EMEP KADIN İŞÇİ BULUŞMALARI RAPORU: Krizin ağır yükünü kadınlar çekiyor
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde, EMEP’in kadın işçilerle buluşmasının ardından hazırladığı rapor, ekonomik krizin yükünün nasıl kadınların omuzlarında olduğunu gözler önüne seriyor.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, bu yıl ekonomik krizin sarsıcı etkilerinin kendini iyiden iyiye hissettirdiği koşullarda karşılanıyor. Yoksullaşmadan, ağır çalışma ve yaşam koşullarından, şiddetten, ayrımcılıktan, hak gasplarından en çok etkilenen kadınlar da krizin etkilerini de en ağır biçimde yaşıyorlar. Emek Partisi (EMEP) de krizin kadın işçi ve emekçilerin hem çalışma yaşamında hem de ev yaşamında yarattığı sorunları açığa çıkarmak, kadınların ortaklaştığı talep ve beklentileri somut bir biçimde ortaya koymak için ülkenin her yerinde kadın işçi buluşmaları gerçekleştirdi. Yüzlerce kadınla görüşülen buluşmaların sonuçlarını rapor olarak açıklayan EMEP’in açıklamasında “Kadın işçi buluşmalarının yalnızca ağır yaşam ve çalışma koşullarına ilişkin tabloyu ortaya koymakla kalmayacağını, krize karşı mücadelenin de dayanaklarından biri olacağını düşünüyoruz.” denildi.


KADIN İŞÇİLERİN KRİZ ALGISI: ZENGİNE YOK, FAKİRE VAR
Buna göre görüşme yapılan kadınların büyük bölümü ekonomik krizi öncelikli olarak hayat pahalılığıyla, geçim sıkıntısıyla ve alım gücünün düşmesiyle özdeşleştiriyor. Krizin nedeni konusunda cevapların çoğunluğunu “hükümet politikaları” başlığı altında toplanıyor. Aydın’da şu an direnişte olan gıda işçilerinin anlatımları da raporda yer alıyor: “Krizin nedenine gelince, valla anlayamıyoruz. Neden insanların bu kadar zor durumda olmaları umurlarında değil anlayamıyoruz. Kriz neden patronlara, vekillere, zenginlere değil anlamıyoruz. Kriz sadece yoksullar için var bu ülkede. Kriz fakire var zengine yok.”
Görüşülen diğer kadınların krize dair düşünceleri şöyle:
-Hükümetten kaynaklı. Hayvancılık yok edildi. Tarım yok edildi. Bütün fabrikalar kapatıldı. Özelleştirildi. Bunların krize sebep olduğunu düşünüyorum. (İstanbul, İkitelli)
-Kriz deyince ekonomi geliyor aklıma, dış borçlar krizlere sebep oluyor. Yapılmaması gereken ithalat ve ihracatlar yapılınca kriz kaçınılmaz oluyor. Gelir ve giderler tutmadı. (İstanbul, Küçükçekmece)
-Dolar yükselince her şey yükseldi. İçeride olan fabrikaları kapatıp dışarıya bağlandık bu yüzden de dolar yükseldiğinde kriz oldu ülkede. (Kocaeli, tekstil işçisi, 19 yaşında)
-Ekonomik kriz deyince aklıma soğan fiyatları geliyor. Tanzim satış noktalarındaki kuyruklar geliyor. Krizin sebebini AKP olarak görüyorum. Eskiden çiftçiye değer verilirdi artık verilmiyor. Kesinlikle mevcut iktidar sebep oldu. (Kocaeli)

KRİZDE DAHA YOĞUN ÇALIŞMAK ZORUNDA BIRAKILANLAR
Kriz, kimi işyerlerinde üretimin durdurulmasına veya yavaşlatılmasına sebep olurken bazı işyerlerindeyse tam tersine üretimin hızlandırılmasının gerekçesine dönüşüyor. Yine rapora göre üretim ve satış hedeflerini yüksek tutarken çeşitli bahanelerle işçilerin primlerinden keserek emek maliyetini düşürmek sıkça rastlanan bir yöntem. Görüşülen birçok kadın “Prim kesilir korkusuyla daha çok çalışıyoruz” cümlesini kuruyor. Kocaeli’deki bir tekstil firmasında çalışan kadınlar da bazen mesai saatlerinin 24 saati bulduğunu belirtirken, bir plastik firmasındaki kadınlar önceden iki kişinin bir makinede çalıştığını şimdiyse bir kişinin iki makineye baktığını belirtiyor.


