Edebiyat dünyasından kadınlar: Şimdi artık kadınların zamanı!
Edebiyat dünyası ile başlayan ve bugün pek çok alana yayılan taciz ifşaları, erkek egemenliği karşısında kadınların nasıl var olmaya çalıştıkları tartışmalarını da beraberinde getirdi.

Yazar Pelin Buzluk ve çok sayıda kadının yazar Hasan Ali Toptaş’ın tacizine ve cinsel saldırısına uğradığını açıklamasının ardından edebiyat ve sanat dünyasından hukuk alanına kadar pek çok mecradan kadın, sosyal medyada #SusmaBitsin diyerek yaşadıkları tacizi anlattı. Yayınevlerinin yazarlarla ilişiğini kestiği açıklamaları ardı sıra gelirken, kitle örgütlerinden de kadınlara destek açıklaması geldi.

Ekmek ve Gül olarak biz de edebiyat ve sanat dünyasında patlak veren, bugün çokça mecraya yayılan taciz meselesini, edebiyat dünyasının erkek egemen yapısı içinde kadın edebiyatçıların nasıl var olmaya çalıştıklarını sorduk.


ARZU EYLEM: SANATIN HER ALANINDA VAR OLMAK SANCILI BİR DURUM

Sanat söz konusu olduğunda bir kadın, kadın olmasından önce ortaya koyduğu eserle anılmak ister. Çünkü sanat ya da sanatın bir dalı olarak edebiyatın varlığı yapıt demek. Yazarın bir cinsiyeti olduğunu bize yukarıda sözü geçen erkek egemen bakış öğretti. Yazan her kadın yazdıklarını paylaşmak için çeşitli yollar aşmak zorunda. Dergilerde öykü yayımlatmak, yayınevlerine dosya sunmak, kitabı çıktığında daha fazla insanın okumasını ummak... Bütün bu köşe taşları erkekliklerle döşenmiş durumda. Eğer kadınsanız, bu erkekliklerden herhangi biriyle karşılaşırsanız (çoğumuz karşılaşıyoruz) hayal kırıklığı yaşamamanız mümkün değil. Kafanıza vura vura size kadın olduğunuzu hatırlatan yorumlar, bakışlar, imalar... Sizin derdiniz yazdığınızı okutmaktır örneğin, onlar yazdığınızla ilgileniyormuş gibi görünüp lafı sözü kaşınıza gözünüze getirebilir. En hafifinden çaya kahveye davet edilebilirsiniz... “Dosyan var madem, keşke haberim olsaydı, iyi bir yerden çıkmasını sağlardım” sözlerini duyarsınız. İçinizde bir çığlık büyür. Çünkü siz yazdıklarınızla ilgilenilmediğini fark etmeniz yetmezmiş gibi, tacize de maruz kalırsınız. “Mutlaka bunlarla karşılaşılır” demek istemiyorum. Karşılaşma ihtimali yüksek. Çünkü metin odaklı okuma, metne hangi saiklerle yaklaşılacağı konusunda öznel bir ortam var. Yazar kadınsanız, kendinizi kabul ettirmeniz daha da zorlaşıyor. Ne yapalım, gidelim mi buralardan? Yazmak tutkuysa gidemezsiniz, gitmemelisiniz de. Burada yollar açılır önünüzde. Ya bu adamlara rağmen yazarsınız ya da sineye çekersiniz. Kimse bunu sineye çekmemeli. Mümkünse derhal cevabını vermeli. Çünkü edebiyatta var olmak için onların onayını almak gerektiği algısı koca bir yalan. Bu ilişkilere girmeden, sadece iyi olan, güçlü olan metninizle belki daha uzun yürüyerek, daha çok yorularak, kendinize bir yer açabilirsiniz. (Metnin gücü kısmının altını çiziyorum.) Bahsettiğim bu yer gözde büyütülmemeli de. Altı üstü hayatın bir parçası yazmak. Yazarlık, kitaplarınızın olması çok büyük bir olay değil. Bunları büyütmek ve günlük yaşamda hırsa dönüştürmek hayattan çalar zaten. Ama yazmak güzeldir, yaşamı yeniden yeniden kurmak, düşlemek... Buralarda gezinirken yolumuza çıkan erkeklik dikenlerinin üstünden atlamayı bilmek, öğrenmek gerekiyor sanırım. Bu yüzden sorunun son cümlesini alıyorum: “Var olmak ne demek?” Var olmak, bu adamların birine bile prim vermeden yazmayı sürdürmek demek. Bu adamların metninizi görmezden gelmesini umursamamak demek. Ödüllere inanmamak, edebiyatın ve ortamının “sadece bu olmadığını” bilmek/anlatmak, metne kıymet vermeye devam etmek demek. Çünkü özellikle son günlerde olan olaylar, okur olan, yazmaya yeni başlayan pek çok kişiye kötümser bir tablo olarak döndü maalesef. Tüm bu dikenlerden azade bir edebi yaşam da var. Üstelik, edebiyatta değil sadece, yaşamın her alanında “var olmak” sancılı bir durum.

