Gerçeği en iyi yalanı söyleyen biliyor!
Bu seçimin en kafa karıştıran yönü herkesin hem bir şey kazandığı hem de bir şey kaybettiği bir seçim olması. Ne coşkulu bir zafer var, ne de yıkıcı bir hezimet.

24 Haziran 2018’i not düştük, yılların psikolojik savaşı bir geceye sığdırıldı. YSK, Anadolu Ajansı’na yol verdi; iktidar seçim gününü AA kanalıyla yönetti. Konsantre edilmiş bir gerilim saatler geçtikçe sulandırılarak damla damla zerk edildi. Her damlada geniş bir yelpazeye yayılan muhalefet blokunun tepkisi ölçülerek bir sonrakinin hangi damardan hangi miktarda tatbik edileceğine karar verildi. Muhalefetteki tüm partilerin ilk sıradaki gündemi haklı olarak seçim güvenliğiydi. İktidar da, sandık güvenliği üzerinden tırmandırdığı bu gerilimi kendi için kullanışlı hale getirdi. Muhalefetin ilk sıradaki gündemiyken giderek tek gündemi haline geldi; kendine muhatap olarak YSK’yi seçti.

Oysa bağımsızlığının sonunu ilan eden YSK’nin seçim günü tek işlevi seçim yasaklarının kaldırılacağı saati söylemek oldu. Sahada YSK’nin markaja alındığı yerden AA’ya gösterilen tepkiler etkisiz kaldı. Devletin olanaklarından yoksun olan muhalefetin seçim sonuçlarını izleme ve açıklama kanallarının yavaşlığı karşısında, bütün televizyon kanallarının tek haber kaynağı olan ve adeta bir simülasyon gösterimi yapan AA’nın etki gücü giderek arttı. 24 Haziran günü bütün Türkiye bir ve tek kanal için birden fazla kumanda tuşu kullandı. Sandıklardaki, oy çuvallarındaki, ilçe seçim kurullarındaki reel durumun önemi azaldı, kimin neye inandığı daha belirleyici hale geldi. Buna rağmen muhalefet önemi azalan gündemde ısrar etti, Üsküdar geçildikten sonra bile...

Kritik eşiklerden biri HDP’nin barajı aşmasıydı. Muhalefet için en büyük moral kaynağı olsa da psikolojik üstünlüğü muhalefete geçirmeye yetmedi. HDP’nin barajı aşmasına iktidarın en az muhalefet kadar hazırlıklı olduğu görüldü. Durumun yarattığı moral motivasyonun ne kadar yaygınlaşabildiği test edildi; HDP’nin barajı aşmasını sokakta moral üstünlüğüne çevirebilecek kitlelerin gözü oy pusulalarında kitlenmiş, aklı ise o günün sürpriz bir değişkeni olan MHP’nin meclisteki sandalye sayısına takılmıştı.

İkinci kritik eşik baskın seçimi ilan eden Bahçeli’nin kendi baskın zaferini Erdoğan’ı tebrik ederek ilan etmesi oldu. Haber kaynağı belirsiz yurtdışı bürokrasisinin tebrikleri yağmaya başladı. Davul zurnalar sokağa salındı. Herkesin gözü kulağı muhalefet partilerinin liderlerini ve adaylarını arasa da kitlelere adres olarak sadece sandığı gösteren düşük rütbeli açıklamalar dışında pek bir şey söylenmedi. Milyonlarca insan sandıkları korurlarsa 2. tura kalınabileceğine inandı, inandırıldı. Var gücüyle buraya yüklendi, burayla meşgul oldu. Sokak denenmedi, denenemedi. Mitinglerde birbirine kabadayılık taslayanlar arasında kapalı kapılar ardına ne tür tehditler ve pazarlıklar döndü, bunu bilmemiz bugün açısından mümkün değil. Ama sonucu biliyoruz, ilk taviz kapalı kapılar ardında verildi.

Sokakta pusuya yatırılan paramiliter güçlerin olduğunun bilinmesi… Muhalefet liderlerinin ‘2. tura kalıyoruz’ açıklamalarına fazlaca güvenilmesi… Ya da tam tersi, muhalefet liderlerinin, örneğin, oylara yansıyan CHP-HDP taban kaynaşmasını sokakta yönetemeyeceğine duyulan güvensizlik… İktidarın kolluk kuvvetleriyle halkı çoktan kuşatmış olduğu gerçeği… Birçok sebebi olabilir, birçok sebebi var ama sonuç özetle şu: Bilinçli kendiliğindenlik 24 Haziran’da kitleleri sokağa döküp açıklanan seçim sonuçlarına güçlü bir itiraz geliştirecek olgunluğa erişemedi. Memleketin bir yarısı AA’ya inandı, sandık ve tutanakla oyalanan diğer yarısı da AA’nın açıkladığını doğru kabul etmek zorunda kaldı. Erdoğan’ın psikolojik galibiyeti, muhalefet liderlerinin arz-ı endam etmemesiyle psikolojik bir zafere dönüştü.

Erdoğan’ın geriletilebileceğine ve hatta iktidardan düşebileceğine inanan, bu seçimi “son çıkış” olarak gören milyonlarca insan hayal kırıklığı yaşıyor. Ve bu hüsran seçim sonuçlarının donuk bir fotoğrafını çekiyor, “Her şey bitti…” duygusu muhalefetin yeterince güçlü görünmeyen kazanımlarını “züğürt tesellisi” olarak kodlayıp değersizleştiriyor. Bu duyguların yorduğu akıl, “Kim kazandı, kim kaybetti, neyi kazandı ve neyi kaybetti?” gibi mantıklı soruları soramıyor. Zaten psikolojik zafer tam da böyle bir şey!

