Depremin görünür kıldığı: İşsizlik, yoksulluk, açlık, adaletsizlik…
Deprem kaygısıyla çadırlara sığınanların çoğu, pandemi döneminde ya işsiz kalmış insanlardan oluşuyor ya da kazancı insanca yaşamaya yetmiyor.

30 Ekim’de meydana gelen depremin üzerinden 9 gün geçti… Acılar ve yaralar dayanışmayla sarılmaya devam ediyor. Depremin en çok etkilediği bölge olan Bayraklı ve Bornova’da çadır alanlarında kalanlar açısından en çok dikkat çeken şey yoksulluk. Deprem kaygısıyla çadırlara sığınanların çoğu, pandemi döneminde ya işsiz kalmış insanlardan oluşuyor ya da kazancı insanca yaşamaya yetmiyor. Çok sayıda kadın, tek başına ayakta kalmaya çalışıyor. Geleceğe dair ciddi kaygıları var. Bu kaygılara bir de yine büyük bir deprem olursa kaygısı eklenmiş durumda ancak bu kaygının bile ötesine geçen bir şey var: İş bulamama kaygısı… Aşık Veysel çadır alanında kalan Devrim Altun ve Sinem Övücü bu kaygıyı en çok yaşayanlardan ikisi.  

Devrim Altun, 3 oğluyla birlikte çadırlarda kalıyor. Eğridere köyünde yaşıyor. “Eğridere köyünde oturuyorum, zaten bizim orası heyelan bölgesi. Yemek hazırlıyordum çocuklara o anda deprem olunca çıktık, kapının önündeki beton ikiye ayrıldı, kapıyı açık bırakıp öylece kaçtık. O gece parkta kaldık sonra çadırlar olunca buraya geldik.”

Çocuklarının depremden çok etkilendiğini, eşi cezaevinde olduğu için onlarla tek başına ilgilendiğini söylüyor Devrim, “Çocuklarım çok korktu, oğlum hâlâ altına kaçırıyor. Sürekli kalbi küt küt. ‘Eve gidelim’ diyorum gelmiyor. Babaları da cezaevinde, ben yalnızım. Geçim için bulaşık yıkamaya gidiyordum köye. Salgın yüzünden gidemiyordum, Burası bizim için daha iyi. Ekmeğini, mamasını, bezini veriyorlar” diyor.

Devrim ALTUN

SALGIN DA DEPREM DE HEP YOKSULU VURUYOR

Ekonomik kriz, salgın, derken deprem çocuklarına tek başına bakmak zorunda olan kadınlar için çok daha yıkıcı olmuş durumda… Devrim Altun bu duruma “Burada şartlar zor, ekmek parasını da kimse vermiyor bize. En azından bulaşığa gidiyordum o da olmuyor. Bir iş bulsam sürekli iş, küçüğü kreşe versem diğerleri okula gidiyor zaten yaşantıma devam ederim. Şimdi bu durumda iş de yok. Çocukların bezi, maması hiçbir şey alamıyoruz ki. Şimdi eşimi Afyon’a gönderiyorlar. Ben nasıl gideceğim oralara, babasını da özlüyor çocuklar, unutmasınlar diye götürmem lazım nasıl götüreceğim. En azından bir iş verseler sigortalı çalışabilsem, çocuklarımla da kimse ilgilenmiyor ki. Türkiye’de adalet denilen bir şey yok” diye tepki gösteriyor.

Tepki gösteriyor ama durumun değişeceğine dair beklenti yok. “Keşke ölseydim” diyor Devrim, “Ben köyde oturuyorum sağımda solumda ev yok. Evin etrafında demir korkuluk yok, ben her gece sabaha kadar oturup çocukları bekliyorum, çocuklar uyuyor. Zaten virüs bizi mahvetti bir de deprem oldu. Devlete bakar mısın, hep olana yardım ediyor olmayana yok. Yanımdaki arkadaşımın da eşi kocamla aynı cezaevinde… Çocukları var, ne kira ödeyebilir ne bir şey yapabiliyor devlet bize yardım mı ediyor? Devlet sahip çıksın bize, ne yapalım çocukları kime bırakalım. Eşimin ailesi Batman’da, ben burada bir başıma ne yapacağım.”