‘DÜZENİ SARSMAK ‘KÖTÜLÜK SAÇMAK’ OLUYOR’

Elbette ki en büyük dinamik piyasa. Harflerden para kazanmak için eserden çok yazarı ön plana çıkaran yazın piyasası. Bunu film, dizi sektöründe kanıksamış halde görürüz. Yıldız yaratma meselesi. “İşte o kelimeleri yazan dahi!” “Büyük insan!” “Büyük yazar!” Yazarın gövdesi metnin yerini alır sanki. Metne gölge olur. Elbette o iyi metni o yazar yazmıştır ama metin daha büyüktür ondan. Yazmak sorumluluk isteyen, yazarı her şeyden ve herkesten sorumlu tutan bir iş. Bu unutuluyor. Çoğu yazar, böyle devasa bir sunuş ve parlatma karşısında karakteri aşınmadan yola devam edemez. Canavarlar yaratıyor piyasa ilişkileri. Okur da ne bilsin, o da bunu destekliyor farkına varmadan. Bu nedense daha çok erkek yazarlar üzerinden yapılıyor. Herkesi yutmaya hazır, beğeni üstünden beslenen kocaman aç bir ego görüyoruz karşımızda. Hep daha saygın ve daha üstte olduğuna inanıyor, inandırılıyor. Diğer yandan, edebiyatımız erkektir bizim. Geçmişten bu yana kadın yazarlara hep dudak bükülür. Leylâ Erbil anlatmıştı sanırım, erkek dünyasının kadınlara yaptıklarını, kadın sorunlarını yazmaya başlayınca, Cemal Süreya, “kötülük saçıyorsun Leylâ” demiş. Kötülük dediği düzeni sarsmak... Çünkü özenle yazar kadınları birinin eşi, arkadaşı, dostu diye tanıtmakta ısrar etmişler. Yazar kadınların yazdıklarını uzun süre görmezden gelmişler. Bugün bu ayrımcılık, o derece keskin değilse de, başka biçimlerde sürüyor. Yazar kadının yazdığı kendisiyle özdeşleştiriyor: “Kendini mi anlattın burada?” sorusuyla. Sanki kadın yaratıcı olamaz, kendi dünyasından çıkıp bir şey kurgulayamazmış gibi... E tabii, bir de şu cinsel özgürlük meselesi var. Erkekler için uçsuz bucaksız bir ovaya benzeyen cinsellik sahası, kadınlar için taşlı tarla. Değişmeyen feodal zihniyetle kadınlar böylesi bir özgürlüğe çağrılıyor. Erkeğe hak görülen kadının da hakkı ama söylemde kalıyor bunlar. Erkek zihniyeti aynı ama değilmiş gibi davranılıyor. Yaşamda kadının payına yaftalanmak düşüyor. Erkek cephesinde özgürlük olan kadın cephesinde istismar, taciz, lekelenme halini alıyor. Reddeden kadın muhafazakârlıkla suçlanıyor. Psikolojik şiddet bu. Yani özetle o dahi kafalar dahi değil, özelde feodal ve erkekse, cinsiyetçi bakış, olmaması gereken yerde, sanat aleminde, büyüyüp serpiliyor.