Bu duygu durumu dağılıp anlama aşamasına geçildiğinde sorulan ilk soru ise şu: “Yahu ne oldu şimdi? Ne olacak bundan sonra?” Bu seçimin en kafa karıştıran yönü herkesin hem bir şey kazandığı hem de bir şey kaybettiği bir seçim olması. Ne coşkulu bir zafer var, ne de yıkıcı bir hezimet. Erdoğan, daha çok tedirgin bir galibiyet yaşıyor, “Milletimizin sandıkta partimize verdiği mesajı da aldık. Tüm bu eksiklikleri tamamlayacağımıza emin olun” demesi ondan. Seçimin ilan edildiği gün söylemiştik, sayısal çoğunluk elde edebilirler, kaybetmeyebilirler ama kazanamayacaklar, diye. Bundan sonra ne yaparlarsa kaybetmemek için yapacaklardı, yaptılar. Sonuç: yüzde 52.5 Erdoğan, yüzde 42 AKP. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 51.79 ve 16 Nisan 2017 referandumunda yüzde 51.41 alan Erdoğan’a destek yüzde 1 artmış; 12 Haziran 2011’de yüzde 49.9, 7 Haziran 2015’te yüzde 40.9 ve 1 Kasım 2015’te yüzde 49.3 alan AKP yüzde 7’lik bir düşüş yaşamış. AKP birçok ilde 7 Haziran ile 1 Kasım sonuçlarını 7 Hazirana yakınsayacak biçimde ortalamış. Görünen yüzeyde Erdoğan kazanmış, AKP kaybetmiş gibi. Ama zaten partiler düzeyinde ve Cumhur İttifakı içerisinde kartların yeniden karılacağı, ismi değişmese de partilerin bileşenleri ve iktidarın ortakları arasında oynamalar olacağı çok bariz. Erdoğan’ın “Cumhur İttifakı’nın diğer kanadı olan MHP ve Devlet Bahçeli’ye, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun yadigarı alperenlere teşekkür ediyorum. Partilerin ittifak temelinde yarışması milletimiz için de hayırlı olmuştur” sözlerinin ardından “Bakanlarımızı ve bürokratlarımızı belirleyip hemen çalışmaya başlayacağız” demesi yeni paylaşımın startı kabul edilebilir. Bu yeni blokun “uzun bıçaklar gecelerine” gebe olduğunu söylemek falcılık sayılmasa gerek.

İktidarın, lideri öne çıkarıp partiyi geri planda kullanma taktiğinin yarattığı “Reis iyi ama çevresi kötü” algısı oy karşılığını bulmuşa benziyor. Erdoğan ve parti arasındaki oy farkının tek adam rejimine gidişatın ritmiyle tutarsız olmadığını söylemekte fayda var. Seçim süreci boyunca 16 yıldır çöz(e)mediği sorunlarla imajı yıpratılan partinin mevcut kadrolarıyla bir süre daha yürümeye ihtiyacı olduğu da açık. Balkon konuşmasını “3 Kasım 2002 seçimlerinde bizi iktidara taşıdınız” diye başlatıp geçmiş tüm seçimleri tek tek “Yanımızdaydınız…” diye sıralayarak 16 yılı hikayeleştirmesi, gelecek ekonomik ve siyasi krizlerin göğüsleyicisi olarak partiye duyulan ihtiyacın ifadesi olarak okunabilir. Bu yüzden partinin eskiden kazandığı yerde kaybettiği, kaybettiği yerde kazandığı gerçeğini, eski kalelerdeki düşüşleri ve Kürt illerindeki çıkışları bu ihtiyaçla birlikte değerlendirmek zorunda. “Bu seçim sonuçlarıyla milletimiz çok farklı çevrelere o kadar farklı mesajlar vermiştir ki dünyanın tüm siyaset bilimcileri bir araya gelse bunu zor çözer” söylemi bu zorunluluğun farkında olduğunu da gösteriyor.

Zira bu zorunluluk, liberal malzemelerden yapılmış bir truva atının dindar-muhafazakar-milliyetçi tabanda çalışmadığı, faşistleşen rejimin karşısında sağda bloklaşarak durulamayacağı idrakinde zorlanan ana muhalefet için de geçerli. Sağ seçmen, aslı varken çakmasına rağbet etmiyor; onu tavlamak için sağcılaşan bir muhalefetten ziyade, oylarıyla verdiği mesajlar vesilesiyle pazarlık edebildiği bir iktidarı tercih ediyor, görünüyor.

Erdoğan haklı, bölge bölge, il il üzerinde çalışılması, sonuçları geçmiş olay ve seçimlerle birlikte değerlendirilmesi gereken, donuk sayılara bakılarak değil, harekete bakılarak anlaşılabilecek bir seçim bu. Ne de olsa gerçeği gerçeği en iyi yalanı söyleyen biliyor!

İlgili haberler
Meclisin yüzde 83’ü erkek!

24 Haziran seçim sonuçları yine kadınların adının, sözünün, yerinin olmadığı bir meclis aritmetiği o...

Kadın hareketi tartışıyor: 24 Haziran’dan sonra ka...

24 Haziran seçimleri nasıl bir Türkiye tablosu gösterdi? Kadınlar önümüzdeki dönemi nasıl değerlendi...