Kadınlara müjdenin işten çıkarma yüzü-4 | Emek piyasalarının istenmeyen misafiri

Kadınlar çalışıyor ama eşitsizlik sürüyor. Dr. Gaye Yılmaz, tarihsel örneklerden güncel politikalara kadın emeğinin nasıl şekillendirildiğini anlatıyor.
Dosyamızın dördüncü gününde Dr. Gaye Yılmaz, kadın emeğinin tarihsel seyrine odaklanıyor. Geçmişten günümüze kadınları emek süreçlerinden dışlayan anlayışı, “iffete” dayalı toplumsal denetimi ve neoliberal politikaların kadın istihdamına etkilerini inceliyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tarihi antik çağlara kadar uzansa da, kadınların ücretli emekçiler olarak emek piyasalarına katılımının tarihi oldukça yakındır. Kadınlar geleneksel olarak üç tür ekonomik açıdan üretken sayılan işte çalışmışlardır. İlk olarak, ailenin kendi ihtiyaçlarını karşılamak için mal ve hizmet üretmişlerdir; ikinci olarak, tarım da dahil olmak üzere pazarda satış ve değişim için hane halkı yararına üretim yapmışlardır; üçüncü olarak, ev dışında ücretli olarak çalışmışlardır. Sanayi Devrimi, bu üç tür ekonomik rolün göreceli öneminde bir yeniden dağılıma yol açmıştır. Örneğin 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında ABD-New England'daki tekstil fabrikalarında fabrika sisteminin gelişmesiyle birlikte, kadınlar ve çocuklar ülkenin ilk endüstriyel iş gücünün ezici çoğunluğunu oluşturuyordu. Hatta, Amerika Birleşik Devletleri'nin erken endüstriyel gelişiminde kadınların önemli bir unsur oldukları bile söylenebilir, çünkü son derece elverişli bir tarımsal-işgücü nüfusuna sahip bir ekonomide, yeni kurulan imalat sanayinin inşası için neredeyse tek hazır işgücü kaynağı kadınlardı. Erkek emek gücünün tamamına yakın bir bölümünün o dönemde yıldızı parlayan, ekonomik getirisi çok daha yüksek olan tarımda kullanılması, geleceği henüz belli olmayan yeni bir üretim alanı olarak başlayan tekstil imalatında kadınların ve çocukların çalıştırılmasını zorunlu hale getirmiştir. Başka bir deyişle, sistem, ancak emek gücü açığını kapatması gerektiğinde kadınların emek piyasalarına girişine izin vermiştir.
Emek piyasasında eşitsizlik sürüyor
Öte yandan çeşitli çalışmalar, kadın emeğinin yoğun olarak kullanıldığı örneğin tekstil sektörü gibi emek süreçleri mercek altına alındığında, cinsiyete dayalı ayrımcılığın erkek emek gücünün azınlıkta olduğu alanların kendi içinde de devam ettiğini gösteriyor. Chari, (2004: 64-68; 246) Hindistan’ın Tamil bölgesinde 1990'lara gelindiğinde kadınların "dikiş bölümlerine güçlü bir şekilde girdiğini", ancak "çoğu kadın işçinin en düşük ücretli, en az vasıflı iş olan konfeksiyon kontrol işlerine mahkum kaldığını" belirtiyor. Günümüzde de örgü, boyama, kesim ve ütüleme gibi endüstri bölümleri tamamen erkeklerin hakimiyetinde kalırken, kontrol işleri ve ev içinde yapılan tüm işler kadınların hakimiyetinde. Kadınların düşük statülü işlerde yorucu çalışmalarının yegane alternatifi işten çıkıp evdeki yaşamına geri dönmesidir. Ancak bu, bir tercih değil ücret ve ağır emek süreçleriyle yapılan bir dayatma sonucu alınan karardır. Öyleki eve dönüş kararı, daha yoğun bir ataerkilleşmeye maruz kalmak anlamına gelir (Kapadia 2010: 269).
