İrlandalı Başkomiser Gibson aynı bizim gibi
Çok sık sorgulanıyor Gibson amirleri tarafından, işini yapıp yapmadığı tartışılıyor. Ama kendi amiri bu görevi yürütebilme yetenekleri olmadığı açık olmasına karşın o kadar sorun yaşamıyor.

Tamer Karadağlı meselesinin üzerinden epey geçti farkındayım ama benim durup durup aklıma geliyor o sahne. Ödül almış ve konuşma yapan başarılı bir kadın ve hemen arkasında ağzını burnunu oynatan ve kadını küçümseyen bir erkek.

Çok sembolik, çok bilindik. Her birimiz ödülünü alan Nihal Yalçın gibi hissettik hayatımızın pek çok anında. Çok küçük bir işi kotarmaktan, kocaman işleri başarmaya kadar yaşamın pek çok anında o arkamızdaki küçümseyen, ciddiye almayan, önemsizleştiren erkeklerle yaşıyoruz sonuçta.

Bu durumu yaşamamış, bir an için bile hissetmemiş olan kadın yoktur. Başardığı her şey küçümsenen, ciddiye alınmayan, hatta dalga geçilen, “Ne var ki bunda” denilip, küçücük bir sevinç bile kendisine çok görülen kadınlarız biz.

Ev hayatımızdan işe, okuldan, arkadaşlarımızla ilişkimize kadar bütün bir hayat sözünü ettiğim. Her bir anından bahsediyorum, nefes aldığımız her dakikadan. Bir düşünün; bir kadının başarıları ise söz konusu olan hemen erkek sesleri yükseliverir, hemen kendi muhteşem başarılarını anlatmaya başlar, bir süre sonra bakarsınız ki siz dahil herkes onları konuşuyor ve alkışlıyor. Ne de güzel işler başardılar değil mi? Sizin uzun süredir uğraşıp da başardığınız şeyin ne önemi vardır ki o andan itibaren.

Kovid aşısı bulsanız bile kocanızla anılırsınız mesela. Oyuncuysanız “Eşi de bilmem kim…” diye hemen yanına yazılır. Uzun ve geç saatlere kadar çalışmak durumundaysanız, “Kocası da ne iyi adam hiç ses etmiyor, çoluğa çocuğa bakıyor ne güzel” diye erkek alkışlanır. Giyiminiz kuşamınız konuşulur sık sık, yaptıklarınız takdir edilmek durumunda kalındı ise saç baş, giysiler üzerinden bir şeyler söylenir. Çünkü erkeklerin alanı diye tarif edilen alanlardaysanız meslek olarak ya da politika yapıyorsanız mesela, tamamen cinsiyetsiz olmanız beklenir. Topuklu ayakkabılar, makyaj, mini etek ya da hafif dekolte arkanızdan konuşulmasına neden olur.

HASTA, SAPIK CANİLER DEĞİL, İÇİNİZDEN BİRİLERİ…

The Fall tam böyle bir dizi. Kuzey İrlanda Belfast’ta geçen dizi, polis başkomiseri Stella Gibson merkezli bir öykü anlatıyor bize. Kendinin de cinsiyetçi ve erkek egemen tanımladığı bir dünyada işini başarıyla yapan, yapmaya çalışan, zeki, güzel, alımlı, topuklu ayakkabı ve güzel gömlekler giymekten asla vazgeçmeyen bir kadın.

Bir seri katilin izi sürülürken Gibson’ın yaşadıklarını izliyoruz hep birlikte. Kadını merkez alan cinsel hayatı sorgulanırken, kendisine asılan, hatta tecavüz etmeye çalışan amirle mesai harcarken, kendini var etmeye, sözünü dinlenir kılmaya, kısacası işini yapmaya çalışıyor. Elbette yalnız kalıyor çoğunlukla. Cinayetlerin seri katil işi olduğu konusunda ikna etmek bile zaman alıyor.

Çok sık sorgulanıyor Gibson amirleri tarafından, işini yapıp yapmadığı tartışılıyor. Ama kendi amiri bu görevi yürütebilme yetenekleri olmadığı açık olmasına karşın o kadar sorun yaşamıyor. Hatta söz konusu amir Gibson için uğraştığını, çaba harcadığını belirtiyor çoğu zaman. Katille ilgili kamuoyuna bilgi vermek için Gibson hazırlanırken amir geliyor ve kendinin açıklama yapacağını ifade ediyor mesela, çünkü onun da üstleri öyle istiyor.

Burada söz konusu amirin katile duyduğu öfke, “Nasıl böyle şeyler yapan adamlar var dünyada hayret” şaşırması, aslında çok tanık olduğumuz bir şeye işaret ediyor. Demek ki dünyanın her yerinde erkekler, kadınlarla ilişkilerindeki erilliği yok sayarak, başka katil ya da saldırgan erkekleri kınatarak kendilerini bir şekilde aklamaya çalışıyorlar. Gibson tam bu noktada, kendine tecavüz etmeye çalışan biri olduğunu hatırlatarak, erkek şiddetini sapık, tuhaf adam davranışı değil, erkek egemen dünyanın tezahürü olarak tanımlıyor. Nasıl bildik, tanıdık şeyler yaşıyoruz dünyanın dört bir yanında diye düşünerek izledim dizinin her bir anını.

Çok çarpıcı, çok etkileyici bir dizi. Zamanınız varsa, değişik bir şey izleyeyim falan diye düşünüyorsanız izleyin bence. Tüm olay örgüsünün kadın merkezli yazıldığı, baş karakter dahil tüm kadın karakterlerin başarı ile kurgulandığı dizi, kadınların gözünden anlatıyor. Tamamen bu şekilde kurgulanan dizi ve filmlerin azlığını düşünürsek önemli bir yerde duruyor bana kalırsa.

Dünyanın her yerinde benzer hatta benzer değil, tamamen birbirinin aynı şeyler yaşıyoruz. Cinsiyetçi, eşitlikten uzak, kendimizi ispatlamaya ve var etmeye çalıştığımız bir dünya içinde olduğumuz. Sadece işimizi yapmak, yapmaya çalışmak bile özel bir güç, çaba emek gerektiriyor.

Ama görünür de bir mücadele var işte. Var olmaya çalışan kadınlar var. Anlattığım dizi de bu var olma mücadelesinin bir parçası İrlanda’dan ses veriyor bize.

O halde hayatın her alanında mücadeleye devam...

Fotoğraf: Pikisuperstar/Freepik

İlgili haberler
Feride Eralp: ‘Diyanet’in büyüyen etkisi eşitsizli...

Dosyamızın kadın hareketinin Diyanet'in dönüşümünü nasıl değerlendirdiğini ele aldığımız bölümümüzde...

Erdoğan'ın 2022 planı: Kadın Üniversiteleri

2022 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Planı’na göre önümüzdeki yıl çalışmalarına başlanacak projelerden...

Kadınlara verilmeyen koruma kayyım Rektör İnci’ye...

Boğaziçi Üniversitesi rektörü Naci İnci ısrarlı takip mağduru sıfatıyla 14 öğrenci hakkında tedbir k...