Depremzede, işçi, sendika temsilcisi Halime Sancak: Şiddete karşı çıkış kapılarını zorlamamız gerek
25 Kasım öncesi konuştuğumuz BİRTEK-SEN Malatya Temsilcisi Halime Sancak, Organize sanayi bölgesindeki fabrikalardan, konteynerlere kadına şiddetin ayyuka çıktığını anlattı.

Bu düzende ve içinde bulunduğumuz zaman diliminde nereye dönsek yüzümüzü bir çıkmaz. Fabrikada “Daha hızlı çalış” baskısı, evde çocuğun beslenmesine ne koyacağımız telaşı, borç batağında ayın sonunu getirebilecek miyiz kaygısının üzerine yaşadığımız şiddet bütün kadınların en büyük ortak sorunu bugün. İş yerlerimizden evlerimize, yaşamak zorunda bırakıldığımız çadırkentlere ve konteynerlere yaşamın her alından şiddet her yanımızı sarmış durumda.

Birbirimize dokunduğumuz, elimizi uzattığımız, çözülmez dediğimiz o kördüğümü birlikte çözdüğümüzde ise dayanışmanın ve mücadele etmenin ne kadar hayati olduğunu görüyoruz. Ve bugün biliyoruz ki içinde bulunduğumuz bu sömürü düzenine karşı çözüm anahtarı mücadele etmek. Çözümün ne olduğunu gören, bunun için hiç tereddüt etmeden ileriye atılan, daha iyi koşullarda çalışmak, insanca yaşamak için kavga eden, çocuklarına daha iyi bir gelecek sunmak isteyen kadınlardan biri de Halime Sancak. 32 yaşında iki kız çocuğu annesi Halime sendikalaşma mücadelesi verdiği için Malatya Organize Sanayide faaliyet yürüten Baykan Denim’den atılan işçilerden biri. Şimdilerde ise fabrikada örgütlenme mücadelesini yürüttüğü sendikası olan Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Malatya Temsilcisi. Sohbetimizin vesilesi 25 Kasım. İşçi kadınların iş yerlerinde yaşadığı baskı ve şiddetten çadırlarda, konteynerlerde zor koşullarda sürdürülmeye çalışılan yaşamlara kadar pek çok şeyi konuşuyoruz.

Halime öğrencilik yıllarında belirli aralıklarla kayısı fabrikasında çalışmış. Yaşadığı bazı sorunlar nedeniyle okulunu bırakmak zorunda kalmış. Pazarlama, cilt bakımı gibi sektörlerden sonra 3 yıl önce tekstile başlamış. “Tekstil çok farklı. Tüm sektörlerin ayrı bir zorluğu vardır ama organize sanayi bölgesi gerçekten farklı. Oradaki fabrikalarda çalışmak gerçekten çok acımasız. ‘İğrençti, kötüydü’ gibi kelimeler kullanmak istemiyorum, gerçekten çok zalimce” diyor. Nasıl acımasız?” diye soruyorum, devam ediyor: “Pazarlamacılık yaptığınız zaman ürününü tanıtmak için insanlara daha nahif, daha güzel, daha tatlı davranıyorsun. Daha güzel nasıl konuşacağını planlıyorsun ancak fabrikalarda öyle değil. Konuşurken burada daha yırtıcı olmak zorundasın, daha canavar. Yumuşak olduğun zaman seni daha çok ezme hakkı görüyorlar. Ben ilk 6 ayımda güzel üslupla konuşan, sakin bir kadın işçi olmaya çalışırken karşılığını küfür, hakaret olarak aldım. İşveren işçiyi öyle bir hale getirmiş ki işçi, işçiyi öldürmek istiyor. Açlık oyunları. Resmen böyle bir kurgu var iş yerlerinde. İnsanlar birbirlerine acımasız davranıyor. ‘Ustanın gözüne gireyim, şef beni görsün, birilerine yalakalık yapayım’ derdinde. Bunlar öyle basit sözler değil. Yalakalık dediğimiz şey o kadar acımasız, insan onurunu ayaklar altına alıyor. Mesela bir kadın kadına iftira atıp ayağını kaydırmaya çalışıyor, senin işine zarar vererek sana zarar verebiliyor. Yalancı şahitlik yapabiliyor. İşçi senin kardeşindir diye düşünürsün.”

