Yolu adliyeden geçen geçmeyen herkesin talebi; ADALET
Adaletsizlik artık her yerde! Gelir adaletsizliğinden örgütlenme hakkına, düşünceyi ifade etme özgürlüğünden yaşam hakkına; kadınların, emekçilerin, muhaliflerin hayatlarında adalet yok artık.

Bilgisayarın başında nasıl bir yazı yazacağımı düşünürken, annem ne yazdığımı sordu. Adaletle ile ilgili bir yazı olacak deyince, “Bu kadar düşünme. Yok ki” diyerek hemen herkesin konuyla ilgili ortak düşüncesini de kısaca özetlemiş oldu.

Yolu bir şekilde adliyeye düşen herkes, adaletin olmadığından şikayet ediyor. Gerçekten uzun zamandır yargı, ülkemizde en çok eleştirilen kurumların başında geliyor. Yargıya güvenin azaldığı yapılan anketlerde de açıkça ortaya çıkıyor. 2013 yılında Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan bir ankete göre Türkiye’de toplumun yargıya güveni yüzde 26.5 dolaylarında. 2012 yılında bu oran yüzde 38 imiş. Günümüzde bu oranın daha da azaldığını söylemek için anket yapmaya gerek yok. Hatta, toplumun yargı mekanizmasının adaleti sağlayacağına olan inancı o kadar düşük ki, artık anket bile yapmıyorlar.

Bunu bizzat yargı mekanizması içinde çalışanlardan duyuyoruz. Yani, adaleti sağlamakla yükümlü olanlardan, mesleği bu olanlardan... Örneğin Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, bir konuşmasında, yargıya güvenin yüzde 70’lerden yüzde 30’lara düştüğünden şikayet ediyor. Ya da Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, adil yargılanma hakkının öneminden, hakimlerin bağımsızlığından, halkın yargıya güven duymasının öneminden bahsetmek zorunda hissediyor. Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, yargıya güvenin, tarihin en düşük seviyesinde olduğunu ifade ediyor. Siyasi iktidarın en üst temsilcisi, “Ülkede halk bunalmış, ellerini açarak adalet çığlığı atar hale gelmişse, oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir. Adaleti kaybettiğimizde her şeyimizi kaybedeceğimizi de bilmek zorundayız” diyerek, sanki bu sorun kendiliğinden ortaya çıkmış gibi şikayet edebiliyor. Halka adalet sağlamak için çalışması gerekenlerin, adalete güven duygusunun zedelenmesinden şikayetlerinde, halktan fazla seslerinin çıkmasını da bir ironi olarak buraya ekleyelim.


BÖYLE ADALET OLMAZ OLSUN!
Gerçekten yolu adliyeden geçen herkesin adaletin olmadığından şikayet etmesini, sadece istedikleri sonucu almamış olmaları ile açıklamak mümkün değil. Çünkü kamuya yansıyan çoğu davada da gördüğümüz üzere, sadece tarafların değil, davayı basından izleyen herkesin hoşnutsuzluğu artık gizlenemeyecek kadar açık. Kaldı ki gizlenmiyor da zaten. “Böyle adalet mi olur” ya da “Böyle adalet olmaz olsun” haykırışını duymadığımız bir gün geçmiyor. Bu haykırışları daha sık duyar olduk. Adaletsiz her yargılamada, her kararda da duymaya devam edeceğiz. Çünkü, artık bu minareye hiç bir kılıf uymuyor.

Adaletsizliği en ağır şekilde yaşayanların başında kadınlar geliyor. Kadınlara karşı işlenen bir suçun soruşturulması, dava açılması, adaletin sağlandığı anlamını taşımıyor. Yargı mekanizmasının kadınlara bakışının acı bir şekilde ortaya çıktığı bu davalarda, sanıklara kanunun öngördüğü cezalar dahi verilmezken, uygulanan indirimlerle kadınların vücut bütünlüğünü ihlal eden, saldıran, tehdit eden, tacizde bulunan, öldürenler adeta ödüllendiriliyor.

Hatice Çelik eşi tarafından öldürülen kadınlardan biri. Bir hemşire. Öldürülmeden önce, kendisine telefonla tehdit mesajları gönderen eşinden şikayetçi oluyor. “Seni öldüreceğim”, “Ölümün benim elimden olacak” şeklinde gayet açık ve net tehditler ki savcı dava açıyor. Yapılan yargılamada sanığa para cezası veriliyor ama ne ceza! Verilen para cezası, kararda yazılan avukatlık ücretinden daha az. Avukatlık ücreti yargılamanın yapıldığı tarihte 1.500 TL. Varın gerisini siz düşünün. Üstelik bu para cezası bir de erteleniyor! Bu davadan kısa bir süre sonra Hatice, eşi tarafından öldürüldü. İnsan düşünmeden edemiyor; gerçekten önleyici bir ceza verilseydi, belki de Hatice hala oğlunun yanında olabilirdi.

