Edebiyat dünyasından kadınlar: Değişim başladı, taşın altına elini koymak gerek
Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... 'Edebiyat dünyasından kadınlar anlatıyor' serimizin 2. bölümünü paylaşıyoruz...

Yazar Pelin Buzluk ve çok sayıda kadının yazar Hasan Ali Toptaş’ın tacizine ve cinsel saldırısına uğradığını açıklamasının ardından edebiyat ve sanat dünyasından hukuk alanına kadar pek çok mecradan kadın sosyal medyada #SusmaBitsin diyerek yaşadıkları tacizi anlattı. Yayınevlerinin yazarlarla ilişiğini kestiği açıklamaları ardı sıra gelirken, kitle örgütlerinden de kadınlara destek açıklaması geldi.  

Ekmek ve Gül olarak biz de edebiyat ve sanat dünyasında patlak veren, bugün çokça mecraya yayılan taciz meselesini, edebiyat dünyasının erkek egemen yapısı içinde kadın edebiyatçıların nasıl var olmaya çalıştıklarını sorduk. Dün ilkini yayımladığımız cevapların bugün ikinci bölümüne devam ediyoruz...


EMEL İRTEM: VARLIK ALANININ GASBI

Bir erkeğin karısına yahut sevgilisine “çocuk” diye seslendiği bir kültürden geçtik… aslında iyimserliğin lüzumu yok geçemedik de. Bu sesleniş aczi, küçümsemeyi onun kendi başına bir şey yapamayacağını, düşünemeyeceğini ve bütün tehlikelere açık olduğunu da belirten o meşum iktidar sorununa yaslanır. Bu bakışın edebiyata yansımadığını düşünmek safdillik olur. Şimdi kimse kadından şair olmaz diyemiyor ama 25-30 sene önce bize deniyordu. Bunun arkasında sıralanan çünküler şöyle vücut buluyordu - çünkü o kendisi şiir - çünkü onun yeterli hayat deneyimi yok- çünkü fıtratında yok - çünkü şairlik için başka bir zeka gerekiyor - çünkü buna gerek yok - çünkü o yazarsa şiirler kime yazılacak- çünkü evlenince zaten yazamayacak- çünkü yeterli donanıma sahip değil-çünkü çok güzel ama çirkinse bir şansı var, çünkü…diye uzayıp giden eril hegemonyanın uyduruk sebepleri iki cümle arasında karşımıza çıkıp duruyordu... Saldırının en alâsı varlığın hiçe sayılmasıdır. İnsanın yok sayılması. Bu ülkede çok aşina olduğumuz bir sorun. Bunun karşısına çıkaracağınız en güçlü eylem yazma eylemidir ki bir imkân alanı yaratır. Dilde eril aklın ekonomisine düştüğünüzde hakikatten de düşmeniz mümkündür. Dilin kudretinden emin olmasak bu işlere soyunmazdık. Bugün sayıca çok olsak da toplumsal cinsiyetin şemsiyesi altındayız. Bizi hiçbir yağmurdan ve güneşten korumuyor. “Gölge etme başka ihsan istemem senden” diyoruz ama kapanmıyor. Bizi izliyor dönüştürmeye çalışıyor bizi takip ediyor. Hâlâ kırılgan ve hâlâ acemi olduğumuza kanaat getiriyor, hâlâ o çocuğun büyümediğinden emin olmak istiyor. Oysa itiraz eden sorgulayan çabuk ikna olmayan cesur ve ne dediğini bilen kadınlar var artık. Edebiyat erkeklerin iktidar alanı değil. Tekrar altını çizeyim en büyük taciz/tecavüz varlık alanının gasbıdır. Bütün saldırılar buradan güç alarak gerçekleşir.

‘İFŞA ETTİM BİTTİ’ DEYİP TÜM BUNLARDAN KURTULABİLİR MİYİZ?

