Toprak Anamız Tanrıça Demeter ve kendini yiyen aç Kral’ın hikayesi
Bu efsane sadece bugünü değil, binlerce yıldır süren bir kavgayı anlatıyor. Bir tarafta Tanrıça Demeter Anamız, bir tarafta doymak bilmez krallar...

Yağsa da rahatlasa, diyor önümdeki teyze; çemberi ile terini silerken. On beş gündür bir damla düşmedi, tarlada ne var ne yok kurudu hepten, diye devam ediyor. Otobüs şoförü; küresel ısınma, mevsimlerin akibeti, kuraklık ve sellerden söz ederek Marmara Denizi’ne getiriyor lafı:

— Olacağı buydu, koca denizi öldürdüler. Allah’ım korusun da Karadeniz’e gelmesin sıra.

Arka sıradan genç bir hanım giriyor söze:

— Bunlar daha iyi günlerimiz. Allah’ın sopası yok. Çok azdı millet çok. Kimse, bu da bana yeter, deyip oturmuyor. Hep bana, daha da bana diyor. Ne geldiyse başımıza açgözlülükten geliyor.

İki çift laf da ben ediyorum tabii, otobüsten inmeden. Görüyorumki hepimiz çevre uzmanı olduk. Kötü bir şey değil bu, diyorum.

İndikten sonra da düşünüyorum: Bergamalı köylülerin altın madenine karşı eylemleri, Kaz Dağları’nı korumak için akın eden yüz binler, binlerce HES eylemi, Karadeniz sahilinin nasıl ranta açıldığı, Ege, Akdeniz kıyılarının nasıl yok edildiği, fotoğraflardan tanıdığım bir zamanların yeşil Bursa’sı, Gezi eylemleri, 3. Köprü, Kanal İstanbul’a karşı yapılan kampanyalar, İstanbul’un kocaman bir şantiyeye dönüşü, Yırca’da zeytinlikler, şimdi de İkizdere’de yaşam alanlarını savunan kadınlar geçiyor gözümün önünden daha niceleri ile birlikte.

Marmara Denizi’nin haline gelince da takılıp kalıyor aklım. Nasıl öldürdük diyorum, nasıl engel olamadık, nasıl koruyamadık. Sait Faik’in balıkları geliyor aklıma boğazım düğümleniyor. Ha ağladım ha ağlayacağım.

Ben işin uzmanı değilim ama hepimiz biliyoruz artık, rant uğruna coğrafyamız -denizi, ovası, tası, toprağı ile- can cekişiyor. Yaşam alanlarını savunmak isteyen insanlar da irili ufaklı ses çıkarıyor. Bu eylemlerde kadınlar hep en önde. İkizdere’de bir Tanrıça gibi duran o fotoğraf geliyor aklıma ve sizlere Tanrıça Demeter’in hikayesini anlatmak istiyorum.

Akdenizli hemşehrimiz Tanrıça Demeter toprak ananın ta kendisiydi. Dünyamıza buğdayı armağan etti, insanlara toprağı işlemeyi öğretti. Toprağa ekilen tohumlar hep onun bağrında çatlayıp yeryüzüne çıktı. Toprak Ana Demeter’in beslediği insanlar ve diğer canlılar sonunda yine onun bağrına dönerdi. Toprak Anamız daha önce koynuna aldıkları ile onu harmanlıyor ve bitkilerin gövdesinde tekrar yaşama dödürüyordu. Toprak Anamız yaşamı ve insanları çok seviyordu. İnsanlara tarım yapmayı ve ürettiklerini kardeşçe bölüşmeyi öğretti. İnsanlar çağlar boyunca hep o evrensel barışın izini sürdü, hep onu aradı.

Bu topraklardaki ölümlü kadınlar gibi Tanrıça Demeter de çok acı çekti. Biricik kızı Persofene acımasız Tanrı Hades tarafından kacırıldı ve ölüler dünyasına kapatıldı. Evlat acısyla yanıp tutuşan Tanrıça Olimpos’taki Tanrılara küstü ve Olimpos’u terk etti. Yaşlı bir kadın kılığında dünyamıza geldi ve yoksul insanlar arasında yarı aç yarı tok yaşadı. Birçok diyarı gezdi hatta çocuk bakıcılığı da yaptı. Bakıcılığını yaptığı Triptolemos’a bildiği her şeyi öğretti. Demeter toprak, ışık ve insanın özden kardeş olduğunu anlattı çocuğa. Toprak, ışık ve su gibi insanların ürettikleri de ortak malıydı ve kardeşçe bölüşülmeliydi. Bu bölüşüm yasasına herkes uymalıydı çünkü bu yasa evrendeki birlik ve düzenin zembereğiydi. Bu yasa yürürlüğe girene dek evrende savaş ve kavganın bitmeyeceğini anlattı çocuğa. Triptolemos’u öyle güzel yetiştirdi ki ona tanrısal yetenekler de bağışladı ve onu tüm bildiklerini insanlara öğretmesi için görevli kıldı. Bu çocuk Tanrı dünyanın her yerine gidip Tanrıça Demeter Ana’dan öğrendiklerini insanlara anlattı. Onlara buğdayı, meyveleri ekip biçmeyi ve kardeşçe bölüşmeyi öğretti. Onun öğretileri ile yetişen düşünürler, sanatçılar bu fikirleri yaymak için çalıştı.