Bir cinsel saldırı davasında, kadının olaydan dört ay önce sanıkla çekilen bir fotoğrafını ‘rızası var’ olarak yorumlayıp beraat kararı veren mahkeme heyetinin, “Peki siz aile içi tecavüz davalarında nasıl karar vereceksiniz, nikah fotoğrafı var diye aile içinde olan cezasız mı kalacak?” şeklindeki sorumuz (ki bu sorudan çok bir isyandı) karşısında hiç bir şekilde cevap vermemesi, yargının kadınlara bakışını sarsıcı bir şekilde göstermiş olmuyor mu?

Herhangi bir adliyede hemen her gün bir kadının haykırışı duyulur: “Bu mu adaletiniz!” Çünkü, boşanmak istediğinde öldürülen, erkeklerle konuşuyor diye töre cinayetine kurban giden, yemeğe tuz koymadığı için dövülen, cinsel tacize uğrayan, işyerinde eşit işe eşit ücret alamayan kadınlar için adalet, sadece bir kelime olarak var. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bir kadın cinayeti davasında örneğin, mahkemenin “haksız tahrik” indirimi uygulamadan karar vermesi “örnek karar” diye değerlendiriliyor ve bu sevindirici bir hal olabiliyor. Oysa, mahkeme sadece kanunu uyguluyor, yani görevini yapıyor. Örneğin kadının çantasında doğum kontrol hapı bulundurması, telefon rehberinde erkeklerin isimlerinin bulunması “haksız tahrik” nedeni sayılabiliyor. Oysa bunlar gayet doğal ve hukuka aykırı da değil. Yani zaten çoğu zaman istenen sadece kanunda yazılı olanın uygulanması oluyor ve ama için bunun dahi mücadele etmek gerekiyor.

SOMA’DA ADALET KATLİAMI
Kamuoyunun yakından takip ettiği, acaba mahkeme ne karar verecek, adalet yerini bulacak mı diye beklediği davalardan da, adaletin tatmin edildiği bir sonuç çıkmıyor. “Adalet istiyoruz” cümlesi boğazımızda takılı kalıyor. Bunun en acı örneği, yakın zamanda karara bağlanan Soma davası oldu. Bundan dört yıl önce ülke tarihinin en büyük maden faciasında 301 maden işçisi hayatını kaybetti ve 486 maden işçisi yaralandı. İşte bu davada dört yıldır adalet talebi ile mahkemenin yolunu aşındıran eşlerini kaybetmiş kadınlar, çocuklarını kaybetmiş anne-babalar bir kez daha yüzlerine tokat gibi çarpan bir kararla kalakaldılar. 301 işçiyi göz göre göre ölüme gönderen ve tedbir almayan işveren ve vekilleri hakkında 15 yıl ve 22 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. Şirketin patronu hakkında ise beraat kararı verildi. Çünkü mahkeme nezdinde bu bir kaza! Kamuoyunda büyük yankı uyandıran, ülkenin en büyük işçi katliamında böyle bir ceza verilince, işçilerin adalet talebinin de mahkemeler nezdinde pek dikkate alınmadığı en çarpıcı şekilde bir kez daha görüldü.

Üstelik, Soma davası için verilen bu karar, “emsal” olarak başka bir mahkeme tarafından da hemen uygulandı. Makinelerin durmasının yasak olduğu ve işçilere çalışan makinenin temizliğinin yaptırıldığı bir işyerinde, parmaklarını makineye kaptıran işçinin ne kadar da kusurlu olduğunu; limanda tonlarca ağırlığında konteynerın altında ezilen işçinin aslında daha dikkatli olması gerektiğinin söylendiği; yıllarca tatil yapmadan çalışan işçi yıllık ücretli izin hakkını talep ettiğinde hakimin “hiç izin yapmadan çalışılır mı” diye inanmadığı; çalışma hayatının gerçeklerinden (siz bunu kapitalizmin acımasızlığı diye okuyun) kopuk bir yargının işçiler için adalet sağlayacağını, hakkını tam olarak teslim edeceğini söylemek çok zor.