Şimdi böylesi bir iktidar alanında-ki bunu edebiyat dışı alanlar için de söylemeliyiz, rızaya dayalı ilişkiyi/tacizi ayırmak güçtür. Evet ve hayırların yerleri değişir. Evet ve Hayır’ın belirleyiciliğini iktidar sahibine bıraktığımızda o taciz mantığıyla hayırları evet olarak okumaya doğal olarak yatkın olacaktır. Bu yüzden Amerika’da iş hukukunu bu anlamda düzene sokmuşlar, yasaları genişletmişler bunun da sonucu cinselliğin kontrolü olmuş. Mevzu bu kadar derinken sadece “İfşa ettim bitti” deyip tüm bunlardan ve yüzlerce yıllık acıdan kurtulabilir miyiz? Hukuku daha işlevsel ve yararlı kılmak için tüm çabamızı sosyal medyada mı tüketeceğiz? Bunu önemsiyorum elbette ama ifşa ve beyan noktasındaki kuralsızlığın tehlikelerini de görüyorum. Gerçekten bu acıyı yaşayan arkadaşlarımızın beyanlarını zayıflatacak, onlara eklenen gerçek dışı beyanlar yahut kötü niyetle atılı suçlar eril akla hizmet etmez mi? Devlet erkektir ve erkekler bu anlamda yüzlerce yılın tecrübesiyle bizlerden örgütlüdür, birbirlerinin dilini iyi anlarlar. Birkaç adım geri atıp durumu değerlendirelim. Ne olup bittiğini anlayıp neler olabileceğine dair bir öngörüye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Tacizin öbür mecralardaki kurbanlarını da görelim. Mevsimlik veya fabrikadaki işçiyle, mahalledeki terziyle, hastanedeki hemşireyle, bürodaki sekreterle, uçaktaki hostesle ve her gün kocasının tecavüzüne uğrayan evli kadınlarla, oyuncularla bu sorunu yaşayıp susmak durumunda kalan kadın polislerle, seks işçileriyle de karşı koymanın stratejisini yaratalım. Sanal medya dışında da yaratılacak bir toplumsal hareket ve çaba, eşit hayat talebi, İstanbul sözleşmesine sonuna kadar sahip çıkmak ve kendi yaşam alanlarımızda bir eylem bütünlüğü içinde olmak, kalemimizi de bu alanda oynatmaya hazır tutmak yükümlülüğümüzdür. Akılcı ve adil davranmak elimizdeki kazanımlara yenilerini ekler aksi taktirde elimizdekileri de kaybedebiliriz.


AYŞEGÜL TÖZEREN: ERİL DİLİ KIRMAK İSTİYORSAK, ÖRTÜK OLAN ERKEKLİKLERİ ESER İÇİNDE DE GÖSTERMEMİZ GEREKİR

Türkçe edebiyatın eleştirisine baktığınızda, erkek eleştirmenlerin hâkimiyeti olduğunu görürüz. Belki biraz da bundan, ilk eleştiri yazılarımdan birinin adı, edebiyat eleştirisinin özeleştirisi mümkün müydü… Bu hâkimiyetten rahatsız olmuştum, çünkü iyi eleştirinin cinsiyetle ilgisi yoktur. İyi eleştiri, akıl ve cesaret işidir.

Seçici kurullara göz atalım. Son günlerde gündem, öykü ve romandı. Ancak eril tahakkümün daha hükümran olduğu alan şiirdir. Bir şiir yarışmasının seçici kurulunun cinsiyete göre dökümünü sunacağım.

Seçici kurulunun cinsiyet dökümünü sunduğum yarışmada yıllar içinde 25 erkek şaire ödül verilirken, sadece 2 kadın şair ödüle hak kazanabilmiş. Seçici kurulun cinsiyet ayrımcılığı yaptığını kesinlikle belirtmiyorum. Ancak edebiyatta bir vicdan komisyonumuz olsa, bu tablo herhalde onun dikkatini çekerdi.