ORTAK BİR TAVIRLA HAREKET ETMELİYİZ

Peki nasıl değişir bu düzen? İğneyi kendine batırmakla. Kadın olsun, erkek olsun, öncelikle bu piyasa ilişkilerine boyun eğmemek gerektiği düşüncesindeyim. Belki kitabınız on binler satmaz, belki kısa yoldan tanınmazsınız ama yazmak sizin için hayatsa, yazdıklarınızı sağlıklı ilişkilerle sunabileceğiniz yollar var. Buraları denemek gerekiyor. Yazar olmakla ünlü olmayı birbirinden ayırmak gerekiyor bence. Yazmanın tanınmaktan daha büyük, yüce bir yanı var. Çünkü yazan insanlar herkes kadar. Hepimiz bu dünyada dolanıyoruz işte. Bunu unutmamak lazım. (Bize insanlığı pandemi anlatamadıysa ne anlatır, bilmiyorum.) Sonra diyelim ki yolunuz öyle ya da böyle bu piyasa ilişkilerine çıktı, kadınsınız ve o erkekliklerden biri sizi incitmek istedi. En başta çevrenizdeki kadınları uyarmak ve elinizde kanıt da varsa, yasal sürece başvurmak, ifşa etmek elbette. Bugünkü ifşaların nedeni kadınların, yasalar karşısında savunmasız kalması, savunmasız bırakılması. Sonuçta epey de ses getirdi. Çoğu kişi buna teşebbüs edemez. Ama bu mücadele daha sağlıklı ve sağlam bir zemine taşınmalı. Kendi etik değerlerini de yaratmalı. Hatta tacize uğramış bir kadının ifşası bile yeni bir travma süreci başlatır, bununla nasıl başa çıkılacağına kafa yormalı. Mücadelenin dili, tarzı olmalı. Yazarla eserini aynı yerde mi tutacağız? Bütün bunlar üzerinden öylece atlayabileceğimiz sorular, sorunlar değil. Çünkü patlayan her mücadelenin kendi totaliterliğini yaratması riski var. Bunun yanı sıra daha pratik eylemler denenebilir. Ödüllere bir süre kitap göndermemek belki, protesto etmek, duyura duyura. Yayıncılık sektöründe kadınların yaşadığı sorunları saptamak, ortak tavır almak... Ama kesinlikle bu mücadele daha sağlam bir zemine ihtiyaç duyuyor. Saldırıların olmadığı, eleştirel tartışmaların da yapılabildiği, arınmaysa arınmanın her yanıyla mümkün olabildiği bir birlikteliğe ihtiyaç var.


NALAN ÇELİK: KADINLARDAN GÖRÜNEN BELKİ SADECE BİR TUTAM SAÇTIR
Simonede Beauvoir’ın cümleleri gibiyim: “Kadın olmak; dayak yemek için sopayı hazır etmekten başka bir şey değildir.” Özellikle ilk kitapların yayımlanmaya başladığı sırada olduğum yaşta. Genç bir kadınsanız eğlenen bir göz kırpışıyla size hoşgörü gösterirler. Yaşlıysanız karşınızda saygıyla eğilirler. Ama gençliğin o ilk parlaklığını yitirin ve üzerinize yaşlılığın o saygın cilası vurulmadan konuşmaya cesaret edin de bir bakın: Bütün sürü peşinizdedir.” Henüz yaşlılığın saygın cilası yüzümle buluşmamış bir şair olarak edebiyat dünyasında sürü-erkekler arasında var olmak, savaş boyalarını sürüp sokağa adım atmaktır. Taciz anlatılarını güvendiğimiz birkaç dostumuzla, annemizle paylaştık yıllarca. Sürü daha fazlasını yapamayacağımızı biliyordu. Tacizin farklı görünümleri vardı. Hangisine hazırlık yapacağımı bilemiyordum. Yüz vermediğin sürüden biri, sunum yaparken şöyle çağırabilir sahneye: “Evet, emekli şairimizi de sahneye alalım, aman dikkat, düşmeyin merdivenleri çıkarken.” ‘Adımı söylemedi, ama ben daha otuz sekiz yaşımdayım dersiniz içinizden.’ Şiirinizi berbat bir şekilde okursunuz. Ama, diyen çocuklar gibi olmayayım diye susarsınız. Size askıntı olmamış sürüden biri başka bir etkinliğin haberini yapar. Haberde öncelik sürüye verilmiştir. O, konuyu masaya yatırdı, öbürü bunu dedi, beriki konuya parmak bastı, en altta Nalan Çelik’de konuya renk kattı şiirleriyle. Gazeteyi parçalamak gelir içinizden. Amalar kanat çırparken söylenirsiniz, ‘Kendinden emin sürüdekiler gibi eski ezber, birbirinin aynı konuşmalar yapanların ezberini bozacak bir konuşmanın ardından şiirimi okumuştum, günlerce çalışıp hazırlanmıştım. Renk katmak mı diyorsunuz, renginiz sönsün emi.’
Arkadaşlarınızla sohbet ederken sürünün ustalarından biri mekana girerken sizi görüverir, zamanında hayır demişsinizdir ona. Masaya yaklaşır: “Bir merhaba diyeyim dedim geçerken, O, Nalan Hanım saçınızın boyası gelmiş.” Deyip, sizi rahatça gözleyip, dinleyebileceği bir masaya oturur. Siz yine ama, dersiniz içinizden ‘Ama benim saçlarım yirmi dokuz yaşında beyazlayıvermişti diye içi geçirirsiniz de, sen kendi kel kafana, koca göbeğine bak diyemezsiniz.
Sürüdekiler; ustası, eleştirmeni, jüri gediklisi, yola yeni çıkanı, yenilip içilip sohbet edilecek bir masada, çoğunluğu daima baş öğretmendir. Siz de hep öğrenci. Hep o konuşur. En iyi yazar odur, en iyi dost, en iyi okur, en, endir. “Ciğer de söyleyelim arkadaşlar,” derken, çatalınız bile uzatamadan hem konuşur hem masayı silip süpürür. yolluk son birayı isteyip, hesabı ödemeden gidiverir. Bütün gece tek kelime edemeden, hesabı bölüşüp evinize dönersiniz. Sürü adamı öyle çoktur ki, ya evden çıkmayacaksın ya da ‘ne kadar çok konuştunuz, bir susun, olmadı masayı terk edin’ ya da hesabı ödemeden kalktığında ‘hop nereye’ demeyi öğrenmedikçe sürü yer içer konuşur, yakınındaki kadının omzunu-belini-kalçasını yoklamayı ihmal etmez. Sohbet bozulmasın diye tuvalete kalkar gibi yapıp masanın karşısına geçersiniz, buranın manzarası daha güzelmiş açıklamasıyla.
Edebiyatla ilişkisi olmayan bir arkadaşım yıllar önce evlenecekti. Düşüncemi sorduğunda ‘O adam seni evden bile çıkarmaz, çıkarsa da lokantada duvara ve ona bakarsın. İnsanlar ne yiyor, nasıl sohbet ediyor, ne giyiyor ya da lokantanın görünüşü nasıl bilemezsin.’ Demiştim. Öyle de oldu. Yıllar sonra bir akşam, sürü arkadaşlarımla, kadın olarak tektim, (bu da ayrı sorun, yıldırılmamış kadınlar o kadar az ki) hepsinin beni itekleyip öne geçip, mekanı görebilecekleri şekilde oturduklarını, bana yine onların yüzü ve duvar manzarası kaldığını ayrımsadım. Bunu yıllardır yapıyorlardı. ‘Kalkın ordan’ dediğimde şaşırmış, regl-menopoz yakıştırmalarına girişmişlerdi.
Yüz vermediğiniz sürü, şiirinizi, yazınızı dergisinde yayınlamaz. Etkinliğe konuk etmez, hala umudu varsa konuk eder, hazırlıksız yakalanacağınız farklı taciz çeşitlerini dener. Kitabınızı, aylar, yıllar bekletir, sorduğunuzda dosyayı kaybetmişiz bir daha gönder der. Gönderirsiniz, bahaneler üretir. Alıntı yaptığınız yazarları beğenmemiştir, yazılarınızda erkekleri fazla eleştiriyorsunuzdur, fazla öznel yazmışsınızdır. Bir bakarsınız bunları diyen sürünün gazetede yazısıyla karşılaşırsınız. Öznel ötesi öznel bir yazı, sanırsınız kahvede arkadaşlarıyla konuşuyor. Sürüye her şey serbest.
Sürünün bir de hapis yatmışları vardır. Sırf bu nedenle istedikleri gibi sapıtma hakları vardır. Yitirilen yılları çoktur. Kadınlar onlara her konuda katlanmak ve saygı duymak zorundadır. Sanki kadınlar özgürlüklerini rahatça yaşadıkları bir gezegenden, onların yitirilmiş yıllarına peri kızı olarak gönderilmiştir. Sürü, etkinlikler sonrası toplu fotoğraf çekiminde Mirket’ler gibi dizilip poz vermeyi çok sever. Kadınların atik olanları aralarına girip yan duruşlu manken pozu verirken, (yer olmadığı için) atik olamayanlar arkada görünmez çalılıklardır. Belki bir tutam saçtır görünen.
‘AMA’ DEMEDEN SESLİ OLARAK TEPKİ VERMEK
Edebiyat dünyasının dinamikleri- toplumsal yaşamın da dinamikleri. Sünnet olduğu için pohpohlanan, regl olduğu için ayıplanan, göster pipini amcalara derken, toplu kız bacaklarını diye uyarılan, erkek çocuk oldu diye sevinilen, kız çocuk oldu diye üzülünen, erkektir ne yapsa yakışırdan, erkeğin elinin kiri olan kadına diye başlayan, erkek çocukların okutulup, kız çocukların liseyi bitir kocaya git, üniversiteyi de bitirip çalışsan da ev hizmetçiliğinin baki kaldığı bir cinsiyet ayrımında yetişen edebiyatçı-sürü bunu sürdürmeye devam eder. Sürünün içinde eril zihniyetli kadınlar da vardır. Sürüye karşı fazla mızmızlanmadan var olmaya çalışırlar. Sürüye, siz sürüsünüz diyen kadınlarsa eril-kadın-erkek sürüsüyle baş etmeye çalışır. Bir etkinlikte kadınlar pasta-kurabiye çay, bulaşıkla uğraşırken erkekler oturup sohbet eder, birbirlerini varsıllaştırırlar kültürel anlamda. Kimi kadınlar da ben bu işleri yapmam dediğinde ‘Aaa, ne var canım, elimize mi yapışır’ diyen eril-kadınlar ve ‘ama alışverişi biz yaptık, taşıdık’ diyen sürü ile karşılaşırsınız. Sanki kocanız-babanız konuşuyordur karşınızda.
Kadının hamilelik süreci, doğum, çocuk bakımı, regl olması, yaşlı ve hastalara hastanede refakat, uzun yıllar süren evde bakım, ev işleri, komşu-akraba-mahalle baskısı, geçmişin yüklenmiş ayrımcılığı, kadının edebiyat dünyasında ilerlemesini zorlaştırır. Var olabilmek, devam edebilmek için sürünün bin katı mücadele etmelidir. Yorgunluk-üzgünlük-melankoli-ağlamak-dertlenmek- nostalji, vakti yoktur. Bu yıpratıcı mücadeleyi yıllardır sürdürmektedir kadınlar. Artık telefonlarda, baş başa sohbetlerde dertleştiğimiz her tür tacizi, ertelemeden, ama demeden anında sesli olarak tepki vermek. Kadınların birbirinin yanında olması, tepkiyi büyütmesi. Kaçacak delik aratmak sürüye. Sürünün elinden bırakamadığı mikrofonu kapıvermek, çek elini demek bağıra çağıra herkesin içinde. Şimdi artık kadınların zamanı!


SENEM TİMUROĞLU: KADINLAR BU DÜNYAYI DEĞİŞTİRİYOR

Edebiyat dünyası akademi/ yayınevleri/ jüri, ödül sistemi/ kutsal kanonik yazarları, okurlar, dergicilik, eleştiri ve tarih yazımıyla bir babaerkil, yani patriyarkal kapitalist çark. Bu iktidar mekanizması içinde hegemonik erkeklik dışında var olmak belli bedelleri göze almak anlamına geliyor. Size diyor ki, var olmak mı istiyorsun, kendi Sözünü söylemek mi istiyorsun, tepeden küçümseyici bir bakışla yap da görelim. Bunu yapabilmek için, tüm kadın düşmanı aşağılayıcı bakışlara, eleştirilere, cinsel taciz ve saldırılara inat bir mücadele yürütmek gerekiyor. Genç ve deneyimsizken, üzerinizde her türlü gücü kullanma yetkisi olduğu sanan adamlarla cebelleşmeniz gerekiyor. Diğer yandan yazan, üreten, Söz’ünü ifade eden kadınların önünü kesmek için patriyarkanın makbul/makbul olmayan diye kadınları bölmek için kullandığı araçla, itibarsızlaştırma stratejileri de çalışıyor. Nihayetinde edebiyat, patriyarkanın en güçlü ideolojik aracıdır. Özenle korunması gerekir. Hegemonik erkekliğin deneyim ve sözünün üstünlüğünün sürdürülmesini sağlar. O yüzden bu yapıyı zayıflatan Öznelik hallerine, ‘söz’e karşı kapıları sımsıkı kapalı bir dizge, bir mekanizmadır.

Değişim ancak edebiyatın hegemonik erkeklik merkezli yapısını yıkarak gelecek. Birçok taraftan dinamitlenerek, cinsiyetçi, ayrımcı, kadın düşmanı, gerici kendi içine kapalı camia, kendinden başkasının sözüne varoluş hakkı tanımayan bu çark, zaten son on yıldır büyük bir çözülme yaşıyor. Ama artık feminist hareketten aldığı güçle, bilinçle bu sürecin hızlanacağını düşünüyorum. Osmanlı’da kadın yazarlar çoktan bu değişimi başlatmışlardı. Kırktan fazla kadın dergisi edebiyat dünyasında kadınların varlığıyla ışıyordu. Ancak cumhuriyetle birlikte, feminizm, edebiyat alanına ve entelektüel alana geçemedi. Önünü kestiler. Oradan günümüze kesintisiz gelsek, daha farklı olurdu diye düşünüyorum. Gaflet’te “Anlatılan Bizim Hikayemiz Değil”, yazısında bu süreci antolojiler ve tarihlerle anlattım. Birey oldular kadınlar, ardından küçük kız çocuklarına dönüştürüldüler. Geçit vermiyorlar kadınlara, yazmaları, kendi deneyimlerini yaratıcılıklarını var etmeleri için. Kapıları psikolojik ve fiziksel şiddet uygulayarak tutuyorlar. Kadınların birey olmalarını, güçlü, saygın, sözü dinlenir özneler olmalarını istemiyorlar. Hegemonik erkeklik dışı deneyimlerin çoğalmasını, okurlarla buluşmasını istemiyorlar. Zira dertleri patriyarkal sömürü ve tahakkümü, üstünlüğü sürdürebilmek. Edebiyat yapıtları hem patriyarkal ideolojinin hem de patriyarkaya muhalif bakışın alanıdır. İşte artık ikinci cephe güçleniyor. Okur, bu edebiyatla karşılaştıkça giderek uyanacak. Çoğulcu bir yaratıcı üretim alanı olacak edebiyat.


İlgili haberler
Gercüş’ten edebiyat dünyasına… Şiddet, taciz artık...

Editörlerimizden Elif Turgut soruyor, Sevda Karaca değerlendiriyor.

Artık susmayacak kadınlardan korksunlar...

Kadına yönelik şiddet geçmişi olan her erkek ünlü ya da ünsüz korkuyor artık. Korksunlar zaten, kadı...

Kadın Yazarlar Derneği: Eril düşünce sistemine kar...

Kadın Yazarlar Derneği, edebiyat dünyasında yaşanan taciz olaylarına ilişkin açıklama yaparak, ‘Bund...