DERTLERDEN DEPREME KAYGILANMAYA SIRA BİLE GELMİYOR
Sinem Övücü ise inşaat teknikeri, salgın sürecinde işsiz kalmış, eşi cezaevinde, yalnız yaşayan bir kadın. Aşık Veysel çadır kentinde kalıyor. Evleri ne durumda bilmiyor, yıkılmamış ama deprem anında 2 çocuğu ve annesiyle birlikte evdeymiş. Can havliyle atmışlar kendilerini dışarı, o andan beri dışarıdalar…
Sinem, “İşinden oldun mu evinden de oluyorsun, düzenin bozuluyor” diyerek deprem öncesi de hayatlarının çok zor olduğunu söylüyor. “2 buçuk aydır işsizim. Bu süreçte kaymakamlığa müracaat ettim, kaymakamlık 3 ayda bir, 300 lira veriyor sosyal destek. Ayda 100 lira. Küçük 3 yaşında, kreş için başvurduk bekliyoruz… Çocuğa bakan olunca çalışmak daha kolay. Doğar doğmaz başvurdum ücretsiz kreşe hâlâ çıkmadı. Bakıcıya da verince çalışmanın anlamı kalmıyor, elde kalmıyor çünkü. Zaten salgından dolayı büyük çocuğum eğitime ara verdi. ‘İnternet üzerinden sürdürülecek eğitim’ dediler evinde tablet var mı yok, internet var mı yok, telefon var mı o da yok, ama eğitim alması şart nasıl oluyor anlamış değilim. Büyükşehir tablet verecek dediler inanmıyorum. Sosyal yardım için gittim, ‘Bir aya kadar’ dediler bir ay ne yiyeceksin ne içeceksin, yeme içmeyi geçtim o çocuk ne yapacak, bir çorba kaynatacak tüp yok.”
‘DEVLET ZENGİNİN YANINDA, BU YAŞAMAK MI?’
“Çadıra geldim geleli üstümü başımı, çocukların üstünü başını değiştiremedim. Valilikten yardım istedik ‘Bekleyin, çadıra göndereceğiz’ dediler, gelen giden yok. Biraz çamaşır çorap yardımı aldım belediyeden o kadar” diyerek organizasyonun sıkıntılarına dikkat çeken Sinem, “Üniversite mezunuyum, iş bulamıyorum, evimizde oturalım nasıl oturalım para yok, dışarı çıkalım o da yok. Çocuklar oyun parkı istiyor, hamburgerciye gitmek, gezmek istiyor baba yok, para yok. Zenginin yanında devlet. Bu yaşamak mı?” diye soruyor ve devam ediyor; “Ben hiçbir şeyden zevk almıyorum. Akşam yatalım, sabah kalkalım bitsin gitsin. Kimisine bakıyorsun çoluk çocuğuyla her yere gidiyor. Bir gece kardeşimin evinde kaldım, ‘Bağırmayın, kalkmayın, oturmayın’ çocuklarıma bağırıyorlar. Atlı sığmış itli sığmış çocuklu bir yere sığamamış işte. Ben bildiğim için kimsenin evinde kalmam. Kartonu çekerim, battaniyeden çadır yaparım gene de kalmam.”


DAYANIŞMA UMUDU BESLİYOR...

30 Ekim gecesinde başladı Aşık Veysel Rekreasyon Alanı’ndaki çadır yaşamı. O günden beri de dayanışma, yardımlaşma bitmedi. Diğer çadır bölgeleri için de aynı şey geçerli… AFAD, Kızılay, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İzmir Valiliği depremle ilgili sorumlu ne kadar kurum varsa çadırı var alanlarda… Çadır var ama... Organizasyon aradan 9 gün geçmesine rağmen hâlâ düzene sokulmuş değil. AFAD her gün yeniliyor çadır kayıtlarını… Onu da gönüllü gençler yardımıyla… Az önce verdik bilgileri dediğinde sistem çöktü diyor gençler mahcubiyetle… “Ne sistemi bilgisayarda kayıt mı tuttunuz, manuel tutulan kayıtlar nasıl çöker, yırtıp atmadılarsa” diyerek yeniden veriyorsunuz, iki saat sonra başka gönüllü gençleri gönderiyorlar, ardından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gönüllüleri, ardından Kızılay gönüllüleri ve her gün yeniden tekrarlanıyor bu süreç…

Vali geliyor, resmi görevli sayısı artıyor, Bakan geliyor AFAD ekiplerinin sayısı artırılıyor. Belediyelerin çok daha organize çalıştığını söyleyebiliriz ancak bütünsellik yok, merkezi idare ile yerel yönetimlerin rekabeti kargaşayı daha da artırıyor. En azından ilk bir hafta böyle idi.