Edebiyat ve şiirin karar verici alanlarında, hükümranlık yaratacak boyutta erkek hakimiyetinin olması, eserlere gömülü olan eril dili eleştirel bağlamda görünmez kılıyor. 2014 yılında Ankara Öykü Günleri’nde Melike Uzun ve Oylum Yılmaz’la eril dili tartışmıştık. Orada “Kaybedenler Kulübü” filminin yeni erkeklik kodlarını yansıttığını, eserin içinden de tekrar ürettiğini masaya yatırmıştık. Böyle bir merceğe almayı, erkek edebiyatçılarda henüz görmedim. Sözünü ettiğim filmde, “Sayın dinleyen, sizinle daha önce yatmış mıydık?” diye sorarak dinleyici telefonlarını karşılayan radyo programcıları konu ediliyordu. Sizce bu soruyu kadın radyocular sorsa, bu açılış bu kadar kolay kabul edilebilir miydi? İktidar konumunu gizlemeye çalışırken ifşa eden bu yeni erkeklik, geleneksel erkeklikle paralellikler de içeriyordu. Hâlâ orta sınıf, homofobik heteroseksüel, zihinlerinde de, bir sinema eleştirisinde yer aldığı gibi, hâlâ kadınlar hep “suçlu”, erkekler hep “haklı.” Geleneksel erkeklik tipi zaten hâlâ kazanan, ama görüldüğü gibi erkekler “kaybeden” olduklarında dahi antikahramanlık içinden de egemenlik üretebiliyorlar. Eril dili kırmak istiyorsak, örtük olan erkeklikleri eser içinde de göstermemiz gerekir.

Dünyadaki egemen erkekliğin ifşa olduğu girişimlerde, Hollywood yapımcısı Harvey Weinstein örneği öne çıktı ama bir de Lorin Stein vakası var. Burada klasik anlamda bir cinsel taciz yok. Ama yeni bir tanımdan söz edebiliriz, güç istismarı. Stein’ı 2018 yılının başında Yeni e dergisinde yayımlanan “Egemen Erkeklik için Kış Geliyor” yazımda da anlatmıştım. Stein, Paris Review’da editör olduğu sürece, birçok kadına gücünden yararlanarak, cinsel ilişki teklifinde bulunmuş, onunla cinsel ilişki kurmayan ya da ilişkiden belli bir süre sonra ayrılmak isteyen kadınların ürünlerini, çeşitli gerekçelerle dergisinden uzaklaştırmıştı. Burada rıza olsa dahi, gücün etkisiyle üretilmiş bir rıza vardı. Bir erkek gücünden yararlanarak, kadınla profesyonel ilişkisini cinsel ilişkiye doğru evrilttiğinde, kadının rızası olsa da olmasa da nerede olursa olsun, kadın acı çekiyor. Yani güç istismarının kaybedeni hep kadın… Elbette, her erkek Lorin Stein değil. Ancak edebiyatın ve şiirin karar verici alanlarına ilişkin metinlerinde, sözleşme ve yönetmeliklerde, güç istismarını da önleyici ifadeler yer almazsa bu risk hep var. Hem özcü de yaklaşmak istemiyorum, böyle maddeler her cinsel yönelimden bireyi “cinsel ayrımcılıktan” koruyacaktır.

Son olarak, egemen erkekliğin incittiği tüm bireylere, canlılara, hayatta kalanlara, sımsıkı sarılıyorum.


