Anlatacaklarım Fikriye Yenge’nin hikayesidir
‘Çocuğunu erken evlendirmesin kimse. Ne olacak evlenince, başı göğe mi değecek? Diyelim evlendirdi devlet el koysun çocuğa. Baba, baba olsa; ana, ana olsa vermez yavrusunu o yaşta el kapısına.’

Hayat dolu bir komşumuz var; Fikriye Yenge. 35 yaşlarında sanırım. Balkondan balkona konuşmalarla başlamıştır muhabbetimiz. 20 yaşında bir kızı var; arkadaşım. Sık sık onlara giderim bu sebepten. Çay eşliğinde dedikodu yaparız onunla. Bu sohbetlerden biri esnasında anlatmıştı öyküsünü. O sevecen, delidolu, çılgın tavırlarıyla maskelediği yaralarına o gün tanık olmuştum:
“13 yaşındaydım ya da 14 tam bilmiyorum. En büyük kız çocuğuydum. Görücülerim gelip gitmeye başlamışlardı. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Annem iyi bir şey olduğunu söylerdi.” Yüzüne buruk bir gülümseme yayıldı. Ses tonu sabit devam etti:
“Uzaktan akrabalarımızdan birinin oğlu askerden dönmüştü. Kız bakıyorlardı ona. Babası babamla konuşmuş, babam “Gelin isteyin” demiş. Sonra verdi beni. Bir miktar da başlık parası aldı. 2 hafta sonra nişanlandım. Üzerinden bir ay geçti, düğünümü yaptılar.” Sustu bir süre. Düşündü. ‘Amaaan’ dercesine elini savurdu. Buğulu bir sesle:
“Kocamın ailesi kalabalıktı. Tabii ben ne olduğunu daha tam anlamamıştım. Büyük kaynımın çocuklarının yaşları bana yakındı. Onlarla oyun oynardım.” Kocaman bir kahkaha attı. “Evli de olsam çocuktum” dedi. Sustu tekrar. Az önce kahkaha atan o değilmişçesine hüzünle:
“Daha adet görmediğim için kocam bana el sürmezdi. Onunla da oyunlar oynardık. Hiç unutmam kaynanam çocuklarla dışarı çıkıp oynadığım için bana kızmıştı. Biraz da dövmüştü. Küsmüştüm. Kocam mahzun durduğumu görünce, eline beş tane taş alıp yanıma gelmişti. Beş taş oynamıştık.”

Koltuğun üzerine duran dantele uzandı. Çayını aldı eline. Kısa bir süre elindeki bardakla oyalandıktan sonra dantel örtüyü işlemeye başladı. Uzunca bir sessizlik oldu. Ben merağıma daha fazla engel olamayıp sordum;
“Sonra ne oldu?”
Başını kaldırıp bana baktı. Oldukça sakin bir sesle kaldığı yerden anlatmaya devam etti:
“Çok ezildim, çok çektim. 16 yaşımdayken büyük oğlumu doğurdum. Hamileyken odun taşıdım, çamaşır yıkadım, koyun sağdım. Çocuk doğdu, benim çocuğumdu ama ben bilmiyordum çocuk nedir, nasıl büyütülür? Oyuncak bebek gibi gördüm hep. Emzirmeyi unutur oyun oynamaya giderdim. Kaynanam gelir, beni eve götürürdü. Çocuğu kucağıma verir ‘Emzir’ derdi. ‘Gâvurun kızı, bir çocuğa bakamıyor’ diye söylenirdi.” Anlatacağı her şey bitmişçesine sustu burada. Derin bir nefes aldı. Elindeki tığ dans ediyordu adeta.

Gözleri nemlenmişti Fikriye Yenge’nin. Bambaşka bir şey anlatıyormuşçasına, Kaynanası için:
“Bana çok etti ama mekânı cennet olsun. Anamdan görmediğimi ondan gördüm” dedi. Oldukça durağan bir sesle:
“Babama kin tuttum. Beni daha el kadar çocukken verdi elin oğluna. Bir gün gelip hatırımı sormadı. Kocam, Allah ondan razı olsun, hem babam oldu hem kocam hem arkadaşım.” dedi.
“Zaman geçiyor, ama insan unutmuyor. Benim kızım şimdi 20 yaşında, kendi ‘Evleneceğim’ demezse vermem kimseye.” Sonra aniden sinirlendi. Bana ve kızına nasihat edercesine:
“Çocuğunu erken evlendirmesin kimse. Ne olacak evlenince, başı göğe mi değecek? Ezilecek, horlanacak… Diyelim evlendirdi devlet el koysun çocuğa. Baba, baba olsa; ana, ana olsa vermez yavrusunu o yaşta el kapısına.” Elindeki dantele odaklandı, başını kaldırmadı bir daha. Büyük bir özenle tığı ipten geçirip, çiçekler çiziyordu.

İlgili haberler
Gülbeyaz

“Engin bir tarlanın yanı başındayız şimdi... İçimden haykırmak geliyor kendisine; Bak işte, hepimiz...

Şarkısını yeniden yazan kadın: Sakine

30 yaşına vardığında yaşadığı hayatı hak etmediğini fark eden Sakine, kocasına çocukluğundan beri ba...

Gülperi

Nisan ayı deyince, ister istemez yüreğimize serpilen ‘bahar coşkusu’ndan nasibini almayanımız yoktur...