Yıldızlar savaşında iki ayrı kutup, iki karşıt sınıf
Türkiye’de 2023 yılında açıklanan rakama göre milyar dolarlık servete sahip 10 kadın bulunuyor. Bu ‘yıldız’ isimlerin serveti bir tarafta. Öbür tarafta yoksullukla mücadele eden işçi sınıfı var.

2024’ün ilk günlerinde birilerinin yeni yıl dilekleri kâr oranlarını artırmakken birilerinin de “Yarın karnımı doyurabileyim.” oluyor. Bir yanda asgari ücrete gelen zamsızlıktan memnun olan, devletten alacakları teşviki ağızlarının suyu akarak bekleyen sermayedarlar, diğer tarafta “yoksul” bile sayılamayan emekçiler…

Asgari ücret, yeni yıla girmeden günler önce açıklandı. Her sene aynı terane: Sefalet ücretlerinin müjdelenmesi, Türk-İş’in göstermelik karşı çıkışları ve esnedikçe esneyen “kırmızı çizgileri”, “Enflasyona halkımızı ezdirmedik” sözleri… Ezdirmediler mi gerçekten?

Asgari ücret Türkiye’de, enflasyona bağlı bir şekilde belirleniyor. TÜİK’in belirlediği enflasyon oranı üzerinden esas alınıp işçinin sadece kendisinin temel ihtiyaçları baz alınarak hesaplanıyor. Ancak 2023’te TÜİK enflasyonu yüzde 64,77 açıklarken, ENAG'a göre enflasyon yüzde 127 arttı. Doğruluk sınamasını zaten her pazara gidişimizde, günlük yaşam içinde yapıyoruz.

2024 için geçerli olacak asgari ücret 17 bin 2 lira oldu. Belirlendiği günden bu yana işçiler, emekçiler arasında tepkiler sürüyor. Her sene yoksulluk ve zenginlik arasındaki makas daha da açılıyor.

Yeni asgari ücrete, belirlenirken ne devletin ne işçileri temsilen o masaya oturan sendikanın işçilerin ve emekçilerin hakkını savunmamasına tepki gösteren farklı iş kollarından kadın işçiler ise Ekmek ve Gül’e verdikleri demeçlerde “uzaktan izleyerek olmaz, harekete geçme zamanı” diyorlar artık:

“Asgari ücret belirlenirken biz işçiler yeterince ses çıkarmıyoruz ve sadece beklenti içine giriyoruz.”

“Bu ücret karşısında dimdik durup örgütlenmek zorundayız. Biz genç işçiler okumak istiyorduk ya bugün okul okumak için servet değerinde paran olması gerekiyor. Biz insanca hayat istedik, biz mutfak dolapları dolsun istiyoruz, mesaisiz hayat istiyoruz ama örgütlenmeden olmaz. Ancak böyle yaparsak hakkımız olanı alabiliriz.”

“Türk-İş’in dört kişilik bir ailenin sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenebilmesi için kasım ayında açıkladığı açlık sınırı 14 bin 25 lira. Utanmazlar bunlar... Açlık sınırı kırmızı çizgimiz dedikleri bu olsa gerek? Biz örgütlü işçilere özellikle Türk-İş’e üye işçilere büyük iş düşüyor.”

“Üç vardiya çalışıyorum, patron gittikçe büyüttü fabrikayı. Benim 13 yıllık çalışma hayatımda değişen hiçbir şey yok. Bir ev alamadım, bir arabam olmadı, 13 senede karın tokluğu ile yaşadık. Şimdi o da zor. İşten üç arkadaşım çıkarıldı, çok üzüldüler. Örgütlü mücadele olmak zorunda yoksa kölelik düzeni, şehir ağaları düzeni yiyip bitirecek işçiyi.”

ÖNEMLİ OLAN AİLEDİR(!)

Binlerce işçi, emekçi çalıştıran, çalıştırdıkları işçilere de genellikle asgari ücret veren, ücretleri düşük tutmak için ellerinden geleni yapan patronlar; kârlarına zeval gelmesin diye işçilere yüksek ücret vermek istemiyorlar. Ne demişti Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Üyesi Burak Akkol asgari ücret tespit komisyonunda? “Önemli olan ailedir. Devlet bizim devletimiz, işçi bizim işçimiz, işveren bizim işverenimiz. Bu masadan kalkıp yeni masalara oturacağız. Kutuplaşmak, çatışmak bu aileye yakışmaz.” Şimdi, “işçi-patron, biz bir aileyiz” diyorlar, dün de “aynı gemideyiz” diyorlardı. Bu sözlerle ancak işçinin karşısında kurdukları ittifakı saklamaya, itirazları söndürmeye çalışıyorlar. Başka masalara da oturacağız diyor patron temsilcisi. O masalarda da işçilerin talepleri gerçekleşmesin diye ellerinden gelenleri yapıyorlar. Örnekleri gırla. Metal işçilerini ilgilendiren MESS sözleşmesine dair metal işçilerinin tartışmalarına sayfalarımızda rastlayacaksınız, işçiler tepkilerini göstermedikçe zam bile denemeyecek zamcık teklifleriyle geçiştirmeye çalışıyorlar. Başka masalarda iş birliği yaptıkları sarı sendikalar dışında, işçilerin taleplerini getiren sendikalar masaya oturmasın diye polisiyle, jandarmasıyla, valisiyle işçilerin sendikalaşma hakkının üzerinden geçmeye çalışıyorlar. Ortada bir aile var, devlet ve patron kol kola o belli ama bu aileye işçi ve emekçiler dahil değil.