YASEMİN YAZICI: ÇOK ÖNEMLİ BİR BAŞKALDIRI
Erkek egemen yapı, önceki genç kuşaklardan yazar kadınlar için de geçerli bir eril kuşatma olarak, yazın alanında ne yazık ki bugünlere dek süregeldi. Adı açıkça konmamış, kronik bir eril güç baskısı, sistemli ve sinsi bir dayanışmayla, çoktandır kendi benzerleriyle ortaklaşa bir kadın düşmanlığı içindeler. Erkeklerin bir biçimde küçük ya da büyük, kendileri için bir iktidar alanı yaratması zaten doğrudan bir güç temsili. Ve usta yazar/genç edebiyatçı kadın yazar-yazar adayları arasında asimetrik bir dengeye kurarak, özellikle de (kadınlarla toplumsal/cinsel sorunu tamamlayamamış yazar erkekler) elde ettikleri ustalık konumu kullanarak, kendilerine yapıtları üzerinden hayranlık duyan, genç yazar/yazar adayı kadınlara cinsel tacizde bulunmayı olağan erkeklik hali olarak bir hak sayıyorlar. Gerçekte edebiyat alanı, bir usta/çırak ilişkisini kapsayan bir süreçtir. Yazarlar bu ortak alanı birlikte paylaşırlar. Ne var ki -bütün yazar erkekler için geçerli değil ama- kimi erkek yazarlar, bu hayranlığı fırsata çeviriyor ve güç/hak ikiliğinin baskısını kullanmaktan hiç çekince duymuyorlar. Kadın yazarların edebiyatta gitgide artan paylarında, ilk zamanlar kadın duyarlığı gibi azımsayıcı değerlendirmeler, ardından kadın yazarlar gibi söyleyişlerle kadınlığı yazarlıktan öne çıkarmalar ve dahası eleştirilerle, ödüllerle, yazarlıklarını kendi kuşkusuz eril bakış açısından değerlendirerek, özellikle kendilerinden genç yazar kadınlar üzerinde bir tür edebi terbiye bekçisi rolünü üstlendiler. Bizim zamanımızda her yazar adayı/yazan kadın tek başına bunlarla mücadele etmek ya da bu acı iktidar baskısıyla kendi tecridinde yaşamak zorundaydı. Çünkü birbirine yakınmaktan başka birlik olacakları platformlar yoktu. Sosyal medya, yeni kuşak feminist dalganın örgütlenmesini, sesini duyurmasını kolaylaştırdı. Şimdi ise, ilk kez edebiyat alanında taciz sorunu topluma ifşa edildi. Bu anlamda çok önemli bir başkaldırıdır.
SUÇ VE CEZA, SUÇUN ORTAYA ÇIKMASIYLA BAŞLAR
Özellikle önce de değindiğim gibi, usta/çırak ilişkisinin kaçınılmaz bir alanı var edebiyatta. Beğendiğiniz bir yazarla yapıtı, beğendiği yapıtlar ve hayat üzerinde konuşmak değerli bir şey genç bir yazar için. Çünkü önemsediğiniz yazarlar da bir zamanlar genç bir yazardı. Ayrıca ünlü bir yazar için, genç yazarlar aslında yeni bakışların, edebi duruşların temsilcidir. Burada karşılıklı bir denklik vardır sonuçta. Ünlü yazarın hastalıklı güç algısı araya girmedikçe, her iki taraf için de çok verimli süren edebi bir edebiyat dostluğudur. Böyle doğru denklemli birbirini besleyen ilişkiler var edebiyat alanında. Ne yazık ki öte yandan edebiyatın arka sokaklarında, bir aydına hiç yakışmaz kötü niyetler de sistemli bir biçimde kol gezmesini sürdürüyor. Taciz hakkını kullanmakta bir sakınca görmeyen çift ruhlu, Mr. Jackell/Mr.Hayd’lar üremeyi sürdürüyor. Burada kimi edebiyat dinamiklerini dinamitleyenlerse, karşı cinsine hastalıklı bir cinsellikle yaklaşan erkek gücünün sessiz yeminle kutsanmış örtük birlikteliğidir. Taciz, kur yapmakla, flört