Benzer bir resmin Almanya’da da olduğunu görüyoruz. Janice Madden (1973, 1975), işgücü piyasasının büyük ölçüde, onu manipüle edebilen erkekler tarafından kontrol edildiğini belirtiyor. Erkeklerin bu kontrolü, kadınların göreceli hareketsizliği ve iş tercihlerine dayanıyor. Peki kadınların hareketsizliğinin nedeni ne? Ya da kadınların iş tercihleri neden farklılaşıyor? Birinci soruya verilen geleneksel feminist yanıt kadınların ev içi sorumlulukları, ya da annelik görevleri. Başka bir deyişle çocuklara sahip çıkması gereken, onları okula hazırlayan anneler olduğu için seyahat gerektirmeyen işler ya da uzaktan çalışmanın kadınlara uygun olmadığı düşünülüyor. Kadınlar, farklı sosyalleşme süreçleri ve nispeten zayıf, genel ve mesleki eğitimleri nedeniyle belirli mesleklerden dışlanıyorlar. Madden'e göre, Almanya’da cinsiyet ayrımcılığı daha eğitim ve mesleki tercihler aşamalarında başlıyor.
Güney yarım küredeki kadınların durumuna baktığımızda bu kadınların çoğunluğu için -ister iyi eğitim almış olsun ister eğitimsiz olsun- ev dışında ücretli bir işte çalışmanın kocanın/babanın iznine veya icazetine bağlı olduğunu görüyoruz. Erkek eşler bu izni verseler bile, iki taraf da bunun şartlı bir izin olduğunu biliyor: evdeki görevler hiçbir şekilde aksatılmayacak. Dolayısıyla kadınlar daha emek piyasalarına ilk adım attıklarında patronlar bu kadınların pazarlık gücünün ne denli zayıf olduğunu biliyor. Kadınların ev içindeki ikincil pozisyonu, emek piyasalarındaki pazarlık güçlerinin de belirleyicisi oluyor. Dahası, patronların birinci önceliği emek gücünün yeniden üretimi, yani erkek işçilerinin evdeki bakımı, sağlıklı ve temiz bir ortamın sağlanmış olması, nesillerinin devamının garanti edilmiş olması. Yedek işgücü ordusunun giderek genişlediği günümüz toplumunda ise, kadın emeğinin hızla değişen koşullara göre nasıl ve neden istikrarsız ve güvencesiz koşullarda istihdam edildiği daha kolay anlaşılıyor.
Kadınların piyasada hangi işlerde istihdam edilebileceğinin birincil belirleyeni, yapacakları ücretli işin evdeki cinsiyete dayalı iş bölümünü sekteye uğratmayacak olmasıdır. Örneklendirmek gerekirse, 2. paylaşım savaşı sonrasında erkek emek gücünün savaş dolayısıyla azalması, kadınların daha fazla istihdam edilmesini gerektirdi. Fakat evdeki cinsiyete dayalı iş bölümünün güvence altına alınması gerekiyordu. “Sosyal Devlet Politikaları”na eşlik eden yaşlı bakımı ve çocuk bakımı ya da iş yerlerine kreş açma zorunluluğu gibi düzenlemeler kapitalizm, sosyal devlet ve patriyarka arasındaki mutabakatın çıktılarıydı. Kadınlar ücretli işlerde istihdam edilebilecek ama gece çalışması ve ağır sayılan işlerden muaf tutulacaktı. 1970’lerde başlayan neo-liberal düzen, kapitalistlere bu sınırlı destekleri de ortadan kaldırma hakkı verdi. Avrupa Birliği Komisyonu, Kadınlara gece çalışma yasağını kaldıran yönetmeliği çıkarırken “Kadınlar hep eşitlik istediler, biz bu yönetmelikle eşitliği getiriyoruz” diyordu. Ben ise bu yönetmeliği, kadınlar gece çalışsınlar ki gündüz evdeki işlerini yapabilsinler diye okuyorum. Başka bir deyişle, kadınları emek piyasalarına katılmaya ikna edene kadar belli motivasyonlar sağlanmış, bu katılım garanti edildikten sonra verilen motivasyonlar birer birer geri çekilmiştir.