‘İŞÇİLER HAKKINI SAVUNMASIN’

Bırakın yüksek ücret vermeyi işçilerin hakkı olan servis, yemek gibi hakları vermemek için bile ellerinden geleni yaptıklarını dergimizin sayfalarında da görüyoruz. Tanınmayan servis hakkı yüzünden kadın işçiler sabahın kör karanlığında, akşam iş çıkışlarında otobüs beklerken yaşadıkları tacizleri anlatıyorlar. Kreş hakkı tanınmadığı için çocuklarını eve kilitleyip işe geliyorlar ve müdürlerinden “Çocuğunun bakımı benim sorunum değil” yanıtını alıyorlar. E eğitim de ücretsiz değil, kreşe para verecek mutlaka. Veremediğinde, her mahallede pırtlayan sübyan okullarına mecbur kalıyor çocuğunu bırakmak için. Eğer varsa anneanne, babaanneye bırakılıyor çocuklar, eşler vardiya değiştiriyor. “Kadının esas görevi annelik” diyerek ücretsiz bakım evi, kreş masrafından da kurtuluyor devlet. Kamu hizmetlerinden çalışma koşullarına her şey birbirine ne kadar bağlı değil mi? Hamile kadın işçinin karnına ağrılar girmesine rağmen çalışmaya devam ediyor, kârın artması yolunda çocuğunu kaybediyor. İş yerinde kadın işçilerin uğradığı mobbing, taciz ve baskının haddi hesabı yokken bunu önlemeye dönük mekanizmalar varsa bile “sözde” kalıyor. “Kadın dostu işletmeler” ise bir reklam olarak kullanılırken o işletmeleri emekleriyle zenginleştiren kadınların üzerine basılıyor. Burak Akkol’un “çatışma aileye yakışmaz” sözü de tam bu noktada önem kazanıyor. Bu sözün üzerindeki örtüyü kaldıralım ve tercüme edelim: “İşçiler bu koşulları başlarını eğip kabul etsinler, seslerini çıkarmasınlar, bize karşı gelmesinler, haklarını savunmasınlar.”

Borçları yüzünden intihar edenler, çocuğuna okulda ne yedireceğini düşünenler, en temel ihtiyaçları olan pedi almakta zorlanan genç kadınlar gibi birçok örnek varken bir yandan da işçi ve emekçilerin ödediği vergilerle zenginleşenler, teşvikler, vergi afları ile emekçilerin sırtından zenginliklerine zenginlik katanlar… İki ayrı kutup, iki karşıt sınıf.

MİLYAR MI MİLYON MU?

Ülkenin önde gelen holdingleri, büyük şirketleri, milyon dolarlık büyüklüğe ulaşan bankaları kimi kadınlar tarafından yönetiliyor. Her yıl kadın yönetici verileri kimi araştırmacılarca açıklanıyor. Mevcut cinsiyet eşitsizliği, zenginliği yönetenleri de etkilese de sınıfsal konumları esas gerçekliği belirliyor. Türkiye’de 2023 yılında açıklanan rakama göre milyar dolarlık servete sahip 10 kadın bulunuyor. Bunların 5’i Sabancı, 2’si Koç, 2’si Doğuş, biri de Yıldız ailesine mensup. Türkiye’nin en zengin kadınları sıralamasında milyar dolarlık servetleriyle 8. sırada yer alan Dilek Sabancı, 2023 yılında “Bir insan için ne kadar para gerekli?” sorusuna “Milyar dolarlar değil, yani milyon dolarlar da yetebilir” yanıtını vermişti. Bu açıklama tam bir yıl önce gerçekleşmişti. Asgari ücret yeni belirlenmiş, hızla temel ihtiyaçların fiyatları artmış, asgari ücret zammı enflasyonun altında kalmış ve işçi ve emekçi kadınlar ek işlerle mesailerle gününü kurtarma çabalarına girmişti. Milyon dolarlar bir yana dursun, haftalık pazar alışverişini kısmaya çalışan, elektrik doğalgaz faturaları çok gelmesin diye geceleri makineleri çalıştırıp doğalgaz açamayan kadınlar kendilerince tasarruf yöntemleri geliştirmişlerdi. Yıldan yıla servetine servet katan en zengin kadınların bu zenginliği nereden geliyor? İşçi ve emekçilerin emeklerinden elde ettikleri kârlarla zenginleşiyorlar. Farplasta, ETF Tekstil’de, Agrobay’da da görüyoruz, kadınların güvencesizleştirilmesi ve ucuz emek olarak kullanılmasından; vergilerin, bütçenin kamusal ihtiyaçların ücretsiz karşılanmaya değil kendilerine teşvik olarak akmasından zenginleşiyorlar.

