Mülteci işçi kadınlar: Biz de insanız!
20 Haziran Dünya Mülteciler Gününde metal döküm atölyesinde çalışan mülteci kadın işçiler yaşadıklarını, işyerinde nelere maruz kaldıklarını anlattı.

Paylaşım savaşları, iç savaş, ekonomik kriz gibi birçok sebeple; yaşamak ve daha iyi bir gelecek için binlerce işçi ve emekçi mülteci olarak Türkiye’ye geldi. Suriye’den gelen emekçiler doğrudan savaşın yıkıntıları arasında ülkenin dört bir yanına yayılarak hayatlarını sürdürmeye başladı. Son üç yıldır İstanbul genelinde organize sanayi bölgelerinde, başta İMES olmak üzere irili ufaklı sanayi sitelerinde binlerce mülteci işçi çalışıyor. Mülteci işçiler her türlü hak gasbının yanında insanlık dışı muamelelere maruz kalıyorlar. Özellikle kadın işçiler ucuz iş gücü olarak kullanılmak üzere her gayriinsani davranışların hedefi oluyor. Dudullu Organize Sanayi Bölgesinde, İMES’te, DES ve KADOSAN, KEYAP; MODOKO ve Tavukçuyolu bölgesinde yüzlerce işyerinde binlerce mülteci işçi çalışıyor. Bunların önemli bir kısmı kadın mülteci işçilerden oluşuyor. Daha önce İMES C Blok’ta 125 işçinin çalıştığı metal döküm atölyesinde çalışan son 1 yıldır da DES, KADOSAN’da bulunan metal döküm atölyesinde çalışan mülteci kadın işçilerle, yaşadıklarını, işyerinde nelere maruz kaldıklarını konuştuk.

‘HAKARET VE SÖZLÜ TACİZ BİZE HER DAKİKA REVA GÖRÜLÜYOR’

2 yıldır metal döküm atölyesinde çalışan Özbekistanlı Berçin, ülkesinde çok yoksulluk içinde yaşadıklarını, eşinin polis olmasına rağmen bugünkü kurla 300 dolar aldığını, bununla geçinemedikleri için kulağa hoş gelen telkinlerle Türkiye’de kolay iş bulacaklarına aldanarak, iki çocuğunu annesine bırakarak önce çocuk bakıcılığı, sonrada sanayi sitesinde işe girdiğini söylüyor:

“Ben Çengelköy’de çocuk bakıcılığı için işe başladım yaklaşık 10 yıl önce 500 dolarla. Bu başta bana bir nimet gibi gelmişti. Sonra yaşadığım muamele karşısında her gün ağladım. Sanki hapishanedeydim. Oradan ayrıldım Ataşehir’de başka bir çocuğa baktım. Değişen bir şey olmadı. Çocuk özlemi, hasretlik derken İMES’te bu işyerine girdim. Daha ikinci gün (Türkçe bildiğim için iyi anlıyordum) bana sokakta fahişelik yapıyormuşum muamelesi yaptı erkek işçiler, ustabaşılar. Yemek yemeğe gittiğimizde 6 kadın mülteci işçi arkadaşımla onlarca erkeğin bakışları arasında, çok küfür ve hakarete maruz kaldık. Asgari ücret dediler bize 1500 lira verdiler. Kendi bedenimizi vermek için bizi zorlayanlar oldu. Kendimizi korumak için iyi niyetli erkek işçi kardeşlerimizden yardım aldık. Bu sayede biraz rahat ettik. Tüm erkekler de, erkek işçi kardeşlerimiz de aynı değil. Çekmeköy’de oturuyoruz. Oturduğumuz mahallede de aynı muameleyi gördük. Hiçbir sosyal güvencemiz yok. Sadece çalışma belgesi ve oturum aldık. Yoksa sınır dışı olacaktık. Ama bizim Özbekistan’dan çalışmak için gelenlerin bir kısmı Kadıköy’de fuhuş batağına düştüler. Aileleri yıkıma uğradı. Ben de eşimden boşanmak zorunda kaldım. Kazandığım üç beş kuruşun yarısını annemlere yolluyorum ki çocuklarıma baksınlar. En çok zoruma giden insan yerine konulmamak. Kimseye derdimizi anlatamıyoruz. Biraz itiraz ettiğimizde hemen işten kovulmayla karşı karşıya kalıyoruz. İçimize atıp sıkıntılara katlanıyoruz. Depresyon ilacı kullanıyorum. Gece kabuslar görüyorum. Biz insanız, kadınız biraz saygı… Başka bir şey istemiyoruz.”

