Dönüşen gündüz kuşağı programlarında değişen bir şey yok
‘Dramatikleştirme, şiddetin farklı türlerini yaşayan izleyiciler üzerinde ‘Benim yaşadığım bu kadınınki kadar feci değil, ben daha o noktaya gelmedim” gibi bir duygu oluşması riski yaratıyor...’

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin “reyting” malzemesi haline getirildiği televizyon programlarında son dönemde bir “yenilenme” var. Muhabir, haberci, tartışma programı, ana haber bülteni sunucusu kadınlar gündüz kuşağına geçti ve görünen o ki kadına yönelik şiddet, çocuk istismarının toplumda yarattığı etkinin, öfkenin, toplumun geniş kesimlerinin bu konudaki artan hassasiyetinin ekmeğini yemek isteyen piyasacı anlayış, madende yeni bir damar keşfetti.

Didem Yılmaz Arslan onlardan biri. Bu hafta, programında ekrana çıkardığı iki şiddet mağduru kadının yayına bağlanan akrabalarının Kürtçe konuşmasına izin vermemesiyle gündem oldu Arslan. Gazeteci Ece Üner de geçtiğimiz haftalarda “Susma” adlı yeni programı için hazırlanan tanıtım filminde katledilen bir kadının kızının hafızalara kazınan sesini kullandığı için tepki toplamış, tepkiler büyüyünce aşırı ajitasyonlu bir açıklamayla “çığlığın tek bir kişiye ait olmadığını” savunarak, “o çığlığın tüm kadın katliamlarına, çocuk istismarına dair atılmış bir çığlık olduğunu” söylemiş, kendisini de bu çığlığı gösterecek kişi olarak imlemişti. TV 8’de yayınlanan “Paylaş Benimle” adlı programda da şiddete uğrayan kadınlar, yaşadıklarını anlatıyor. Aralarında isimlerini çok iyi bildiğimiz Çilem Doğan, Mutlu Kaya, Berfin Özek gibi çok sayıda kadın var. FOX TV’de yayınlanmaya başlayan benzer bir program “Fulya ile Umudun Olsun”da da şiddet hikayelerini görüyoruz.

Metropoll’ün toplumun kadına yönelik şiddetle ilgili algısını ölçen bir araştırması gösteriyor ki, halkın yüzde 89’u kadına ve çocuklara yönelik şiddetin son yıllarda arttığını düşünüyor, yüzde 85’i bu artışta alınmayan önlemlerin etkili olduğunu söylüyor. Pek çok çalışma, kadınların başlarına bir şey geldiğinde devletten daha çok kadın örgütlerine güvendiğini gösteriyor. Şiddetin çok boyutlu bir biçimde gündelik hayatın çok önemli, temel bir sorunu haline gelmesi, toplumsal öfkenin artması, adaletsizlik duygusunun katmerlenmesi bu konuyu reyting pastası haline getirmek isteyen büyük yayın şirketlerinin uzun süredir dikkatinde zaten. Ancak son dönemki programların önceki dönemlerdekilerden önemli bir farkı şu; şiddete uğrayan kadınlara sanki kendilerini anlatma, konuşma, sesini çıkarma olanağı veriyormuş gibi yaparak, aslında “susmayan kadınları” televizyonların reyting diline tercüme ediyor.

Elbette kadınların yaşadıkları şiddeti anlatabilmesi, hem şiddeti yaşayan kadınlar için hem de benzer hikayelere sahip olan kadınların “yalnız olmadıklarını” görmeleri için oldukça önemli. Ama bu yayınların kadınları güçlendirdiğini söylemek mümkün değil. Bu programlarda konuşan kadınların, bu programların çeşitli biçimlerde yeniden yarattığı “şiddet dilini” konuşmak zorunda bırakıldığını görüyoruz.

Bu yayınlar öncelikle yaşanan şiddeti “arkası yarın…” biçiminde bir pembe dizi haline getiriyor. Hikayeyi kişiselleştiriyor, şiddetin şiddet yaşayan kadının ve şiddet failinin “tercihleri” nedeniyle yaşanan “özel bir sorun” olarak algılanmasına neden oluyorlar. Meseleyi tekil bir vahşinin hezeyanı ve korkunç eylemi olarak sunduğunuzda, sorunun nedenleri, sorumluları, toplumsal-siyasal boyutları, önlemlere ve taleplere ilişkin kısmı atlandığında konu hep birkaç münferitin ortadan kaldırılmasıyla çözülecek bir konuya dönüştürülüyor.