SÖMÜRÜYÜ GİZLEYEN SİHİRLİ CÜMLE: BİZ BİR AİLEYİZ

Halime bu rekabet ortamını yaratanın sistem ve patronlar olduğunu vurgu yapıyor, “Biz bir aileyiz” argümanı kullanılarak sömürünün nasıl gizlendiğini anlatıyor sözlerinin devamında: “O üstteki çok farklı bir noktada. Anne, baba figürü üstlenmiş gibi ama anne, baba değil. Orada inanılmaz bir şiddet söz konusu. İşçi de buna uyuyor. İşverenin, kadınlar üzerinde sürdürülen politikanın çok sağlam bir güdüsü var ve bu sanayide oturmuş. Diğer iş yerlerinde bu değişiklik gösterebiliyor ama o bölge kadar acımasız değil. Anneler için izin almak büyük bir eziyet örneğin, hasta çocuğuna bakamamak, çocuğuna gidememek. Şiddetin en vahim boyutu psikolojik olanı. İş yerinden çıkarken insan kaynakları müdürüne ‘Ben hayatımda hiç bu kadar büyük bir acımasızlık görmemiştim. Şiddet uyguluyorsunuz’ demiştim. ‘Burada şiddet yok’ dedi. “Var, psikolojik şiddet var. Buraya doktor getirmeniz lazım sırf insanların psikolojisini düzeltmek için’ dedim. Bana göre orası bir Nazi kampı. Nazi kampında insanları hemen öldürmemişler, oralarda da psikolojik şiddet vardı. Herhalde insanlar üzerinde deney yapıyorlar.”

Fotoğraf: Halime Sancak/Kişisel arşivi

‘YOKLUKLA HER ŞEYE RAZI EDİYORLAR’

“Öyle oyunlar çeviriyorlar ki, en basitinden şu yokluğun, depremin, çaresizliğin içinde işçiye ‘Size promosyon vereceğiz’ diyorlar, işçi de bekliyor. Kimi eşya almış, depremde eşyalar gitmiş ama kredisini ödüyor, yeni evliler var düğün borcu ödeyen. Evleri yıkılmış, hiçbir şeyleri yok. Çoğu böyle. 60 bin lira olan promosyon verilmeyince bir türlü, borç gırtlağa dayandığı için 15 bin liraya razı oluyor işçi. Nasıl bir kanun bu? Bu kanunlar neden bir tek bu fakirlere işliyor” diyor. Baykan Denim’de işçileri işe getirmek, fabrikanın içerisine sokup çalıştırmak için “deprem primi” adı altında günlük 100 lira verdiklerini de anlatıyor: “O 100 lirayı verirken evde çocuğu var, binada tek başına. Günlük 100 lira kazanacaksın, çocuğunu bir yere bırak” diyorlar. İnsanlar çocuğunu bir yerlere bırakmayı bilmiyor mu? Korku var. Kıyamet gibi bir şeyden çıktı insanlar. Şehrin yüzde 78’i yok. Nereye bırakacaksın çocuğu? Geriye kalan binalar yorgun, nereye güvenip gireceksin? Beni şimdi kimse bir binaya sokamaz, başka bir şehirde bile bir binaya giremiyorum, Antep’e gittiğimde otele girmekten korktuğumdan arabada yatmayı bile düşündüm, arkadaşlar şaka yaptığımı sandım. Çanakkale’ye gittim zemine sıfır bir oda, kapısı dışarı bakıyor, kapısını hiç kilitlemedim. Kapının dibinde uyudum. Aylarca antrede kapı dibinde uyudum. Üzerinde başka bir kat da yokken.”

‘TOKATLA BAYILTILIP TECAVÜZE UĞRAYAN KADIN VAR’
Kadınların maruz kaldığı şiddetin bir diğer yüzü de hem kadın işçilerin yaşadıkları hem de çadırlardan, konteynerlerden dışarı taşan hali. Şiddete maruz kalan işçi arkadaşlarıyla dayanışma içinde olduklarını ama diğer kadınlar için bunun çok da mümkün olmadığını dile getiriyor. “Fabrikada şiddet gören kadınlar vardı, bir arkadaşımıza kocası silah çekmiş, kadını silahla darp etmiş elinden zor kurtulmuş arkadaş, işe gelmiş, evine gidemiyor, korkuyor. Şeflerle kadına eşlik ettik, fabrikada barındırdığımız işçi arkadaşımız vardı. Ya da örneğin ayrılmış, adamdan kurtulmuş, kendine bir ev kurmuş çocuğuyla yaşamını sürdürecekken deprem oluyor, evi başına yıkılıyor. Eski kocasına sığınıyor ve kocası kadını bıçaklıyor. Bunun gibi 5-6 tane bildiğim örnek var. Eski kocasının yanına sığınıp tecavüze uğrayanı mı dersiniz, çok fena. Biri ‘Ben istemedim, tokat atıp ben baygınken bana tecavüz etti’ dedi. Neye uğradığımı şaşırdım. Kadın ‘Çocuğumu nasıl korurum, nasıl doyururum’ diye düşünüyor. Ya da günlük işler, yemek derdi… Erkekler evin önündeki sandalyede soba önünde oturuyor. Tüm sorumluluk kadınların üzerinde, kadınlar her türlü işe koşuyor, eve girecekse, erkek ‘Ben gidip alayım’ demiyor, kadın diyor. 6. kata kadın mı çıkacak? Beraber git en azından!”
‘SU ALMADIN, YEMEK YAPMADIN’ DAYAĞI