‘FUHŞA SÜRÜKLENİYORUZ, KURTULAMIYORUZ’
3 yıl önce Özbekistan’dan İstanbul’a gelen Şahzede ise, sadece ailesinin geçimi için buraya geldiğini fakat sonra mülteci olmanın ne kadar zor olduğunu yaşayarak gördüğünü anlatıyor:
“Ben 15 yaşında evlendirildim. İki çocuğum var. Ablama bırakıp geldim. Kocam beni terk edip Almanya’ya yerleşti. 36 yaşında geldim buraya 40 yaşına varmak üzereyim ama bana ‘60 yaşında mısın’ diyorlar. İnanın buradaki gördüğümüz aşağılanma, dışlanma, taciz, küfür ve hakaretlerden yaşlandım. Öyle lanet şeylerle karşılaştım ki; bize sürtük muamelesi yaptılar. Yemek yediğimiz lokantada kaç kez tanımadığımız erkekler tarafında rezil tekliflerin hedefi olduk. Herhalde ‘Nasıl olsa bunlar anlamaz’, ya da ‘Bunlar biraz para, süslü lafla bizimle olurlar’ diye düşünüyorlar.”
Şahzede’nin bir iddiası da şöyle: “İlk zamanlarda polislere yakalandığımızda birkaç yüz dolar verip ya da cep telefonumuzu verip kurtuluyorduk. Polisler de bize çok kötü davranıyorlardı. Hatta ‘Benimle yat’ diyen bile oldu. Hep ağladım ve Allah’a yalvardım.”
İşyerinde hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadıklarını söyleyen Şahzede, “Asgari ücret bile almıyoruz. İş kanunlarını ve haklarımızı bilmiyoruz. Ev kirası, yemek üst baş biraz da çocuklarımız için boğazımızdan kısıp ablama çocuklarım için gönderiyorum. Bazı Özbek şebekeleri ile Türk fuhuş mafyası çok sayıda tanıdık kadını bataklığa sürükledi. Onlara çok üzülüyorum. İnanın bizi arayanlar var kurtulamıyorlar. Tek istediğim insan gibi muamele görmek” diyor.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

‘USTABAŞI, MÜDÜR, PATRON CANI SIKILAN BİZE BAĞIRIP ÇAĞIRIYOR’

4 yıl önce Türkmenistan’dan gelen Leylazade, önce çocuk bakıcılığı yaptığını ancak hırsız muamelesine maruz kaldığı için o işi bırakmak zorunda kaldığını söylüyor, “İşimiz olsaydı niye bırakıp geleyim buraya? Namusumla çalıştım, evde çalıştığım evin hanımının bir takısı kayboldu diye bana hırsız muamelesi yaptı, eve polis çağırdı, gözaltına alındım. Sonra bırakıldım. Bu işyerinde alüminyum tencere vb. metal eşyalar üretiliyor. Kadın işçiler için bu iş çok ağır aslında. Ama bu işi bulduk diye şükretmemizi istiyorlar. Yabancıyız, mülteciyiz diye bize demediklerini bırakmıyorlar. Biz anlıyoruz, Türkçe de biliyoruz. Biz de insanız. Hiç kadın görmemişler gibi, üstelik çoğu evli barklı ama bizi sokak fahişesi gibi görüyorlar. Nedense mültecilere böyle yaklaşıyorlar. Ben işçiyim, memleketimde de işçilik yaptım. Orada da erkekler hep aynı. Ahlak yok, kültür yok. İlk yıl polis bize çok kötü davranıyordu. Şimdi gece bekçileri, kimlik kontrolü yaparken ‘Fuhuş yapmıyorsunuz değil mi’ diye bizi azarlıyorlar. İşyerinde, ustabaşı, müdür, patron canı sıkılan bize bağırıp çağırıyor. İnsanız, ricam bize insan gibi davranılsın.”

‘YAŞADIĞIMIZA BİLE SEVİNEMİYORUM’
5 yıldır İstanbul’da yaşayan Suriyeli Hanife ise, savaştan zar zor canlarını kurtararak 15 yaşındaki oğlu ile kaçıp, evlerini, tarlalarını, küçük bir bakkal dükkanlarını bırakarak geldiklerini söylüyor ancak burada da hayatın zorlukları peşini bırakmıyor, “Türkiye’nin, Rusya’nın, Amerika’nın, Esad rejiminin politikalarının kurbanı olduk, yüzlerce insanın ölümüne tanık olduk, savaşın acımasızlığına uğradık. Her şeyimizi kaybettik, ailemin yarısı savaşta bombardımanlarda öldü. Bir kısmı kayıp. Yaşadığımıza bile sevinemiyorum. 15 yaşındaki oğlum 20 yaşına girdi psikolojisi bozuk. Uyuşturucuya alışmasın diye bazen kapıyı kilitleyerek işe geldim. Babasını kaybetti, kardeşlerini kaybetti. Bu yetmezmiş gibi burada işyerinde resmen ayrımcılığa uğruyoruz. Horlanıyoruz. Namusumuza laf ediliyor. İnsan olduğuma lanet ediyorum. Hele kadın olmak burada da çok zor. Dul olmak başka bir gözle sana bakmaları anlamına geliyor. Her yerde kadınlar aynı muamelelere tabi oluyorlar. Erkek işçilerle aynı ağır işi yapıyoruz ama aynı ücreti almıyoruz. Bize daha düşük ücret veriyorlar. Servisimiz yok. Sosyal hakkımız yok. Yarın işten atılsak tazminatımız da olmaz. Bu insanlık mıdır? Biraz insaf, biraz insanlık istiyoruz.”

Manşet Fotoğraf: Unplash

İlgili haberler
İstanbul Sözleşmesi’ni savunan İranlı mülteciler s...

Denizli’de İstanbul Sözleşmesi eylemine katıldıkları için gözaltına alınan ve 6 Nisan’da Aydın Geri...

Aydın GGM’de tutulan İranlı mülteciler: Psikolojim...

Denizli'de İstanbul Sözleşmesi eylemine katıldığı için sınır dışı kararı verilen ve Aydın GGM’de tut...

Mülteci kadınları güçlendirmek mümkün

Genç mültecilerle çalışma yürüten ve kamusal yaşamda mülteci kadınlar için güvenli fiziksel alanlar...