Şiddetin politik nedenlerine asla dokunmadıkları için bu programda anlatılanlar bir çeşit travma tetikleyici içerikler haline geliyor, şu an şiddet tehdidi altında olan kadın izleyicileri de güçlendirmekten çok çaresizlik, kaçınılmazlık, önlenemezlik duygusu veriyor. Ki bu gerçekten çok tehlikeli… Hem şiddet ortamından uzaklaşmak için güç bulmaya ihtiyaç duyan kadınlar ve çocuklar için çok tehlikeli, hem de herkesin kendi adaletini aramak zorunda bırakıldığı derin bir adaletsizlik çukuru kazıldığı için…

Dramatik unsurlar, uzun zoomlar, alttan verilen ağlak müzikler, korkutucu efektler, kadınların, çocukların çığlıkları eşliğinde hazırlanan görüntüler, zaten halihazırda şiddet tehdidi altında olan kadın ve çocuklar üzerinde güçlendirici bir etkiden ziyade sinme, kapanma, korku, çaresizlik duygusu yaratıyor. Bu kadar dramatikleştirme, şiddetin farklı türlerini yaşayan izleyiciler üzerinde “Benim yaşadığım bu kadınınki kadar feci değil, ben daha o noktaya gelmedim, neyse benimki o kadar da önemli değilmiş” gibi bir duygu oluşması riski yaratıyor, şiddeti derecelendirdiği ve en öne en dramatik olanı yerleştirdiği için farklı şiddet olayları “olabilir böyle şeyler” derecesine indiriliyor. Bu da şiddetten kurtulmak için başvuru süreçlerine sekte vurabilir.

Bu programlar şiddetin yalnızca yaşandıktan sonraki görünümlerine odaklandıkları için şiddeti bir çeşit “adli suç” haline getiriyorlar. Bu da şiddetin bir sonuç olduğunun, önlemek için devlete, topluma, aileye, çevreye düşen sorumluluklar olduğunun, şiddetin önlenmesinin kamusal bir sorumluluk olduğunun, meselenin sadece şiddet yaşanıp zararları ortaya çıktıktan sonra gündeme gelecek bir mesele olmadığının üstünü örtüyor. Bu türden programların hiçbir biçimde hak, hukuk, adalet, toplumsal mücadele, dayanışma, birlikte hareket etme gibi bir perspektifi yok.

Kadına yönelik şiddet, iktidarın tüm normalleştirme çabalarına rağmen toplumun en çok politikleştirdiği konulardan biri… Bugün toplumda pek çok konu ayrışma ve kutuplaşma konusu olabiliyor, ama bizim gözlemimiz, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, hangi inanca sahip olursa olsun geniş kesimlerin gözünde “hükümetin durdurmadığı, engellemediği, yargısıyla, kolluğuyla, şiddet faillerine bilerek yol verdiği, sınıfta kaldığı” bir mesele. Bu programların bu zemindeki toplumsal öfkeyi geçirdiği elek de tam da bu nedenle çok önemli.

Kolaj görselleri: Ekran görüntüsü 'Didem Arslan Yılmaz'la Vazgeçme' YouTube kanalının 'Urfalı kardeşler halalarıyla yüzleştiler!' başlıklı videosundan alınmıştır / Ece Üner ile “Susma” programı fragmanı/  “Paylaş Benimle” programı fragmanı / “Fulya ile Umudun Olsun” programı fragmanı. 

İlgili haberler
‘Üç harflileri’ tepemize çıkartan haberler

Evimizden çıkmayıp televizyon izleyerek hem dışarıdaki dünyanın dehşetinden korunur, hem üzerine kon...

Tedirginliğin seyirlik hali: Reality Showlar

Reality Show izleyicileri birçok travma tetikleyici olabilecek içeriğe sıkça maruz kalıyorlar. Bizle...

Bir kadın programı ve ilişki terapistinin düşündür...

Gündüz saatlerinde yayımlanan bir kadın programı. Programda kendini aile, evlilik terapisti olarak t...