etmekle hele aşkla, arkadaşlıkla ters orantılıdır. Zaten bu ilişkileri yaşamasını bilemeyenler, tacizin mahkumları oluyor. Sonuçta taciz suçtur. Suç ve ceza, suçun ortaya çıkmasıyla başlar, suçlu suçuna dokunmadığınız sürüce kendisiyle barışıktır. Suç’un çelişkisini zihninde kendi haklılığıyla kıyaslayarak suçluluktan kaçar. Ruhunu teselli eder. Ta ki suç ortaya çıkıncıya dek yüzleşmez, hatta sürdürür suç işleyişini. Onun için suç değildir yaptıkları, kişisel hakkıdır. Böyle bir arınma yaşar. Suç’sa bir başkasının hayat sınırlarına izinsiz girmekle başlar. Ortaya çıkınca trajik olması bu yüzdendir...
ERKEK YAZARLAR ESKİSİ GİBİ RAHAT DAVRANAMAYACAK
Bence bu ifşalar çok şeyi değiştirdi. Bu tür erkek yazarlar, artık eskisi kadar rahat davranamayacaklar diye umuyorum. Bundan böyle edebiyat ortamının erkekleri, öz güçleriyle yüzleşseler çok iyi olacak; ifşayı iftiraya dönüştürmekten, başkaldırıyı linçe benzetmekten geri durup gerçekten kendileriyle hesaplaşmalılar artık. Üstelik bir kısım erkek edebiyatçılar yüzünden, çok değerli kişilikleri olan, kadınlık konusunda sahici bir aydınlanma yaşamış edebiyatçı erkekler içinde zor bir durum oluştu. Bu nedenle erkek edebiyatçılar tam bir yol ayrımında. Öte yandan diğer önemli bir konu; sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Öyle ki kitaplar yayımlandıktan sonra okurlarınındır artık. Asıl olan edebiyattaki niteliğidir. Kitaplar her zaman özgürdür... Değerli bir zihin ürünüdür. Edebiyat zaten büsbütün bir kurmaca alanı. Kişisel hesaplaşmalar kurgusuyla beslenmez. Kesinlikle cezalandırma aracı da olamaz. Öte yandan taciz, toplumsal hayatımızda çoğunlukla kadına özgürlüğüne çelme takma sorunu olarak ortada durdukça, kadınlar kendini savunmak, karşı koymak durumundadır. Bunun terazisi de içimizdeki demokrasi duyarlığıdır. Yaşadığımız olay, bir olgu bağlamında düşünülmelidir. Yoksa hayat tutumunu sevmediğimiz her yazarın kitabını çöpe atarsak, kişisel kütüphanemiz değersizleşir. Ayrıca şunu eklemek isterim, kadınların kadınlığını kullanarak edebiyat alanında güç elde etmesi gibi bir durum şimdilerde çok dillendiriliyor. Böyle bir davranışın erkek/kadın uzlaşması varsa, o da erkekçe edebiyatın dünyasındaki edepli olmayan kuralların eseridir. Yine kadını kullanmanın bir dolaylı halidir. Tüm edebiyat ortamının “Ben neredeyim?” ya da “Nerede kayboldum?” diye bir iç sorgulaması yapması gerek. Bence çok önemli bir başkaldırı. Sonuçta, yazdıklarınızı beğendiler diye kimse sizin hastalıklı ruhunuzu yanında eşantiyon olarak almak zorunda değil... Açığa çıkan bu oldu. Köklü bir değişim başlamıştır. Taşın altına elini koymak gerek.


İlgili haberler
Artık susmayacak kadınlardan korksunlar...

Kadına yönelik şiddet geçmişi olan her erkek ünlü ya da ünsüz korkuyor artık. Korksunlar zaten, kadı...

Edebiyat dünyasından kadınlar: Şimdi artık kadınla...

Edebiyat dünyası ile başlayan ve bugün pek çok alana yayılan taciz ifşaları, erkek egemenliği karşıs...

Gercüş’ten edebiyat dünyasına… Şiddet, taciz artık...

Editörlerimizden Elif Turgut soruyor, Sevda Karaca değerlendiriyor.