Tanıdık bir yer: Hapishane
‘Hapishane’, bir kadının kendi hapishane deneyimlerini anlattığı ilk roman örneklerinden olması sebebiyle çok kıymetli. Hennings’i tanımak isteyenler, Hapishane romanını okumalı.

 “Kendimi açıklamak zorunda kalırdım, ta en başından… nedenlerini izah etmem gerekirdi… Ama kim merak ediyor ki beni? Biri beni merak edecek olsa… Ah ilgi! Her şeyi itiraf etmek isterdim. Ancak anlaşılmama korkusu beni suskunluğa itiyor.”

Hırsızlık yaptığı gerekçesiyle suçlanan ve kaçma tehlikesi olduğu düşünülerek apar topar tutuklanıp hapse gönderilen bir kadının, Emmy Hennings’in sözleri bunlar. Kendi hapishane deneyimini anlattığı otobiyografik romanı “Hapishane” ile bu anlaşılmama korkusunu öyle güzel anlatıyor ki Hennings. Ne de olsa Hapishane’de çoklar… Anlaşılmayanlar ve bu yüzden susmak zorunda kalanlar…

Bu romanda anlatılanlar o kadar tanıdık ki, sanki yazılmasının üzerinden 100 yıl geçmemiş gibi. Nedir peki bu tanıdıklık? En baştan başlamak gerekirse; Hennings, Paris’te sahne almak için bir süreliğine Almanya’dan ayrılmayı planlayan ama bunu yapmadan evvel de süren davasının sonuçlanmamış olmasının verdiği rahatsızlıkla yetkililere durumu bildiren bir mektup yazacak kadar dürüst ve suçsuz biri. Tabii ki bilindik bir şekilde bu dürüstlük cezasız kalmaz ve kaçma şüphesi gerekçesiyle tutuklanmayla sonuçlanır. “Yani, kim böyle bir mektup yazacak kadar aptal olabilir! Aferin size!” diyerek kıkırdayan polis memuru, yargının nasıl bir sistemde işlediğine dair somut göstergelerden biri olarak çıkar karşımıza. Öyle gevrek gevrek gülen polisler de apar topar yapılan tutuklamalar da hep bilindik durumlar. Örneğin romanı okur okumaz aklıma Çiğdem Mater geldi, o da yeni filmi için Almanya’dayken duruşma için Türkiye’ye döndüğünde kaçma şüphesiyle tutuklanmıştı…

YOKSULLARA İŞLEYEN YASALAR

Bir anda kendinizi hiç istemeyeceğiniz bir yerde bulsanız ne yapardınız? Güçlü duramıyor tabii Hennings de daha doğrusu güçlü olma tanımına göre de değişir bu. Duyguların içinde bulunduğun duruma göre değişkenlik göstermesi ve bunların içinde öfke, üzüntü, acı olması da çok insani. Hennings müthiş bir gözlem yeteneğiyle her bir anı her bir noktayı detaylandırarak anlatıyor ve kendinizi orada o durumda yaşarken buluyorsunuz. Sonrasında yavaş yavaş başka hayat hikâyeleri dahil oluyor romana ve işte bu hikâyeler emekçi sınıflardan kadınların yasalar karşısındaki yalnızlığını bizlere gösteriyor. “Ben elli feniklik çikolata yüzünden buradayım” diyor Anna ve sonra “Sen, başkası çikolata yürütse, onu ihbar eder misin? Kimse benden bunu yapmamı isteyemez. Ama bu yüzden beni içeri tıkıyorlar. Benden bir suçlu yaratmak istiyorlar” diye ekliyor. Gerçekten de emekçilere karşı katı bir şekilde işletilen yasalar, bu yasalara karşı gücü olmayan emekçileri birer “suçlu”ya çeviriyor. Hâlbuki bu suçu yaratan koşullar tüm gerçekliği ve ağırlığıyla orada duruyor ama onu görmeyi istememek tam da sistemin insani olmadığını bizlere gösteriyor. Seneler önce hayal meyal hatırladığım bir haber, baklava çalan çocuklar tutuklandı…

Anna’nın “Sen hakkatten ahmaksın!” diyerek kızdığı ‘metres Hafner’ de hayatın sillesini yiyenlerden. Aşık olduğu adama (ve adam bir Kont) ölümüne kadar bakmış ama o adam kendisine tek bir güvence bile sağlamadan bu hayattan geçmiş gitmiş. Hafner onca şeye rağmen hâlen adama pek laf söyleyemeden arkadaşının kendisine kızıyor olmasına hak veriyor. Hemen yanı başlarında kendi çocuğunu öldüren Else, “atık kemik kasası” soyulduğu için tutuklanan Marie ve başka başka adları olmayan bilindik hikâyeler uğruyor romana. Hepsi de yoksulluğun birleştirdiği ortaklıktan olsa gerek birbirlerini anlar gibiler ve birbirlerine karşı yargısızlar. Hennings romanın başından sonuna kadar farkında olmadan bir dönüşüm geçiriyor. İlk başlarda yaşadığı şaşkınlık, kabullenememe duyguları yerini, “kader arkadaşları”nın hikâyelerini öğrendikçe, bir çeşit olgunluğa bırakıyor.

BİR İLK ROMAN

“Hapishane”, bir kadının kendi hapishane deneyimlerini anlattığı ilk roman örneklerinden olması sebebiyle çok kıymetli. Buna ek olarak, gerek I. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde, 1919 senesinde yazılmış olmasıyla gerek yazarının özel bir kişilik olmasıyla kuşkusuz okunmaya değer bir roman. Hennings’i özel kılansa yazar ve şair olmasının yanı sıra ünlü bir kabare yıldızı olarak, şarkılar söyleyip sahne performanslarıyla bir döneme damgasını vurması. Ek olarak, Dada akımı denilince sayılan belli başlı erkek sanatçıların yanında pek bilinmese de Emmy Hennings bu akımın kurucularından, önemli isimlerinden. Hem bir dönemi anlamak hem de Hennings’i tanımak isteyenler için, ilk defa Kor Kitap tarafından Türkçeye çevrilmiş Hapishane romanını okumalarını tavsiye ederim.

Kitaptan son bir alıntıyla bitirelim o hâlde,

“Ben tutukevinin avlusunda kaldırım çiçeği kadın ve genç kızların, hani galip gelirken kendini yenilmiş ilan edecek kadar zarif olan şu kızların yüzlerinde gülümseyen üstünlüğü gördüm. Bu zarafet, kalın duvarlar arasına hapsedildiğine göre tehlikeli olmalı.”

Fotoğraf: Ekmek ve Gül