KRİZDE İŞYERİ: GÖZETİM, AŞAĞILAMA, ZORBALIK
Kriz sürecinde patronların emek süreci üzerindeki denetimi ise her zamankinden daha baskıcı bir halde. Rapora göre performans kriterleri, müşteri memnuniyet anketleri, ‘gizli müşteri’ denetimleri, tutanak tutma, kamerayla izleme gibi yöntemlerle genel olarak işyerleri giderek despotlaşırken, özellik olarak da kadınların maruz kaldığı mobbing, taciz ve ayrımcılık örneklerinde artış yaşanıyor. Örneklerden biri Kocaeli’de metal işkolundaki bir fabrikadan. Biri omuriliğine çok yakın olmak üzere sağ kolunda üç tane fıtık olan ve şiddetli baş ağrıları çeken 24 yaşındaki bir kadın anlatıyor: “Raporlu olduğum dönemde fabrika müdürü aradı, neden işe gelmediğimi sordu. Normalde kesinlikle aramazlar ama son zamanlarda üzerimizde baskı arttığı için bizi kontrol etmek amacıyla arıyorlar. Yoğun bir tempoyla çalışıyoruz, günde 2000 piston üretmemiz isteniyor. Üzerimizde kameralar var ve bu strese neden oluyor.”

Hemen hemen her işkolundan duyduğumuz bir kaygı da “tutanak yemek.” Depo işçisi bir kadından yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Sekiz saat çalışmamıza rağmen çalışma tempomuz on iki saate denk geliyor. Bu yoğun tempoyu kabul etmek zorunda kalıyoruz. Çünkü tutanaklarla bizi korkutuyorlar. Her tutanak primlerimizden kesilen ücret anlamına geliyor. Bu nedenle de çoğumuz ses çıkaramıyoruz. Bizim depoda tutanak yediği için işten atılan işçiler de oldu. ‘Sebilden su içtin’ denilip tutanak tutulan arkadaşlarımız var. Su içmek insani bir ihtiyaç olmasına rağmen ‘çalışırken su içip kaytarıyorsun’ diye tutanak tutuluyor. Çalışanlar işten çıkmaya zorlanıyor ve bu şekilde kendileri çıkartmamış da biz çıkmışız şeklinde ifade ediliyor. Kriz süreçlerinde daha az insanla daha fazla iş yapmak ve de işlerin yoğun olmamasından kaynaklı daha az işçi barındırmak kaygısıyla bu uygulamalar yapılıyor”

‘HASTAYI KAÇIRMAMAMIZ İÇİN BASKI VAR’
Sadece üretim sektörlerinde değil hizmet sektörlerinde de baskı artıyor. Özel bir hastanenin hasta kabul bölümünde çalışan 26 yaşındaki bir kadın anlatıyor: “Ekonomik krizle birlikte gelen hasta sayısı azaldı, bu yüzden de gelen hastayı kaçırmamamız için üzerimizde baskı var. Kısıtlamalar arttı, mesela daha önce hastaların oturduğu banklarda oturabiliyorduk artık buna izin verilmiyor.”

KRİZDE ‘KIDEM SIFIRLAMA’: BU NASIL GÖNÜLLÜLÜK?
Raporda kriz sürecinde patronların ‘gönüllü çıkış’ denilen uygulamaya sıkça başvurduğu belirtiliyor. Kıdem tazminatına ek olarak ‘bonus’ adı altında 20 bin TL’ye ya da 14 maaşa varan ödemeler yapılıyor, sendikalı, kadrolu ve kıdemli işçiler işten çıkarıldı, çıkarılıyor. Özellikle kredi borcu gibi uzun vadeli borçları olan işçilerin tercih etmek zorunda kaldığı bu uygulama, diğer ücretli ya da ücretsiz izin uygulamalarıyla birlikte, birçok işyerinde bizzat sendikalar tarafından yönetiliyor. Bursa’dan bir metal işçisi şöyle anlatıyor: "Bizim fabrika Türk Metal’de örgütlü. Krizi bahane ederek patronlar işçi çıkarmaktan bahsetmeye başlayınca, sendikacılar bizi ücretsiz izne çıkmak için ikna etmeye çalıştı. Biz tepki gösterince bölüm bölüm ücretli izne çıkarıldık. İzinler bitip dönünce işten çıkarılan çok kişi oldu. Sendika önce ‘İşten çıkmak isteyen varsa çıksın, tazminatınızı ödeyecekler,’ dedi. Zaten koşullar ağırdı, sürekli vardiyalar değişiyor, iş ağırlaşıyor, insanlar buna dayanacağıma tazminatımı alır çıkarım diye düşündüler, gönüllü işten çıkmaya çok işçi başvurdu. Bu sefer de ‘Çok işçi çıkmak istiyor, tazminatın hepsini vermeyeceğiz,’ dediler. İnsanlar ona da razı oldu. Ben bu razı gelmede artık mobbinge varan sıkıştırmalar, davranışların da etkisi olduğunu düşünüyorum. İstifamızı basıp çıkalım diye ellerinden geleni yapıyorlar. Ben 10 yıllık işçiyim, ağır iş yapıyorum, 2800 lira alıyorum. Geçinemiyorum. Tazminatımı alıp çıksam başka yerde iş bulabileceğimi düşünmüyorum kadın halimle.”


