GERİDE KALMANIN KADIN HALİ: Küskün Yüreklerin Türküsü
Kimse kaybedilenlerin ardından ne hissettiğini anlatmıyor. Hoş, anlatılabilir mi ki zaten?

Kaç tane hayat var beraberinde onlarcasını da kendisiyle götüren? Kaç tane kadın ömrünü evladının ölü bedenini bulmaya adamış? Kaç küskün yürek var, neredeyse kırk yıldır süren ağıtta buluşan?

Berat Günçıkan’ın Cumartesi Anneleri’yle yaptığı röportajlardan oluşan kitabından yola çıkarak, Metin Balay’ın yazıp yönettiği “Küskün Yüreklerin Türküsü” adlı oyun Tiyatro Tatavla’da sahneliyor. Belgesel niteliğindeki oyunda “sayılar” geri planda kalıyor; oyuncular Arzu Ocak, Ceren Akyıldız, Çiğdem Aksüt ve Tuba Zehra Sağlam gözaltında kaybedilenlerin annesi, eşi ya da kız kardeşi olarak sahnede sayılara can veriyor.

Tek perdeden oluşan oyunda, ağırlaşan duygular farklı hikayelerden doğsa da bir silsile halinde kopmadan devam ediyor. Aynı acının başka dillerdeki tercümesi gibi... Balatlara dökülmüş her söz, her cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde sessizce oturan insanların ellerinde taşıdıkları fotoğraflara bir ses, kimlik ve hikaye katıyor. Bir başka deyişle, yüzlerce haftadır, her mevsimde bize bakan o yüzleri yalnızca bir fotoğraf olmaktan çıkarıyor. Hikayeler oluştukça da anlatılanın bizim hikayemiz olduğunu yumuşakça haykırıyor.

Bir daha dönmeyeceğini bilmeden, belki yemek yapmış beklerken, belki yeni bir eşya almış da göstermeye heves etmişken, hatta belki de ölesiye kızgınken “kaybetmek”... Tıpkı oyundaki geçişlerde söylenen “küskün yüreklerin türküsü”nde anlattığı gibi:

“Sevgilinin gözlerinde
Annenin kol böreğinde
Sıcak bir kış güneşinde
Çocuğunun gülüşünde
Bir gariplik görürsün
Bir eksiklik, bir hüzün
Geçer gider dokunarak
Küskün yüreklerin türküsü…”

Öyle bir kaybetmek ki yüzünde mahzun bir ifade belirse dünyayı yerinden oynatacak kadar canına bağladığın evladının, attığı adımın dahi izlerinin silinmesi için seferber olan koca bir devletin elinde kaybetmek. “Nerede?” diye soracak olsan düzenini bozmaktan suçlu ilan edileceğin, kapısını çalsan içeri alınmayacağın bir “şeytan” diyarı...

HİSLERİ BİR, DİLLERİ BİR...
Bu denli büyük ve tarifi zor bir duygunun odakta olmayışı, oyunun belki de herkes tarafından en takdir edilen tarafı. Beyaz yazmalara nakşedilmiş umutlar ve bekleyişler, oyuncuların siyah elbiselerinde sabra dönüşmüş gibi. Sahnedeki her kadın başka bir kaybın yakınıysa da hepsi neredeyse aynı. Bazen bir gözlük, bazen bir baş örtüsü bazen de bir kalem kağıda taşınmış kimlikler dışında bir farkları yok. Nasıl ki her cumartesi aynı meydana döken bir “ortaklık” var, oyunda da onları aynı sahnede “bir” kılan bir siyah kostüm var. Dilleri de bir... Kimse kaybedilenlerin ardından ne hissettiğini anlatmıyor. Hoş, anlatılabilir mi ki zaten? Hepsi, onların kim olduğu, bu hayata nasıl dokundukları ve nasıl alınıp götürüldüklerini kendi dillerince anlatıyor. Gidenler belki bir değil fakat götürenler de bir. Oyundaki tarifiyle: “İnsan olamaz bunu yapanlar, olsa olsa şeytan işidir bu.”


AYNI OLAN ŞEY NE?
Oyun yalnızca gözaltında kaybedilenlerin hikayesinden oluşmuyor. Ardında kalan kadınların, başında yas tutacakları bir mezar ve mezarı kazdıranların yargılanacağı bir adalet arayışının belgeseli diyebiliriz. Beyaz bir arabayla alınıp karanlık bir bilinmezliğe giden her bir insanın ardından süren arayışın yasaklığı ile bu yasak yola giren annelerin, eşlerin, kız kardeşlerin ve çocukların aynılaşan öyküsü. Aynı olan şey bir son mu yoksa bir meydanda hayat bulan başlangıç mı, orası seyircinin bakışında. Bu oyunu yaratan tarihin kaderi de öyle... Son nefesine kadar bir mezar taşı bir de adalet arayanlar ülkesine dönüşmek ne kadar uzak, ne kadar yakın?

Sonunda alkış beklemeyen bu oyunu, olanağı olan herkesin bir alkış niyetine seyretmesini öneririm.



İlgili haberler
Cumartesi’den kalan...

Cumartesi Anneleri umutlu ve dirençli bir mücadelenin çok özel bir yerinde duruyorlar. Bıkmadan usan...

Koca bir dünyanın gerçeği; KEFERNAHUM

Yoksulluk, savaş, göç, istismar, sömürü ve daha pek çok Ortadoğu gerçeğini anlatan Kefernahum filmi,...

Eşitsizlik, öfke ve cinayetin oyunu: Hizmetçiler

Hanımlarına olan nefretleri, bir taraftan da birbirleriyle olan çekişmeleri... Sürekli aynaların kar...