
Bir film izledim. Adı “Nisan.”
Dea Kulumbegashvili filmi. Yeni tanıştım kendisiyle.
Film Gürcüce.
Tanıtım metninde “adını en acımasız aydan alan Nisan” diyor. Medeni cesaret… Erkek şiddeti… Kurtuluşa uzanan sonlarla hesaplaşma vb. diyor.
İşin aslı ben bu fragman bilgilerini filmi izledikten sonra, bu yazıyı yazmadan önce okudum. Genelde film izlemeden önce hakkında okumayı tercih etmem zaten, onların sınırlarında kalmamak için.
Doğal doğumun mucizevi anlarının sansürsüz görseliyle başlayan filmde ana karakterin yasak olmasına rağmen isteğe bağlı kürtaj yapan bir kadın jinekolog olması filmi sonuna kadar izlemem için yeterliydi.
Hızlıca şu soruyu sordum: Ülkemizde durum ne?
Bizde on haftaya kadar kürtaj yasal ise de kamu hastanelerinde bu hizmete ulaşmanın zorluğu, yasal bir hakkın pratikte nasıl gasp edildiğine bir örnek… Bugün birçok şehirde kamu hastanelerinde kürtaj yapılmıyor. Pek çok hekim “etik gerekçeler” öne sürerek kadınları özel hastanelere yönlendiriyor. Üstelik özelde bile kürtaj yapmak istemeyen doktor sayısı az değil.
Binlerce liralık bir işlem... Ha bir de “içinde parça kalmış olabilir” deyip kadını özelde takibini yapmak zorunda bırakmak söz konusu.
- Bu durumun en ağır yükünü kimler taşıyor?
- Kadınlar.
- Hangi kadınlar?
Asgari ücretle geçinmeye çalışan, sigortasız çalışan, ev hizmetlerinde, tekstilde, fabrikalarda emeği sömürülen ya da işsiz kadınlar, köylü kadınlar. Doğum kontrol yöntemlerine ulaşamayan kadınlar. Cinsel saldırı nedeniyle hamile kalan kadınlar. Adolesan kadınlar. Erkek evlat arayan erkekler için doğurmak zorunda kalan kadınlar. Doğurmak istemediği halde, kürtaj hakkına da ulaşabildiği halde kocası onam vermediği için gebeliğini sürdürmek zorunda olan kadınlar.
Bir de öyle ya da böyle kürtaj hakkına ulaşamadığı için merdiven altı yöntemlere başvuran ve hatta oralarda doğurganlığını veya hayatını kaybeden kadınlar da az değil.
Demek ki neymiş? Kürtaj hakkı da sınıfsal bir hakmış. Parası olana var, olmayana yokmuş.
Sadece bu kadar da değil. İktidarın kadın politikası açık: Doğuracaksın. En az üç çocukla "milli nüfusu" büyütecek, aileyi kutsayıp kendi rolünü unutmayacaksın.
Oysa doğurmaya zorlayan devlet doğurduğunda bakmıyor. Kreş açmıyor, gebeyken en ağır işlerde çalıştırabiliyor. Ücretsiz izin vermiyor, güvenceli iş sunmuyor. Kadınlar kocalarına ya da patronlarına karşı hamileliklerini gizlemek zorunda kalıyor. Dünyaya gelecek çocuğa zaten gelecek yok.
Filmde olduğu gibi gerçek hayatta da kadınlar istemedikleri bir gebeliği sonlandırmak istediklerinde, karşılarında yalnızca bir doktoru "eğil; sistemin tamamını buluyor. Çünkü bu sistemde kadınlar doğurmaya mahkum edilir; doğurmaya karar verme hakkı tanınmaz.
Velhasıl kelam kürtaj hakkı için yürütülen mücadele, aynı zamanda kadınların eşit haklar, güvenceli iş, eşit ücret, ücretsiz kreş, sağlık hakkı mücadelesidir.
Dahası var: Kürtaj hakkı için, parasız ve erişilebilir sağlık hizmeti için, her kadının kendi bedeni ve hayatı üzerinde karar verebilmesi için mücadele etmek; aynı zamanda emek mücadelesi yürütmektir.
Sözü yeniden Nisan’a, o kadına, o yüze, o sessizliğe verirsek; merak ettim, Nisan doğanın uyanışı ve filizlenişi olmasına rağmen neden en acımasız aymış? Aradım. T.S. Eliot’ın “Çorak Ülke” şiirinde geçiyormuş. 434 satır. Özetleyemedim: “Nisan en acımasız aydır...”*
Şair burada ne demek istemiş?
Belki acımasız olan ay (Nisan) değil, susturulan kadınlardır (Nisanlar).
*Çorak Ülke Şiiri - Thomas Stearns Eliot
Fotoğraf: MUBİ
İlgili haberler
GÜNÜN FİLMİ: Mom
Başrolünde Sridevi’nin oynadığı Hint gerilim filmi ‘Mom’da üvey kızı cinsel saldırıya uğrayan bir ka...
Kürtaj yasağının tanıklarının hikayesi
'4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün filmi, sadece Romanya’nın karanlık bir dönemini değil, aynı zamanda bugün günc...
'Aile yılı'nın ardından 'Aile on yılı': Erdoğan 'k...
Erdoğan, Uluslararası Aile Forumu'ndaki konuşmasında 'fıtrat', 'aile kutsaldır', 'en korunaklı liman...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.