Pandemide 25 Kasım: Bugünü doğuran mücadeleyi hatırla!
Pandemi koşullarında ağırlaşan sorunlar bir kere daha gösterdi: ev içinde, ev dışında; yaşamlarımızın maddi koşullarını değiştirmeden bedenlerimizi, haklarımızı, insanlığımızı geri kazanamayız.

Dünya kadınlarının şiddete karşı uluslararası dayanışma günü olan 25 Kasımı, tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi koşullarında karşılıyoruz. Doğal olarak kadına yönelik şiddetin tüm boyutlarını, görünümlerini ve sonuçlarını bu koşullarda tartışmak durumundayız.  

Kapitalizmin başat rüyası pandemide kendine yumuşacık bir yatak buldu; iş gününü uzatma, ücretleri azaltma, birikmiş ücretsiz emeği maksimize etme rüyası bugün pandemi koşullarında tam anlamıyla gerçek oluyor.

Marx’ın “kapitalist birikimin genel yasası” olarak betimlediği şey; yani işçilerin görece yoksullaşması, fazla-kullanılmaya hazır nüfusun durmadan üretilmesi, mevcut birçok işin vasıfsızlaştırılması, kitlesel sayıda işsizin olduğu bir dünyada “işi olanları daha çok emek sağlamaya zorlayan” aşırı çalışma, beraberinde kitlesel yoksulluk, evsizlik, derinleşen eşitsizlikler, kurumsal şiddet ve ev içinde artan, vahşileşen şiddeti getiriyor.

Aşırı çalışma, borç, güvencesizlik, sürekli bir baskı ve tükenmişlik, hep bir sonraki işi düşünme ve bunun yol açtığı sağlık sorunları, depresyon, intihar artışı… Bunlar pandemi öncesi dünyasının tablosuydu.

Pandemide iktidarların sermayeyi gözeten, halkı sürü bağışıklığının pençesinde kaderine teslim eden bilinçli politikası, bu tabloya bir de virüs ya da işsizlik yüzünden hayatta kalıp kalamayacağımıza dair belirsizliği, halkın sağlığı için yararsız, tedarik ve üretim zincirleri için yararlı “önlemlerin” faturalarını, hem ev içlerinin hem de üretim havzalarının kitlesel bir hapishaneye dönüşmesini ekledi.

Çoğu kadın için haftalık çalışma saati 60 saati aşıyor; sabahın ilk ışıklarından gecenin bir yarısına güneş ışığı görmeden çalışılan sanayi devriminin başındaki dönem gibi…

Artan ev içi yükler nedeniyle kendilerine neredeyse hiç zaman ayıramayan, bir sinir krizinin eşiğinde yaşayan, sürekli endişe ve telaş içinde kaygılı ve çocukları ile yeterince ilgilenemediği duygusu yüzünden sürekli suçlu hisseden kadınlar, depresyon başta olmak üzere stresle ilgili sağlık sorunlarından mustarip durumdalar…

Güvencesizliğin yaşamın en başat gerçeği haline getirildiği neoliberalizm koşullarında pandemiyle birlikte yaşananlar, yalnızca hayatta kalma kaygımızı yoğunlaştırmakla kalmadı, aynı zamanda kişiliğinden sıyrılmış, her şeye uyum sağlamaya, işini ve yaşamının tüm insanca gereklerini her an değiştirmeye ayarlı olmaya zorlanan bir var oluş da dayattı. Kadınlar; işsizlerin en uzun süreli işsizleri, çalışanların en kötü koşullarda çalışanları, çifte vardiya yükünün ezilenleri olarak tümüyle güçsüzleştirilen, varoluşları bütünüyle “iş makinelerine” indirgenen bir haldeler.

Koşulsuz itaate ve dayalı toplumsal ve siyasal tahayyül; erkeklere “dışarıda” gösteremedikleri her türlü öfke patlaması için “yumuşak” bir kum torbası olarak kadınları gösteriyor. Kadınların tüm tarihsel kazanımlarını yok etmeye, kadınları tümüyle güçsüzleştirmeye yönelik çok katmanlı saldırılar; itaate dayalı bir toplum hayalinin en temel halkalarından biri.

Nasıl ki işçilerden işyerine girdiği andan itibaren yasaların ve hakların değil, patronların keyfinin, otoritesinin belirleyiciliği altında çalışması bekleniyorsa, kadınlardan da toplumda ve ev içinde medeni hakların değil, erkeklerin keyfinin ve otoritesinin belirleyiciliği altında pısması bekleniyor…Kadınlara yönelen her türlü şiddet cezasızlıkla teşvik ediliyor.

Artan şiddet ve cezasızlık; “henüz” o şiddetin muhatabı olmamış tüm kadınlara da bir göz dağı olarak, çizilen sınırlara riayet etmediğinde başına neler gelebileceğinin bir tasviri olarak gözümüze sokula sokula tekrarlanıyor.

Pandemi koşullarında ağırlaşan sorunlar bir kere daha gösterdi: ev içinde ev dışında, işyerinde ya da sokakta, gündelik hayatta, siyasette ya da ekonomide; yaşamlarımızın maddi koşullarını değiştirmeden bedenlerimizi, haklarımızı, yeteneklerimizi, insanlığımızı geri kazanamayız. Bu; şiddetle mücadele için de geçerli.

25 Kasım, daha önce hiç olmadığı kadar çok bu günü dünya çapında bir mücadele gününe dönüştüren tarihi anlara dönüp bakmayı, hatırlamayı gerektiriyor.

1930’dan 1961’e kadar Dominik Cumhuriyeti’ni yöneten Rafael Trujillo diktatörlüğüne başkaldıran Mirabel kız kardeşlerin diktatörlüğün askerleri tarafından tecavüz edilerek vahşice öldürüldüğü 25 Kasım, kadına yönelik şiddetin devlet şiddetiyle nasıl iç içe geçtiğini, kadınlara yönelik devlet şiddetinin tüm toplumu boyunduruk altına almak için nasıl bir aparat olarak kullanıldığını ortaya seren bir gün. Ama aynı zamanda kadınların mücadelesinin diktatörler deviren toplumsal mücadelenin manivelası olduğunu da gösteren bir gün.

İlgili haberler
Pandemi sürecinde kadına yönelik şiddet artmaya de...

Birleşik Metal - İş Kadın Komisyonu, pandemi sürecinde kadına yönelik şiddetin artmasına ilişkin bir...

Bu enkazı biz kaldıracağız!

25 Kasım, tüm dünyada kadınların bu dünyanın halklar için; kadınlar ve çocuklar için ‘enkaz’ haline...

Sabretmeyeceğiz, acıyı bal eylemeyeceğiz!

Sabredecek takat, acıyı eyleyecek bal kalmadı artık! Bize düşen kendileri saraylarda lüks içinde yaş...