kadın işçilerin karar mekanizmalarına katılımını sınırlayarak bu taleplerin masaya taşınmasını engelliyor. Böylece sermaye yalnızca üretim alanında değil, işçi sınıfının örgütlerinde de kendi tahakkümünü yeniden üretiyor.

Şiddetin ekonomik işlevi

Sonuç olarak kadın işçilere yönelen her türlü baskı, sermaye açısından kâr mekanizmasının önemli bir dişlisidir. Mobbing, taciz ve tehdit, işçiyi sessizliğe ve itaatkârlığa iter. Bu sayede genel ücret seviyesi baskılanır, örgütlenme iradesi kırılır. Şiddet, kapitalist üretimin “görünmeyen polisi”dir; korku ve disiplin üzerinden patron otoritesini güçlendirir. Kadın işçi üzerindeki ailevi, ahlaki ve toplumsal baskılar, sermaye açısından üretim sürekliliğinin en ucuz kontrol mekanizmasıdır.

Sınıf mücadelesinin kadın cephesi

Digel, Temel Conta, Şık Makas, HT Solar, Peri Tekstil ‘de direnen kadınlar, bu şiddet sarmalını fiilen teşhir etmiştir. Onların mücadelesi, yalnızca kadın olmanın değil, işçi olmanın onur mücadelesidir. Bu direnişler, “onurlu bir çalışma yaşamı” talebinin ücret mücadelesinin ötesinde, sınıfın insanca yaşama hakkı olduğunu göstermektedir.

Sendikalar, ILO 190 ve 6284 sayılı Yasa’ları TİS’lere somut koruma maddeleri olarak dâhil etmeli; fakat bunu “iyileştirme” değil, sınıfın fiili kazanımı olarak ele almalıdır. İş yerinde kadın işçilere yönelik şiddet genel ücretleri baskılamak için de kullanıldığı düşünülürse bugün şiddette karşı mücadele genel ücret haline gelmiş asgari ücretin insanca yaşanabilecek seviyeye çekilmesi talebiyle doğrudan ilintilidir. Sendikalar yalnızca ücret mücadelesi değil aynı zamanda güvenceli iş, kreş hakkı ve şiddetsiz bir çalışma ortamı taleplerini ekonomik programın yarattığı bu sömürü biçimlerine karşı da yükseltmek zorundadır. Ancak erkek egemen sendikal bürokrasinin yerini, tabandan gelen birleşik, mücadeleci bir sınıf sendikacılığı almadıkça bu sarmal kırılmayacaktır.

Şiddet sarmalını kırmanın yolu örgütlenmeden geçer

Kadın işçilere yönelen şiddet, sermaye düzeninin devamı için işleyen yapısal bir mekanizmadır. Devletin ekonomik ve politik tercihleri bu düzeni korur. Ancak her baskının içinde direniş tohumları da var. Bugün fabrikalarda, depolarda, atölyelerde yükselen ses aynı şeyi söylüyor: “Artık yeter.” Bu ses, yalnızca kadınlara değil; tüm işçi sınıfına, sömürüye karşı birleşme çağrısıdır. Sermayenin şiddet sarmalını kırmanın yolu, kadın işçilerin öncülüğünde örgütlü, birleşik ve devrimci bir sınıf hareketinin yükselmesinden geçmektedir. Çünkü kurtuluş, bireysel dayanışmalarda değil; örgütlü sınıf mücadelesindedir.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Dünyayı saran karanlığa rağmen: Kelebeklerin mirası kadınların eyleminde, düşlerinde

Düşmanlarımızın dost olup safları sıkılaştırdığı dönemde 25 Kasım, emeğimiz, yaşamımız ve özgürlüğümüz için mücadelemizi ortaya koyacağımız günlerden biri olmalı.

Kapitalizmde aile neden şiddetin pekiştiği bir alana dönüşür?

Bugün kadınlara yönelik baskıların, eşitsizliklerin ve sömürünün kaynağı üretimin ve yaşamın nasıl örgütlendiğiyle ilgili. Kapitalizmde kadının yükü bir “rol” değil, bir zorunluluk.

Dosya| 25 Kasım’a giderken sermayenin şiddeti

25 Kasım’a giderken bugün şiddetin temelindeki unsurları incelemek ve önümüze mücadele rotamızı güçlendirmek amacıyla bu dosyayı hazırladık.


Editörden