Bu kargaşayı örten ise başta söylediğim dayanışma… Örgütlü örgütsüz genç ve kadınlar ilk günden beri dayanışmayı büyük bir inançla örüyor… Emek ve meslek örgütleri, siyasi partiler, kadın dernekleri, gençlik örgütleri hepsi alanda. Belediyelerin ihtiyaç listesine sunulan yardımların yanı sıra kurumlar olarak da ayrıca dayanışma kampanyaları örülüyor.

Bornova Kadın Dayanışma Derneği de bunlardan biri…

Kendisi de depremin en çok etkilediği Manavkuyu’da oturan Dernek Başkanı Zeynep Reyşen, kadın ve çocuklara dönük atkı, bere, hırka, yelek örgü kampanyalarına Türkiye’nin dört bir yanından kadınların destek sunduğunu söylüyor. Reyşen, “Havalar soğudu, daha da soğuyacak. Üyelerimizin çoğunluğu çalışmıyor. Biz de evdeki olanaklarla deprem yaralarını nasıl sararız diye düşündük. Kadınlara atkı, bere, hırka, yelek örme çağrısı yaptık. Kampanyamızı sosyal medyadan duyurduk beni en çok etkileyen evi ağır hasarlı ve şu an çadırda kalan bir arkadaşımızın “Yün ve şiş alamam ama bana ulaştırırsanız ben de örerim” demesi oldu. Evi gitmiş, yılların birikimi gitmiş ama o tüm bunları bir tarafa bırakıp, nasıl olur da bu dayanışmaya katkı sunarım onu düşünüyor” diyerek kadın dayanışmasına dikkat çekiyor.

Sadece yardım değil aynı zamanda depremin yarattığı şok ve tramvayı azaltmak için de alanda etkinlikler yapılıyor. Belediyelerin çocuk oyun çadırlarının yanı sıra tiyatro grupları, Ekmek ve Gül okurlarının yaptığı çocuk etkinlikleri bunlardan biri… Öyle ki çocuklar etkinlikten serbest zaman geçirmeye fırsat bulamıyor. Bu dayanışmanın sürmesi önemli… Zira birkaç gün sonra gündem değiştiğinde çadırda kalacakları unutmamak gerekiyor. Maddi ihtiyaçlar bir yana asıl psikolojik etkisi burada bulunanların yaşadıklarını hafifletiyor. Devrim ve Sinem ve ismini vermek istemeyen onlarca kadın bu dayanışma sayesinde ayakta kalıyor. Yaşamları ve geleceklerine olan umutsuzluğu bu dayanışma hafifletiyor.

Aşık Veysel çadır kentinde tanıdığım benim için de çok özel olan hikayesini belki sonra anlatacağım, salgın döneminde işsiz kalmış, yaşamını kredi kartlarıyla sürdürmeye çalışan Hülya’nın bir sözüyle bitireyim. “Adalet okudum ama çok adaletsizmiş bu dünya… Ama bu dayanışmayı gördüm ya umudumu yitirmiyorum.” Dayanışma umudu besliyor, mücadele ise o umudu gerçek kılacak yegane şey…

Depremin sonuçlarını kaderle açıklayan insanlar bile konuştuğunda asıl olanın depreme karşı alınmayan önlemler, denetimsizlik ve rant olduğunu söylüyor bir biçimiyle…

Bu nedenle deprem değil rantın öldürdüğünün çok sayıda kişi farkında, farkında olunmayan şeyse bu dayanışmanın birleşik mücadeleye dönüştüğünde değişimi başlatacağı…

Bize düşen ise bu farkındalığı artırmak…

Umutla kalın…


İlgili haberler
Depremin gösterdiği: Bu ülkede çocuklar kendilerin...

‘Hiçbir çocuğun canının bir “mucize”nin ince ipine bağlı olmadığı bir yaşam kurmak bu devletin sorum...

İzmir depremi sonrası sağlık çalışanlarının kreş t...

SES İşyeri Temsilcisi Başak Edge Gürkan, İzmir'de depremin ardından Çiğli Eğitim ve Araştırma Hastan...

Çadırda yaşam nereye kadar?

İzmir depreminin ardından çadırlarda kalan depremzedeler, depremin şokunu üzerlerinden atamazken gel...