İşareti asıl siz fark edin!
'Kadınların ihtiyacı, bu şiddeti özendiren ve cesaretlendiren devletin uydurma sloganları değil. Bugün ihtiyacımız olan, şiddete karşı korunabilmek için devletin tüm görevlerini yerine getirmesidir.'

Geçtiğimiz pazar günü Meclis Genel Kurulunda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının bütçesi kabul edildi. Görüşme -elbette birçok okurumuzun da tahmin edebileceği gibi- oldukça tartışmalıydı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın, “Sıfır tolerans ilkesinden asla taviz vermedik, vermeyiz. Her zaman dile getirdiğimiz gibi, tek bir vaka bile bizim için fazla bir vakadır... Şunu özellikle vurgulamak isterim ki, şiddetle mücadelede en etkili adım erken fark edebilmektir ve asla sessiz kalmamaktır. Bu nedenle; ‘Şiddeti önlemek için işareti fark et, asla sessiz kalma’ diyoruz” ifadeleri muhalefet milletvekilleri tarafından da tepkiyle karşılandı.

Hemen hemen her gün en az bir kadının katledilmesi, devlet tarafından korunması gereken kadınların yalnız bırakılması, cezasızlık gibi birçok politika, Bakan Göktaş’ın “sıfır tolerans” sözlerini zaten boşa düşürür nitelikte. Ancak Bakanın ifade ettiği ve yakın zamanda duyduğumuz başka bir slogan daha var: “Şiddeti önlemek için işareti fark et.” Bu slogan oldukça önemli; çünkü devletin şiddeti önleme sorumluluğunu nasıl üzerinden attığının açık göstergelerinden biri.

Bakanlık, 25 Kasım’da “İşareti fark et” sloganıyla bir kamu spotu yayımladı. Videoda oyuncağına şiddet uygulayan bir çocuğa ebeveynleri müdahale ediyor; otobüs durağına yürüyen ve bir erkek tarafından takip edilen bir kadının yaşadığını, yine otobüs durağında bekleyen başka bir erkek fark ediyor. Durakta bekleyen bu kişi, kadını takip eden erkeğin otobüse binememesi için şoförü uyarıyor; kapı, takipçi erkek otobüse binmeden kapanıyor.

Bakan Göktaş’ın sözleri ve bu kamu spotu birlikte düşünüldüğünde çok önemli bir soru ortaya çıkıyor: Yurttaşlar kendi yaşadıkları ya da çevrelerindeki kadınların yaşadığı şiddeti fark etmedikleri için mi şiddet önlenemiyor, yoksa farkına varıldığında ve kadınların hayatını kurtarmak için mücadele edilirken yalnız bırakıldıkları için mi şiddet katlanıyor?

2025’in ilk 11 ayında en az 264 kadın katledildi, 269 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. Saliha Ozan, Sevilay Yaztırmak, Zeliha Çinibulak, Emine Akpınar, Hatice Gül ve daha nice kadın yaşadıkları şiddeti fark etti ve bu şiddeti devlete bildirdi. Haklarında koruma kararı alındı; ancak bu kararlar uygulanmadığı için öldürüldüler.

Gülhan T, kendisini iki yıldır takip eden ve hakkında aldırdığı uzaklaştırma kararını yedi kez ihlal etmesine rağmen hiçbir yaptırımla karşılaşmayan Mehmet S. tarafından bıçaklanarak katledildi. Gülhan da, Gülhan’ın ev arkadaşı Aybüke Erdoğan da yaşananın şiddet olduğunu biliyordu ve bunu engellemek için harekete geçmişlerdi. Gülhan, şiddetten korunabilmek için defalarca ev değiştirmişti.

Hilal Aktepe, dört yıl önce boşandığı Necip Savaş Demir tarafından katledildi. Hilal de, Hilal’in arkadaşları da “Fark etmişti.” Hatta Demir, Hilal’e sokak ortasında saldırdığında, Hilal’in arkadaşları onu korumuştu. Hilal, birçok kadın gibi Demir hakkında koruma kararı aldırmıştı. Ancak Gülhan’da olduğu gibi, koruma kararına rağmen Demir, Hilal’e şiddet uygulamayı sürdürdü.

Peki kadınlar ve kadınların çevresindeki insanlar şiddeti engellemek için mücadele ederken bu ülkeyi yönetenler ne yaptı?

Yönetenler, kadınların şiddete karşı korunması için temel haklardan biri olan sığınmaevi hedeflerini düşürmekle meşguldü. 2024 yılında var olan 150 sığınmaevini 2026 yılı için 152’ye çıkarmakla övünüyordu. Yönetenler -eğer kadınların mücadelesi olmasaydı- 11. yargı paketindeki infaz düzenlemesiyle kadınları katledenleri, cinsel şiddet faillerini, istismarcıları ve şiddet faillerini, kadınların hayatları pahasına hapishanelerden salıverecekti. Yönetenler, kadınları şiddete uğradıkları evliliklerin içine mahkum bırakmakla; kadınların şiddetten korunabilmesi için elzem olan 6284 sayılı Kanun gibi kazanılmış hakları erozyona uğratmakla meşguldü.

Devlet bir yandan hiçbir sorumluluğunu yerine getirmezken, bir yandan da kadınları şiddetin içine daha fazla hapsedecek adımlar atıyor. Devlet, devlet değil; sivil toplum kuruluşu mübarek; sadece yurt dışından fon alabilmek için kurulmuş ve başka bir amacı olmayan uydurma bir proje ekibi gibi çalışarak, hiçbir utanma belirtisi göstermeden “İşareti fark et” diye bir sloganla ortalığa çıkıyor.

Şiddete karşı farkındalık yaratmak elbette önemli. Ancak bugün Türkiye’deki kadınların ihtiyacı, bu şiddeti yaratan, özendiren ve cesaretlendiren devletin uydurma sloganları değil. Bugün ihtiyacımız olan, şiddete karşı korunabilmek için devletin tüm görev ve sorumluluklarını yerine getirmesidir. Yani işareti asıl görmesi gerekenin kendisi yönetenlerdir. Bunu sağlayacak olan ise, şiddete karşı sevdiklerini, kız kardeşlerini korumak isteyen kadınlar başta olmak üzere tüm işçi ve emekçilerin mücadelesidir. Başka bir yolu yok. 

Fotoğraflar: Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının 'İşareti fark et' videosundan ekran alıntısı

İlgili haberler
Aile Bakanlığı ve MEB bütçesi Meclis’te kabul edildi

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerin bütçeleri bugün Meclis Genel Kurulu’nda görüşülüyor.

Aile Bakanlığının 2026 bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının 2026 bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülüyor.

Aile Bakanlığının 2026 bütçesi: Sosyal yıkım

Aile Bakanlığı; çocuk, engelli, yaşlı demeden yaptığı üç kuruş yardımı kesme peşinde. 2026 bütçesine göre yardım yapılan kişi sayısı düşürülecek, yoksullar daha da yoksullaştırılacak.


  • EN SON
  • ÇOK OKUNAN
  • ÖNERİLEN

Editörden