KRİZDE İŞYERLERİ: SANIRSIN HUZUREVİ!
Krizin yarattığı yoksulluk hali emeklilik yaşı gelmiş birçok kadını işgücü içerisinde çekiyor. Orta yaş ve üzeri kadınların yeniden istihdama girmesi farklı şekillerde gerçekleşebiliyor. Belirli bir prim sayısını dolduran kadınlar emekli olabilmek için bankadan kredi çekiyor, bu sefer de krediyi ödeyebilmek için tekrar çalışmak zorunda kalıyor. Kayıtlı istihdamda yer alan, eğitim seviyesi yüksek, 20’li ve 30’lu yaşlardaki görüşülen neredeyse tüm kadınlar asgari ücrete çalışıyor. İstanbul’un Eyüp ilçesinde bir AVM’de çalışan kadın, “Mağazada çalışanların çoğu lisans mezunu. Kendi alanlarında iş bulamadıkları için mağazalarda çalışmak zorunda kalıyorlar.” diyor.

KAYIT DIŞINA ASGARİ ÜCRET BİLE YOK!
Raporda kayıtdışı ve güvencesiz çalıştırılan birçok kadının asgari ücretin altına çalıştığı gözlemleniyor. İstanbul’dan bir tekstil işçisi şöyle anlatıyor: “Sosyal hakları daha iyi olan bir işyeri bulup çalışmak istiyorum ama yapamam. Tanıdıklarıma sordum ya maaşları düzgün ödenmiyor ya da işten çıkarmalar başlamış.” Mülteci kadınlar sömürü karşısında daha da savunmasız durumda. Küçükçekmece’den bir tekstil işçisi anlatıyor: “Patron kafasına göre belirlediği bir miktarı herkesten geri alıyor... Gürcistanlı bir kadın işçi arkadaşım kendisine 1700 lira verilmesine tepki gösterdiği için müdür tarafından küfre maruz kaldı.”

MÜCADELE ETMEK İÇİN DAHA ÇOK SEBEBİMİZ VAR
Rapor aynı zamanda kadınları giderek daha fazla oranda güvencesiz ve niteliksiz işlere mahkûm eden, bakım yüklerini arttıran, şiddeti derinleştiren, kadınları çaresizleştiren sömürü koşullarının kriz sürecindeki görünümlerine dair veriler sunan bu tablonun kadınların mücadele etmek için daha çok sebebi olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
Rapor şu ifadelerle son buluyor: “Kadınları giderek daha fazla oranda güvencesiz ve niteliksiz işlere mahkûm eden, bakım yüklerini arttıran, şiddeti derinleştiren, kadınları çaresizleştiren sömürü koşullarının kriz sürecindeki görünümlerine dair veriler sunan bu somut tablo, kadınlara reva görülen koşullara karşı, bu sömürüyü sınırlayacak ve nihai olarak da engelleyecek mücadelenin güncel taleplerinin ne olabileceğine de ışık tutuyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için binlerce kadını bir araya getiren sebepler; yoksulluk, işsizlik, kriz, eşitsizlik ve şiddet. Bunlar yeryüzünden silinene kadar mücadele etmek zorundayız. Çilesini emekçi kadınlara yaşattıkları bu krizi sermayenin krizine çevirmek zorundayız!”


‘HER ŞEYİ KISTIK YİNE DE DOĞRULAMIYORUZ’
Sosyal yaşam, dinlence ve eğlenceye yönelik harcamalarda kısılmanın gıdaya ve sağlığa da sıçradığı belirtilen raporda İstanbul, Tuzla’dan bir kadının anlattıkları durumu özetliyor; “Bir sürü şeyden kıstık ama yine de doğrulamıyoruz. Çocuğu servisten aldık. Evde yanan 4 petekten üçünü kapattık, 1 taneyle ısınmaya çalışıyoruz. Kendim ekmek yapmaya başladım. Eşim kışın başından beri altı delik ayakkabıyla işe gidip geliyor. Yine de hiçbir şeye yetişemiyoruz. En çok çalışan biziz ama boğazımızı zor doyuruyoruz.” Rapora göre kadınlar krize karşı doğrulabilmek için birçok tedbir yolu deniyor. Ailelerin aldığı ilk tedbirlerden biri olarak hanedeki yetişkinlerin giyim masraflarından kısmak, kadınların sökükleri tamir etmesi, çocuklara aile ve akrabalardan bir büyüğün küçülen kıyafetlerine bulma, marketlerde indirimleri arama... “Çocuklarıma meyve alamıyorum” cümlesi ülkenin farklı farklı yerlerinde çokça yankılanan bir söz. Raporda ayrıca askıda ekmek kampanyasından yararlanmak için kadınların çok erken saatlerde çocuklarıyla dışarı çıkmaya mecbur kaldığı, kışın kış sebzelerini bile alamadığı, kurutmalık ve konservelerin hala bir dert olduğu, doğalgaz sobalı evlerin kömür sobasıyla ısınmaya başladığı ifade ediliyor. Ayrıca hanelerin birleşerek masrafları kısması da krize karşı alınan tedbirlerden biri. Aynı zamanda ücretlerin ve tasarrufların dahi yetişmediği ev ekonomisinde birçok kadının yeni işlerinden biri de “ek gelir” elde etmek. Ev temizliğine ve merdiven silmeye gitmek en sık rastlanan ek işlerin başında geliyor.