Makas da gittikçe açılıyor. 12. Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program ile yoksullaştırma politikaları, vergi yükünü arttırıcı politikalar, esnek ve güvencesiz çalışma koşulları ile işçi ve emekçilerin suyu ısıtılıyor. Aile hayatı ile uyumlu iş yaşamı adı altında kadınlara reva görülen koşullar güvencesiz, kayıt dışı, sendikasız, sigortasız, düşük ücretlerle esnek çalışma olarak çıkıyor karşımıza.


ÖĞRENDİKLERİMİZ DE VAR

Makas açıldıkça işçi ve emekçi kadınların öfkesi de büyüyor. Bu yüzden görüyoruz kadınları en önünde her mücadelenin. 2023 yılında kadınların sendikal mücadelelerine ve birliklerine şahit olduk:

*İnsanca çalışma koşulları talep ettikleri için işten atılan Agrobay işçisi kadınların direnişinden tutalım da Özak Tekstil’de BİRTEK-SEN’e üye olan bir kadın işçinin işten atılmasıyla üretimi durduran işçilerin direnişine,

*KYK yurtlarında, üniversitelerde nitelikli bir eğitim görebilmek için, güvenle barınabilmek, sağlıklı beslenebilmek için bir araya gelen genç kadınların, üniversite topluluklarının mücadelelerine, eylemlerine,

*6 Şubat depremlerinde birbirine sıkı sıkı kenetlenen ve “Kız Kardeşlik Köprüsüyle Hayatı Yeniden Kuruyoruz” diyen kadınların dayanışmalarına,

* Barutçu Tekstil’de, Burda Bebek’te ve daha nice iş yerinde sendikalaştıkları için işten atılan ve direniş gösteren işçi kadınların direncine...

Özetle kadınlar, 2023 yılında da mücadelenin en önünde büyük bir kararlılıkla durmaktan vazgeçmediler. Her direnişten, her mücadeleden yeni birikimler öğreniyoruz, sadece belli günlerde yan yana geldiğimiz bir dayanışma değil kalıcı dayanışmalara ihtiyacımız var. Fabrikada, mahallede, evde, sokakta, kampüste, yurtta bir araya gelmenin yollarını bulmalıyız. Kadın dernekleri, atölyeler, okuma grupları, tiyatro ekipleri gibi bir araya gelmenin dayanışmadan doğan gücüyle birbirine sıkı sıkı kenetlenen kadınların örneklerini çok okuduk bu yıl dergimizde.

KADINLAR SENDİKALARDAN EL AYAK ÇEKMESİN

Hepimiz farklı şehirlerde, farklı mahallelerde, farklı yaşlarda olsak bile ortak sorunlarımız, ortak mücadelelerimiz var. Ancak bu mücadeleleri de daha ileri bir noktaya taşımalıyız. Örgütlülüklerimizi kalıcı hale getirmek, güçlendirmek 2024’te en acil ihtiyacımız. Sendikayı fabrikaya sokmak için mücadele verdikten sonra sendikalarda yer almaktan el ayak çekmemeli kadın işçiler. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi için yan yana gelmekten vazgeçmemeliler. Genç kadınlar KYK’larda bir talepleri karşılandı ya da eylemlilikleri zayıfladı diye yan yana gelişlerini unutmamalı, yurt yönetiminde söz hakkına sahip olacağı örgütlenmeleri kurmak için birliğini güçlendirmeli. Ücretsiz eğitim hakkı için öğretmenlerle, velilerle, öğrencilerle birlikte mücadele zeminlerini kurmalı…

İyi bir gelecek, insanca yaşanır bir hayat, eşit, özgür bir dünya mücadelemiz için bu yılda bulunduğumuz her yerde buradayız demeye devam edelim. İktidarın baskıları, sermayenin emekçiler üzerinde elde ettiği kârları, iktidar ve sermayenin kol kola girip emekçileri kadınları gençleri sefalet ücretlerine, sömürüye, baskıya, işsizliğe, yoksulluğa mahkum eden politikalarına karşı biz kadınların da örgütlü mücadelesini güçlendirelim.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül