Edebiyat dünyasından kadınlar: Hukuk mücadelesinden vazgeçmemeliyiz
Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... Edebiyat dünyasından kadınlar anlatıyor serimizin 5. bölümünde Melis Belkıs Aydın ve Figen Öcal anlatıyor.

Yazar Pelin Buzluk ve çok sayıda kadının yazar Hasan Ali Toptaş’ın tacizine ve cinsel saldırısına uğradığını açıklamasının ardından edebiyat ve sanat dünyasından hukuk alanına kadar pek çok mecradan kadın sosyal medyada #SusmaBitsin diyerek yaşadıkları tacizi anlattı. Yayınevlerinin yazarlarla ilişiğini kestiği açıklamaları ardı sıra gelirken, kitle örgütlerinden de kadınlara destek açıklaması geldi.   

Ekmek ve Gül olarak biz de edebiyat ve sanat dünyasında patlak veren, bugün çokça mecraya yayılan taciz meselesini, edebiyat dünyasının erkek egemen yapısı içinde kadın edebiyatçıların nasıl var olmaya çalıştıklarını sorduk. Serbest kürsümüzün 5. gününde Melis Belkıs Aydın ve Figen Öcal var. 


MELİKE BELKIS AYDIN: EDEBİYATIN KENDİ SORUMLULUĞU ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNÜLMESİ GEREKİYOR 

Her pratiğiyle kılcal damarlarına dek erkek egemen bir iktidar tarafından değil kendi diliyle kendini kurmaya çalışan bir yandan dünyayı bütünüyle anlamaya uğraşmak, özne olma yolunda çabalamak demek. Daha gidilecek çok yol var tabii.

Edebiyat dünyasının yapısal meselesi haline gelmiş tacizin bir terbiye etme pratiği olarak da eril iktidarın sürdürülmesindeki işlevselliğini göz ardı edemeyiz. Buna dikkat etmek gerek, sistematik anlamda taciz, muhatabı kadınları bir terbiye, davranış düzenleme silahı haline gelmiş durumda. Edebiyatın kanon özneleri arasında kadınlara yer açmakta mırın kırın eden bir işleyiş biçimi hâlâ var. Kadınlar kendilerini kabul ettirmek için hâlâ savunma, kedilerini açıklama halindeler. Her alanda patriyarka ile uzlaşan sermayenin isterleri taciz mağdurlarını kendi pazarlanabilirlik ölçütleriyle terbiye etmeye kalkıyor. Bu, mağdurların elinden kendi sözlerini de almaya neden oluyor. Kendisini inşa etmek yerine tacizi tasvir etmekle uğraşmak zorunda kalmak onları özneliğinden ve sözlerinden kovuyor. Çünkü ancak failin kendisine tanıdığı sınırlarda, onun tanıdığı kavramlar setiyle ancak kendisini var edebiliyor. Bu da daimi bir ötekileşme hali. Ve maalesef döngüsel bir çelişki. Bir başka ahlaki sorun da bu konuda sadece kadınların söz söyleme sorumluluğunu taşıyormuş gibi görülmesi. Erkek yazarların da ciddi bir söz söyleme sorumluluğu var. Bence onlara da yöneltilmeli sorular.

Ayrıca edebiyatın kendi sorumluluğu üzerine de yeniden düşünülmesi gerekiyor. Taciz faillerinin edebi iktidarları sayesinde eylemlerine zemin bulmaları demek edebiyatın araçsallaşması demek. Edebiyat, iktidar sahibinin tacizini kuracağı bir araç olacak kadar ne zaman ve neden ikincilleşti? Kimler tarafından yapıldı bu? Buna nasıl izin verdi? Neyi tasfiye etti de böylesi bir alana dönüştü? Pazarlanabilirlikle ilişkisini derinleştirdikçe mi edebi kimliklerini kullanan erkeklerin tacizini sürdürebileceği bir iktidar kozu haline dönüştü? Edebiyat hakikatten vazgeçti de mi yayınevlerinin pazarlama stratejileri genç yazarların harcanma kaygılarını körükleyip onları sessizleştirdi? İktidarın elindeki en ahlaksız terbiye yöntemi olarak tacizi tartışırken yayınevlerinin aradan tek laf işitmeden sıyrılmalarının üzerinde durulmalı biraz. Şimdiye dek hiç mi kulaklarına çalınmadı? Hangi yayın politikaları adaletin kovulduğu böylesi hiyerarşik ilişkilerin önünü açtı? Metnin önüne başka hangi değişkenler geçebildi? Bu karşı dayanışma ağını örenler uzaylılar değil elbette, suyun başındaki somut özneler, bu somut özneler de son derece baskın erkekler. Barthes yazarın ölümünü ilan etmemiş miydi? Demek ki pazarlamak için yazarları diriltmek gerekmiş. Adaletsiz hiyerarşik ilişkiden kastım da kategorik anlamda her usta-çırak ilişkisi değil. Hiyerarşi eşit değildir ama kimi zaman adil olması mümkündür.

Dikkat etmemiz gerektiğini düşündüğüm, genel anlamda bir yöntem olarak ifşanın yargılayıcı konumuna kimi yerleştirdiği. İfşa tek başına kalırsa bu mağdur için bir risk olabilir. Hukuk mücadelesi, en azından tarihe kayıt bırakmak adına kolay vazgeçilmemesi gereken bir yol. Hukuk mücadelesinin etkin yürütülmesinden, dava takiplerinden geri durulmamalı. Yine de kazanımlarımızı azımsamamalıyız.


FİGEN ÖCAL: EDEBİYATTA DA HAYATTA DA YURDUM KADINLAR OLDU

“Usta yazar, eleştirmen, jüri üyeleri” eğer bir arada iseler esasında bir kadın yazar için tehlikeli olacaklarını sanmıyorum. Hatta tersi bile olabilir. Birbirlerine aslında ne kadar eşitlikçi, modern olduklarını göstermek için kadınları destekliyor görünme yönünde bir yarış içinde olabilirler. En azından ifşalardan sonra böyle olacakları kesin.

Asıl tehlike bir kadın yazarla baş başa kalmalarında. İfşalardan da anlaşıldığı gibi, bir arada bulundukları kadın yazar, kimi erkek yazarlar için yazarlık vasfını yitirip sadece bir kadına dönüşüyor. Toplumda, bir kadın olarak kendinden beklenenlerin ötesine geçip dişiyle tırnağıyla mücadele vererek, kendini pek çok niteliklerle donatmış kadınlar için erkekliğe toslamak çok can yakıcıdır, edebiyat dünyasındaki erkeklikler de en yaralayıcı olanlarından olsa gerek. Hele bunlar bir de, ‘usta yazar’ ‘eleştirmen’ ‘Jüri üyesi’ gibi sıfatlara sahiplerse.

Doğrusu ben, cinsiyetçiliğin envai çeşidine, ayrımcılığa, tacize, yaşamımın hatırladığım en erken döneminden itibaren, eğitimim, iş yaşamım boyunca, sokakta, siyasi çalışmalarım içinde bol miktarda maruz kaldım ve daha 20 yaşımda kadın derneği kurucusu, sonrasında da feminist oldum. Yazan kadın olarak erkek yazın dünyasında yer alabilmek için yazmak dışında bir mücadeleye ne isteğim ne sabrım oldu. Bu yüzden hiçbir erkek yazarla bir araya gelme, yazdıklarımı okutma arayışı içinde olmadım. Editörlerinin çoğunlukla erkek olduğu dergilere öykü gönderdim, bastılar bastılar, basmadılar basmadılar. Haklarını yemeyeyim sanırım gönderdiklerimin tamamı basıldı. Dosyalarımı gönderdim, basmayan basmadı, basan bastı. Bazı basmak isteyen de geç kaldı. Burada güzel bir kadına selam gönderiyorum.

“Gün Ortasında Gökyüzü” baskıya girmeden önce yayıncım tarafından bana gönderildiğinde birkaç düzeltmeye özellikle, “Her Nen Bir Sehpanın Üzerinde Duruyor” adlı öykümün isminin, “Her Şey Bir Sehpanın Üzerinde Duruyor” olarak değiştirilmesine itiraz etmiştim. Böyle bir değişikliğin yapılmasının beni öfkelendirdiğini hatırlıyorum , çünkü “Nen” sözcüğü “Şey” sözcüğünden, farklı çağrışımlar taşıyordu ve daha iyi ya da daha kötü oluşundan bağımsız olarak yazarı tarafından yapılmış çok bilinçli bir sözcük tercihiydi. Bir kere Leyla Erbil vardı “Nen” de, Leyla Erbil’de sık sık rastlarız “Nen” sözcüğüne. Benim edebiyatta da hayatta da yurdum kadınlar oldu. Belki babasız bir kadın olarak var olduğum içindir.

İtirazım yayıncımı kızdırmıştı. Diğer itirazlarım dil yanlışları üzerineydi. Aslında ‘düzeltilmiş’ olduğu iddia edilenlerin bazıları yanlıştı ve benim yazdığım halinin doğru olduğunu kanıtlarıyla birlikte yayıncıma göndermem gerekmişti. Sanırım benim, dili kullanmakta acemi bir kadın yazar olduğumu düşünmüşlerdi. Ne de olsa bir HAT değildim. Bir erkek yazarın dosyası olsa o ‘düzeltmeler’ yapılır mıydı? Düzeltmelere itiraz eden bir erkek olsa o denli alınganlık gösterirler miydi? Bilmiyorum. Hiç erkek olmadım. Ama erkek egemenliğinin tüm yüz ölçümünde bulundum.

Bir yazarın esas işi yazmaktır. Elbette her yazar okunmak ister. İfşalar, ifşalara verilen, kendileri de taciz, aşağılama olan kimi yorumlar, özür olmayan özürler bende, yukarıda adını andığım öykümü deli gibi herkese, hatta başlarına silah dayama pahasına, okutma isteği uyandırdı. Çünkü tam da bu süreçte olup bitenlerle, dile getirilenlerle çok ilgilidir bu öykü.

İfşa süreci benim de kendime dönmeme, hatırlamama ve travmalarımın tetiklenmesine yol açtı. Şunu biliyorum, bir kadını en çok yalnız bırakılmak acıtır. Hele kadınlar tarafından yalnız bırakılmak çok can yakıcı oluyor. Bir keresinde üniversiteden en yakın arkadaşıma yöneltilen fiziki tacizi gördüğümde adamın üzerine yürümüştüm, arkadaşım, “Ne yapıyorsun Figen, bu ne düzeysizlik” demişti. Yıllar sonra aynı arkadaşım sokakta ikimize yapılan sözlü tacize tükürerek yanıt verdi.

KADINLARIN YENİ BİR BİLİNÇ YARATMASI GEREK

Edebiyat dünyasına girişte de yalnız bırakıldım. Yazmak isteyen bir grup insan olarak bir yazarlık atölyesindeki tanışmadan sonra birlikte üretmeyi sürdürmek için mail yoluyla paylaşımlar ve tartışmalar yapılan, zaman zaman da bir araya gelinen bir grup oluşturuldu. Ben de dahil oldum. Hatırladığım kadarıyla grupta iki erkek vardı ve çoğunluk kadındı. Mail grubu yazışmalarında kadın yazar adayının öyküsü üzerinden bir tartışma yaşandı. Sonrasında bir erkek yazar adayının hakaretlerine, saldırılarına, maruz kaldım.

Erkek yazar adayı bana saldırarak eğlenmek istiyor ve eğlencesine, diğer insanları da, zaten hiç de güçlü olmayan “yapma, etme” uyarılarını püskürterek, katmakta ısrar ediyordu.

Önden bir “Şengül Teyze” hikayesi anlattıktan sonra, son cümle olarak şunları yazmıştı,

“Yahu ne olur Şengül teyzecilik yapmayın, bırakın oynayalım, kurcalayarak eğlenme fırsatı pek geçmiyor ele.” Bu arada vurgular bana ait değil bizzat yazarına ait.

Bu erkek yazar adayının eğlencesi kursağında kalmıştı ama grubun dışında kalan da ben olmuştum.

O zaman da şimdi de beni asıl üzen, kıran güçlü bir kadın itirazı ve dayanışması ile desteklenmemiş olmaktır. Her biri yazar olmuş gruptaki o insanlar şimdilerde ne düşünüyorlar acaba? Ama insanlar değişir. Belki de aslında değişmiyor da toplumsal bilince ya da kabule bağlı olarak farklı yanlarını ortaya çıkarıyorlar. Bu nedenle var olan kabulleri yıkıp yerine yeni bir bilinç henüz yaratılamasa bile yeni kabuller yaratabilmek çok değerlidir.

8 Mart kitlesel gece yürüyüşlerinden birinde eski haber müdürümle karşılaşmıştım. Hem şaşırmış hem çok sevinmiştim. Çünkü erkek yayın yönetmeninin mobbingine karşı, bu kadın haber müdürü bana ablalık yapmak istemiş, şöyle bir mücadele yöntemi önermişti, “Aslında … seni beğeniyor, biraz şöyle güler yüzlü davransan, huyuna gitsen,”

Kadınlar hiçbir erkeğin ya da birbirlerinin huyuna gitmek, düşünmediğini düşünüyor, hissetmediğini hissediyor gibi yapmak ya da düşüncelerini, duygularını sürekli bastırmak zorunda değil. Bu kabulleri yok edip yeni bir bilinç yaratmaları gerek.

BİRBİRİMİZİ SADECE GÜÇLENDİRMEYE DEĞİL GELİŞTİRMEYE DE İHTİYACIMIZ VAR

Şunu söylemeliyim ki kadına yönelik taciz, tecavüz, istismar her zaman erkeklerin eğlenmeleri, hoş vakit geçirmeleri, kendilerini mutlu etmeleri içindir. Erkeklerin eğlenmek için kadınlara bu yaptıkları çok korkunç değil mi… Kamuoyu, erkeklerin bu eğlenme hallerinin kadınlara neler yaptığının farkında değiller mi… Değillerse, işte buyurun, ifşalar bu farkındalığa olanak sunuyor.

Kadınlar, kadın yazarlar da dahil, birbirleriyle dayanışarak çevrelerine örülen toplumsal cinsiyet duvarlarını yıkabilirler, erkeklerin eğlencelerine dur diyebilirler.

Kadınların, hatta erkeklerin kadın bilinci ile yazdıkları okuna okuna, hem okurlar hem yazarlar olarak -kadın ya da erkek- başka bir yazın dünyasına, oradan da belki başka bir dünyaya doğru yol alabiliriz. Yeter ki kadınlar olarak birbirimizle yürekli, onurlu bir dayanışmayı ısrarla sürdürülebilelim. Yaşadığımız sorunlar, sadece tacize maruz kalanlarla dayanışmakla, tacizcilerin ifşasıyla, belki cezalandırılmasıyla son bulmayacak kadar çok boyutludur. Madem ki bir iddiamız var, kadınlar olarak öncüllerimizi, birbirimizi, kendi küçük gruplarımız dışında yazan kadınların da neler yazdıklarını merak etmeli, yazdıklarımızla ilgili nitelikli eleştiriler, değerlendirmeler yapabilmeliyiz. Birbirimizi yalnızca yüreklendirmeye değil geliştirmeye de ihtiyacımız var.

İfşa hareketi, erkeklerin eğlenirken kadınları kolayca, hiçbir bedel ödemeden, paramparça etme hallerine bir dur deme, erkek egemenliğini kişi kişi ifşa ederek, erkek egemen kabulleri yıkma, yeni bir kabul, giderek bilinç yaratma hareketidir. Bin bir emekle örülmüş kadın mücadelesinin bir parçasıdır.

Bu hareket, şimdiki zaman kuşağı kadınlarının, geçmiş kuşaklar kadınlarına, annelerine, ninelerine ödedikleri gönül borcu, gelecek kuşaklar içinse kendine düşen, mesela Pelin’in kızı Leyla’ya, sorumluluğunu yerine getirme hareketidir.

Kutlu olsun.


İlgili haberler
Edebiyat dünyasından kadınlar: Mücadele etmeye dev...

Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... Edebiyat...

Edebiyat dünyasından kadınlar: Edebiyat dünyasının...

Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... Edebiyat...

Edebiyat dünyasından kadınlar: Değişim başladı, ta...

Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... 'Edebiyat...

Edebiyat dünyasından kadınlar: Şimdi artık kadınla...

Edebiyat dünyası ile başlayan ve bugün pek çok alana yayılan taciz ifşaları, erkek egemenliği karşıs...

Gercüş’ten edebiyat dünyasına… Şiddet, taciz artık...

Editörlerimizden Elif Turgut soruyor, Sevda Karaca değerlendiriyor.

İfşa: Yöntem, muhteva, olanaklar ve sınırlar

İfşa; somut dayanışma ağları ve somut bir örgütlülük ile örülü bir araç olarak kullanılamadığında fa...