“Bir de o hengamede fırsat bulup adamlar, kadınları dövüyordu. ‘Su almadın, yemek yapmadın, arabaya şunu getirmedin’ gibi sudan sebeplerle erkeklerin kadınları dövdüğüne, hakaret ettiğine şahit oldum. Bir olayı anlatayım. Konteyner alanında bir kız çocuğu benim kızla markete gitti. Kızım 10 yaşında, alana hakim olsun, özgüvenleri gelişsin diye ‘Gidip gelebilirsin’ diyorum. ‘Arkadaşım gelsin mi?’ diye sordu, ‘Gelebilir’ dedim. Sıra beklerken biraz gecikmişler. Adam geldi, ‘Çocuk nerede?’ dedi. Kadına tokat attı. Ben görüyorum camdan. Kadın duvara yapıştı. Kalktım evine gireceğim, giremiyorum, tanımıyoruz da. Kimse kimseyi tanımıyor burada, o yüzden müdahale edilemiyor. Kadın başörtüsünü düzeltti, ‘Gelir, çocuktur’ dedi, bir daha tokat yedi. Eşim yanımda, misafirlerim var, müdahale etmek istiyorum, ama edemedim. Gittim getirdim çocukları, sonra tanıştık evimize geldi. Normal insanlar. Çocuk markete mi gitti, panik mi yaptın, gelirsin sorarsın, gidip baksana! Neden dövüyorsun kadını? Hiçbir şey yapamadım. Yanımdakiler müdahale etti, kayıtsız kalmak zorunda bıraktılar.”

‘ŞİDDET DE BOŞANMALAR DA ARTTI’
Deprem sonrası yaşanan yokluğun, şiddetin, anne, baba, çocuk, günlük yaşamı kotarma sorumluluklarının kadınlara çok daha fazla yük olduğunu bunun sonucunun da bir tahammülsüzlük olarak döndüğü tespitinde bulunuyor Halime. “Pek çok kadın dolmuş durumda. Bugün konteyner alanlarda aile içindeki bütün sıkıntılar, pürüzler daha görünür, psikolojik fiziksel ya da başka türlü şiddet o kadar arttı ki boşanmaların da arttığını gözlemliyorum” diyor. Bütün bu şiddet karşısında 25 Kasım’a giderken kadınlara çağrı yapmayı da ihmal etmiyor: “Kadınlar erkeklere muhtaç değil, muhtaç olmamalı. Yaşadıkları şiddete boyun eğmemeliler, ‘Kaderim bu, yapabileceğim bu’ deyip buna mahkum olmamalılar. Hep diyorum benim hayatımdaki en güçlü kadın annemdir, her şeye rağmen bizi büyütmüş, hiç okuma yazması yokken, tek kelime Türkçe bilmezken 9 tane çocuğu nasıl sevgiyle büyüteceğini ve nasıl bir yere vardırabileceğinin yollarını yöntemlerini bulmuş. Evet kolay değil ancak illa ki bir yerde bir çıkış kapısı, bir anahtar var, onu açmak zorlamak gerekiyor.”

Fotoğraf: Onur Kavak/Ekmek ve Gül

İlgili haberler
2 kadın daha katledildi: Kadınlar kendilerine eman...

Kadın cinayetlerine bugün Balıkesir’den Ayşe, Diyarbakır’dan Hasret eklendi. EMEP Milletvekili Sevda...

Bornova Kadın Dayanışma Derneği, 25 Kasım öncesi k...

Bornova Kadın Dayanışma Derneği düzenlediği kahvaltıda 25 Kasım öncesi kadınlarla buluştu. Etkinlikt...

Malatya’da emniyetten kadın işçilerin sendikal faa...

Malatya’da BİRTEK-SEN üyesi iki kadın işçi kocaları ve babaları aranarak emniyete çağırıldı, sendika...