Dr. Gaye Yılmaz
‘İffet’ sorunu
Kadınların emek süreçlerine dahil edilmesinin ikincil belirleyeni, kadınların ücret karşılığında çalışırken iffetlerini koruyup koruyamadıkları kriteridir. Coltry (2024), tarih boyunca daha çok kadınların bedenini kontrol etmek için kullanılan iffet kavramının, ahlaki ve sosyal yönleriyle birlikte tek tanrılı dinlerden önce de var olduğunu ve Roma toplumunda kamusal değerlerin bir parçası olduğunu belirtiyor. Örneğin Antik Roma'da genellikle kadınların özgürlüklerini kısıtlayan ve cezalandıran bir iffet anlayışının varlığı, tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışından önce de ataerkil normların var olduğunu, ancak çok tanrılı dinlere (Yahudilik ve Hristiyanlıkta Paganizme, İslamda Cahiliye Araplarına) karşı tüm muhalefete rağmen iffet ve kadınlara yönelik benzeri eskiden kalma yargıların tek tanrılı dinlerde de değişmeden devam ettiğini gösteriyor. Benzer şekilde iffet kavramının, üç tek tanrılı dinin kutsal metinlerinde özetlenen ve hepsi erkek din adamları tarafından oluşturulan "ideal insanlık durumu"nun bir bileşeni olduğu varsayılır. Ancak Cicero'nun da belirttiği gibi, iffeti öven ruhban sınıfı bu ahlaki kavramı kendisine uygulamaz. Bunun yerine, doğru ile yanlış arasındaki ayrımı konu alan söylem, kompozisyon ve tavsiyelerini nasıl yayacağı konusuyla meşgul olur ve kadınların hayatlarını kontrol altına almaya çalışır. Engels (1992), Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni başlıklı çalışmasında Bachofen’den alıntı yaparak grup evliliğinden iki başlı evliliğe geçişin, eski Tanrı buyruklarını çiğnemenin kefareti olarak algılandığını belirtiyor. Kadının namusunun satın alınmasının ortak mülkiyetten tek bir erkeğin mülkiyetine geçişini Engels, “kefaretin mistik anlatımı” olarak isimlendiriyor (Engels, 1992: 61, 62).
Neoliberalizmin kadın emeği üzerindeki etkisi
Küreselleşen işgücü piyasaları ve neoliberal politikalar dünyanın birçok yerindeki işgücü piyasalarında önemli değişikliklere yol açtı. Bu değişikliklerin işgücü piyasasında zaten var olan cinsiyetçi ayrımcılık üzerindeki etkileri çok boyutlu ve derin. Teknolojik gelişmeler, eğitim düzeyi ve göç hareketleri sonucunda kadınların istihdam kalıpları ve koşulları da kökten etkilendi. Ayrıca, ayrımcılığın daha düşük vasıflı pozisyonları daha ağır etkilediği ve dolayısıyla daha yüksek işsizlik oranlarına ve kadınların ötekileştirilmesine katkıda bulunduğu tespit edilmiştir. Bütçe kesintileri, kamu sektöründe daha fazla kadın çalıştığı için kadınların istihdamını ve istihdam olanaklarını etkilemiştir. Hayati destek hizmetlerinin sağlanmasındaki diğer kesintiler de aile içi şiddet olaylarının artmasıyla kadınların hayatlarını bir bütün olarak etkilemiştir. Gerçekten de mesleklerdeki cinsiyetçi kalıplar kadın emekçilerin neoliberal politikalardan daha ağır ve daha yoğun etkilenmesine yol açmıştır. Eğitim, sağlık ve genel olarak kamusal hizmetlerin piyasaya açılması sonucunda en fazla işsiz kalan kadınlar olmuştur. Yanı sıra sosyal devletin tasfiyesi yaşlı bakımı, çocuk bakımı ve iş yerlerine kreş açılması gibi sosyal desteklerin kısıtlanmasına ve ortadan kaldırılmasına yol açtığı için evdeki cinsiyete dayalı iş yükü daha da ağırlaşmıştır.