KRİZ GERİLİMİ BESLİYOR, GERİLİM ŞİDDETİ...
Sürekli çalışma ve sürekli kısma hali aile içinde gerilimlere neden oluyor. Hizmet sektöründen bir kadın anlatıyor; “Annem bir yere gidecek babamdan para isteyince o da az verince kavga ediyorlar. Annemle babamın tek kavgası bu yüzden oluyor.” Kadınlar ev içerisinde bozulan psikolojinin de yükünü de taşıyor bir yandan. Bursa’da 2 çocuklu 37 yaşındaki metal işçisi, krizin yarattığı psikolojik şiddeti anlatıyor: “Sürekli vardiya değişimi var işyerinde. Günde 4 saat uyku uyuduğumda ‘Oh bugün çok uyudum’ diyorum. Kocam hiç bu kadar uzun süre işsiz kalmamıştı. Bütün gün sadece uyuyor. İnanın kendimi işe hazırlamaktan, çocukları okula hazırlamaktan, evi çekip çevirmekten yıldım. Utanarak söylüyorum; intiharı bile düşündüm, çünkü kendimi çok yetersiz, değersiz hissediyorum…” Bir yandan krizle birlikte artan bu gerilimlerin şiddete dönüştüğü de görünüyor, İstanbul’dan bir işçi anlatıyor, “Benim bir arkadaşım eşi ile beraber çalışıyorlar. Bu işyerinde çalışmak istemiyor. Eşi bundan dolayı şiddet uyguladı. Sen bu işyerinde çalışmak zorundasın... kriz var şu an işten çıkamazsın diyor.” 

KRİZİ ÇOCUKLAR DA DERİNDEN YAŞIYOR
Birçok kadın aşırı yorgunluktan dolayı çocuklarına tahammülünün azaldığını, bu yüzden de suçluluk ve vicdan azabı çektiğini söylüyor. Çocukların da kendi gözlemleriyle krizi anlamaya ve kendilerince “çözüm” üretmeye çalıştığı görülüyor. İstanbul Tuzla’dan bir kadın “Babaları işsiz kaldı, ben de ücretsiz izne çıkınca çocuklar kaygılanmaya başladı. Küçük kızım geçenlerde çok susamasına rağmen gidip kantinden su almamış paramız bitmesin diye. Bana ağlayarak anlattı” diye anlatırken Aydın’dan bir kadın da “En çok çocuklarım için eksik hissediyorum. Durumumuzu bildikleri için pahalı bi şey istemiyorlar. Şu an bi şey istediklerinde çok fazla alamıyorum. Allahım annemiz babamız işine geri dönsün, eskisi gibi geçinelim diye dua eder mi gece yatarken çocuk?” diyor. 


DUYGU DURUM: KAYGI VE EKSİKLİK
Tüm bu ruhsal olarak tüketen koşullar altında kadınların duygu durumunda öne çıkan iki şey var: kaygı ve eksiklik. Kadınlar en çok işlerini kaybetmekten, kriz zamanı işsiz kalmaktan korkuyor. Kadınlar ayrıca çalışmaktan kaynaklı birçok sağlık sorunları da yaşıyor.
Kadınlar kriz sürecinde kendilerine ayırdıkları zaman ve harcamalardan da kısıyor. Kişisel bakımlarını sürekli ertelemek, misafir çağırmamak, sosyal hayatı için harcamalar yapmamak gibi tedbirler alıyorlar. 

Raporun tamamına BURADAN ulaşabilirsiniz.

İlgili haberler
İşçi kadın buluşmalarının gösterdikleri

Çalıştıkları işyerleri ya da alanları farklı olsa da işçi kadınların hepsi aynı ortak sorunu yaşıyor...

Krizi sermayenin krizine çevirelim!

Dışarı gezmelerinden feragat edip ev ziyaretlerine giderken birbirine patates soğan alan kadınlar......

İşyerinde bir işçi kadın buluşmasının ardından...

Denizli’de tekstil işçisi 40 kadın buluştu: ‘Kadınlar bir araya gelince her sıkıntıyı çözüyor...’