ÇIĞLIĞIMIZ SUSMAYACAK
“Adalet istiyoruz” diye haykıran ailelerin, kadınların, gençlerin, çocukların, sendikaların, partilerin yakından takip ettikleri bir dava daha var. Yazının yazıldığı tarihlerde henüz kararı açıklanmayan ama sonuçlanması beklenen bir dava. Ülkemizdeki en büyük katliam olan 10 Ekim 2015’te yaşanan Ankara Garı Katliamının davası. 103 kişinin yaşamını yitirdiği katliamdan bir yıl sonra başlayan yargılama süresince, son derece organize bir biçimde planlanan katliamla ilgili ihmali ve sorumluluğu ortaya çıkan hiç bir kamu görevlisi hakkında değil dava açmak soruşturma izni dahi verilmedi. Failleri korunarak adeta geliyorum diyen katliam dosyasındaki pek çok delil hiç araştırılmadı, ifadesi alınması gerektiği halde alınmayan kişiler var... Kamuoyundan kaçırılmak istenen dava, mahkeme heyeti tarafından alelacele karara bağlanmak istendi. Bütün bunlar ölen evlatları, eşleri, yoldaşları için ama daha da ötesi başka katliamlar olmasın diye yıllardır “Gerçek bir adalet” çığlığı atanları tatmin edecek bir karar çıkmayacağının göstergesi oldu aslında. Ama görünen bir şey daha var; bu katliamın arkasındaki gerçekler aydınlatılmadığı, gerçek sorumlular yargılanıp cezalandırılmadığı müddetçe, “Adalet” çığlığı da susmayacak.

GÜÇLÜNÜN ADALETİ
Siyasi iktidar tarafından yargının araçsallaştırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. İktidara en küçük bir eleştiri yapan kişinin kendini hızla hakim karşısında savunma yaparken bulması işten bile değil. Sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alınanlar, yazdığı bir yazı nedeniyle yargılananlar, gösteri hakkını kullanıp kendini nezarette bulanlar... Yargı mekanizması içindeki görevlilerin, siyasi iktidarı korumak adına, dava açmaktan, yayın yasağı getirmekten, tutuklamaktan hiçbir şekilde imtina etmediği ortada. Öte yandan insanlar, OHAL yasaları ve KHK’larla, en temel haklarını kullanamaz hale gelmiş durumda.

Yargının adeta bir sopa gibi kullanılması karşısında toplumda adaletsizliğe karşı tepki de büyüyor. Yaşlı bir emekli öğretmenin facebook paylaşımı nedeni ile gözaltına alınmasını, içeriği bellli olmayan güvenlik soruşturması gerekçesi ile insanların işlerinden atılmasını, şort giydiği için tekmelenen kadınlara saldıranların korunmasını, öldürenlere, tecavüz edenlere ödül gibi cezalar verilmesini kabul edemiyor toplum. Yargıyı hakkını aradığı bir yer olarak görmeyen, adliyeye hiç yolunun düşmemesiyle övünen insanlarımızın, bu bakışı da giderek değişiyor. Adaletin terazisinin güçlüden yana ağır bastığını her geçen gün daha fazla görüyor artık.

KADINLAR OLMADAN OLMAZ
Çünkü adaletsizlik artık her yerde! Gelir adaletsizliğinden örgütlenme hakkına, düşünceyi ifade etme özgürlüğünden yaşam hakkına, çalışma hakkına, vücut bütünlüğünün korunmasına kadar, ayrımcılık yasağına, kadınların, emekçilerin, gençlerin, muhaliflerin hayatlarında adalet yok artık. Bu yüzden ülkenin demokratikleşmesi için verilen her mücadele, adalet talebini de içeriyor aslında. Bu mücadele, adaletsizliği hayatının her alanında iliklerine kadar yaşayan kadınların gücü, sözü, birliği, eylemi olmadan kazanılamaz.

İlgili haberler
Kendi emeğiyle güçlenen HASİBE

Yıllarca yaşadığı bütün zorluklara ve şiddete rağmen mücadele etmekten vazgeçmeyen, kızlarıyla birli...

Kadınların canının hiçe sayılmasına izin vermeyece...

Cinsel istismar, cinsel şiddet vakalarında idam ya da hadım önermekten değil; vaka olmadan önlem alm...

Kıyının köşesine değil, hayatın tam ortasına!

Çektiğimiz cefa, kıyısında kaldığımız ve asla yalnız mutlu olamayacağımız yaşam için olmasın, birlik...