Cinsiyetçi sınırlar
Kadınları ikincilleştiren ve eve hapseden anlayışın kökenleri antik çağlara kadar uzanıyor ve bu anlayış “kamusal alan ve özel alan” ayrımından ilham alıyor. Bu ikilemde, aile ve ev özel alanı, bunun dışında kalan her şey ise kamusal alanı oluşturuyor. Abbasiler döneminde, özel ve kamusal alanlar arasındaki ayrım, İslam hukukunun temel bir ilkesiydi. Bir sanığın (erkek veya kadın) yargılamadan kaçmayı başararak bir eve sığındığı durumlarda hakim, iki erkeğin yanı sıra kadınları da hakem olarak görevlendirirdi. Operasyon titizlikle planlanırdı: Sanığın saklandığına inanılan eve birkaç kadın ve iki erkek gönderilirdi. Erkeklere evin dışında nöbet tutmaları ve olası çıkışları kapatmaları talimatı verilirken, kadınlara eve girip sanığı aramaları emredilirdi. Kadınlara özel alan olarak belirlenen eve giriş izni bu nedenle yalnızca kadınlara verilirdi, çünkü bu özel alanın aile dışındaki tüm erkeklerden korunması gerekiyordu (Tillier, 2009: 287). Üç tek tanrılı dinin metinsel içeriklerinde büyük bir ustalıkla “iffet” kavramıyla da ilişkilendirilen bu “özel alan” giderek kadınların hapishanesine dönüşmüş ve kadınları emek, sanat ve siyaset de dahil olmak şartıyla evin dışındaki bütün alanlardan dışlamıştır. Kamusal ve özel alan ayrımının 18. ve 19. yüzyıllardaki tezahürü, dönemin feminist yazarlarını, kadınlara oy kullanma hakkı verilmesi talebini daha güçlü dillendirmek için teşvik etmiştir. Örneğin Barbara Bodichon, kamu yararını "dar özel amaçlarla" karşılaştıran çalışmasında vatanseverlik temasını işlemiş ve kadınların da siyasete katılımı için böyle bir tezin işe yarayacağını düşünmüştür. Bu bağlamda, birinci dalga feminist hareketin öncelikli hedefinin, seçme ve seçilme de dahil olmak üzere kadınlar için siyasal haklar olması şaşırtıcı değildir.
Joan Wallach Scott (2018), yakın zamanda yayınlanan kitabında, laikliğin kadınları özgürleştirdiği ve Avrupa mirasının bir parçası olduğu yönündeki basmakalıp anlatıya meydan okuyor. Yazar, tüm erkekleri (ama sadece erkekleri) eşit vatandaşlar olarak tanımlayan Fransız Devriminin bu ilkeyi kadınları da kapsayacak şekilde genişletmediğine işaret ediyor. Scott'ın analizi, kadınların modern Fransız devletinin anne sembolleri olarak yeniden tasarlandığını göstererek bu bakış açısına meydan okuyor. Bu kadınlara ulusun yararına üreme rolü veriliyor ve sürekli olarak özel alana hapsediliyorlar. Fransız ulus-devletinin seküler alanında kadın çıplaklığına yaygın olarak yer verilmesine karşın, kadınların oy kullanma ve seçilme hakkı 20. yüzyıla kadar sistematik olarak reddediliyor (Knibbe ve Bartelink, 2019: 129).
Kadınların emek süreçlerindeki cinsiyetçiliğe karşı mücadelesi kuşkusuz sadece akademik yazın ile sınırlı kalmıyor. Sağlık, eğitim, tekstil, gıda imalatları ile ticaret gibi sektörlerde daha yoğun istihdam edilen kadın emekçiler sendikal ve politik örgütlenmenin öncüleri olarak aktif mücadelede yer alıyor ve direngenlikleri bütün kadın hareketine umut vadediyor.
Görsel: Canva DreamLab
İlgili haberler
Kadınlara müjdenin işten çıkarma yüzü
TÜİK 'kadın istihdamı artıyor' diyor ama her iki kadından biri işsiz. İşten ilk çıkarılan, hakkını e...
Kadınlara müjdenin işten çıkarma yüzü-3 | Sendikal...
Ekonomi politikalarını ucuz emek üzerine inşa eden AKP’nin kadınlara reva gördüğü çalışma ve yaşam k...
‘Kadınlara müjdenin işten çıkarma yüzü’ dosyası: K...
‘Erdoğan-Şimşek programı kapsamında kadın istihdamının artırılmasına dönük hamleler aslında kadınlar...
Önceki haber
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.