Tanrıça Demeter’in koynunda büyütüp beslediği ağaçlarda güzel mi güzel peri kızları yaşardı. Diriyad denen bu peri kızları günlerini ağaçların gövdesinde oynayarak, şarkılar söyleyerek geçirirlerdi. Ağaçların dalları kesildiğinde de çığlık çığlığa ağlarlardı. Tanrıça Demeter dünyamızdaki her bir ağacın, bitkinin, çiçeğin üzerine titrerdi. Evlat acısı çektiği günlerde ağaçlara sığınır, peri kızları ile dertleşirdi. Tanrıçanın Tselya bölgesinde ulu çınarların da olduğu çok güzel bir ormanı vardı.

Teselya Kralı Erisihton bu ormanın ününü duydu ve bir gün elinde bir balta ile ormana geldi. Emrindeki kölelere ulu çınarı kesmelerini söyledi. Peri kızlarının ağlamasına dayanamayan ve emri reddeden köleleri hemen oracıkta öldürdü. Toprak Anamız hemen yaşlı bir kadın kılığında ormana geldi -İkizdere’deki o fotoğraf tam da bu anı anımsattı bana, birçok insan gibi- ve Krala şunları söyledi:

Bak oğlum Tanrıça Demeter’in çok sevdiği bu ağaca kıyma! Tanrıça çok üzülür,öfkelenir. Sonrası da yaman olur.

Kral şöyle yanıt verdi:

Bak kocakarı, çekil karşımdan! Yoksa senin de kelleni uçurturum. Bu bütün ormanı kestireceğim! Kendim ve yandaşlarım için büyük bir yemek ve eğlence sarayı yaptıracağım. Orada bol bol yiyip içeceğim.

Yaşlı kadın kılığındaki Tanrıça Demeter:

Demek yiyip içmek için bütün bu kıyım. Öyle mi? Peki bundan sonra daha çok yiyip içeceksin, der ve ordan uzaklaşır.

Toprak Anamız açlık Tanrıçası Fames sayesinde Kral’ın içine içtikçe artan susuzluk ve yedikçe daha da acıktıran bir arzu koydu. Kral o günden sonra sadece yedi ve içti. Yedikçe acıktı, su içtikçe susuzluktan kavruldu. Hizmetçiler şarap ve yemek yetiştiremiyordu. Kral sarayında ne var ne yoksa yedi. Halkın elindeki avucundakini de sildi, süpürdü. Bütün ülkenin hayvan ve su kaynaklarını tüketmeye başladı ama yine de yetmiyordu. O kadar büyük soluyordu ki havayı da kirletiyordu. Ülke kaynakları yetmeyince komşu ülkelere savaşlar açtı, oraları yağmaladı. Hiçbir şekilde doymayan kral meydanlarda bağıra bağıra yiyecek içecek dilenmeye başladı. En sonunda açlık duygusuna dayanamadı. Kendini parçalayıp yedi, suzuzluğunu gidermek için de kendi kanını içti.

Ne var ki Kral’ın bu doymak bilmezliği bulaşıcı bir hastalık gibi kendinden sonraki krallara da bulaştı.

Elbette bu efsane sadece bugünü değil, binlerce yıldır süren bir kavgayı anlatıyor. Bir tarafta Tanrıça Demeter Anamız ve onun öğretilerini yayan Triptalamos’un yolundan gidenler. Bir tarafta doymak bilmez Krallar...

Fotoğraf: Yakup Okumuşoğlu (@AvOkumusoglu) /Twitter


İlgili haberler
Çevre mücadelesinde bir kadın: Solange Fernex

Fransız politikacı ve çevreci Solange Fernex, 15 Nisan 1934’te Strasburg’da doğdu.

İkizdere taş ocağı olmasın!

İkizdere bizimdir! İkizdereli kadınlar kızkardeşimizdir!

İkizdere’de direnen kadınlar: Bu talana izin verme...

‘İçme suyuna zarar verilecek herhangi bir faaliyet hukuken yapılamaz, hayvanlara vereceğimiz suyumuz...