Başı beyaz tülbentle bağlı analar caddenin ortasına oturmuşlar, birbirlerine sırtlarını dayamışlar, sokağa bakıyorlar. Ellerinde fotoğraflar, bıyıklı çocuklarının yüzü göğüslerinde.

Bak, bu yol eğri. Bak, bu dağ paslı. Bak, bu dere kuru. Bak, bu şehir kırık. Bak, bu kemik kansız. Bak, bu Rojin yetim.

Hava, pusunu üstünden atmış… Karpuz mevsimi. Kimsecikler yok ortalarda. Güneş, bulutlardan kovulmuş, yakıcı. Dağın ardında havai fişek gibi ışıl ışıl bir haykırış. Anası Rojin’in elinden tutmuş, sürüklüyor. Derenin kenarından evin bahçesine, önceden saymış, bin bir adım.

Oyun olsun diye yürüyüp geldiği toprak yolun eni sonu yokluk. Rojin’in başı öne eğik. Anası kızgın, güneş yanığı alnından akan ter kadar haklı. Oyun için değil o kemikler, gülmek için değil o dere.

Ayağında, altı erimiş terliğiyle yürüdü Rojin. Bin birinci adım evin önü. Yağ tenekelerinin içi çiçek. Otlar susuzluktan yeşilden sarıya dönmüş, uçları kahverengi. Toprak sudan gayrısını da özlemiş, çatlamış ince ince. Tadı kaçmış havanın, nemi görmüyor.

Bir katırı vardı Rojin’in, sofrayı kurdukları salonun penceresinden ahırdaki yatışını izlediği. Artık yok. Geceydi, amcası, abisi, dedesi, bir de kambur babası, dağın ardında kimselere görünmeden yük yüklemiş iniyorlardı. Eskimiş bir günün bitimiydi. Yol ip gibi inceldi, incecik indi kanları, dağın tuttuğu kar ses oldu, bir ince sızı gibi derelere aktı. Kırmızı, nar gibi. Rojin pek anlamadı ne olduğunu, hatırına iğne iplikle dikti: Dağın ardında bir büyük ateş. Harladıkça harlamıştı anası gözünün yaşını. Sanırsın dağ, yaş olmuş akmıştı. Bağrından baldırına. Anasının… En kuytusuna. Salına salına.

Artık eşeği yoktu Rojin’in. Sofraları yarım yamalak. Biraz ekmek, biraz pekmez… Ekmeği çiğnediler, yutmak meseleydi. Yuttular, gözlerini birbirlerinden kaçırdılar.

Sofrayı topladılar. Sofra bezini çırpmak için dört ucundan birbirine tutuşturdu Rojin. Bahçeye çıktı. En köşeye çırptı. Anasının hep dediği yere. Tavuklar, horozlar didiklesin ekmek ufaklarını, yerlerini bilsinler diyeydi.

Çalı süpürgesi kapının köşesindeydi. Eskiden şöyle bir kapı önünün tozunu alırdı anası. Şimdiyse tekmelenmiş yağ tenekelerinin toprağını süpürüyordu. Fesleğenlerin, nanelerin… Soğanı toprağından kopmuş çiçeklerin… Bile isteye tekmelemişlerdi, dağıtmışlardı ellerinde arama kağıtlarıyla. Yasaktı artık buralar onlara. Bu ilk değildi, tak etmişti anasının canına, bir bir baktı talan edilen çiçeklerinden arda kalanlara. Postal izi değmişti otlarına. Anası sesini dağlara yamamıştı: Gideceğiz…Sus pus.

Yüklükten eski bir bavul indirdi. Evin içini adımladı. Dolapta pekmez, yarısı kesilmiş karpuz. Kış için zulalanmış baklagiller. Eski bir televizyon, antenin ucunda jelatin kâğıt…
İki parça eteklik koydu bavuluna. Bir hırka Rojin’e. Biraz para; yol parası da içinde. Patik, yine Rojin’e. Biraz ekmek, yanına helva.

Kapıya kilit, dile kilit, göğse kilit.

Rojin’in elini etekliğine tutuşturdu. Düştüler yola…

Şehir meydanında otobüsler. Ter kokusu yapışmış koltuklara, pencere kenarı ardında bıraktığını izlemekten yorgun düşmüş.Beklemek bir uzun hastalık, yayılıyor etrafa. Rojin, yola düşmenin heyecanında. Bilmediği yüzler görmenin şenliğinde. Aklında oyun yumağı gibi taze taze dönüp duruyor hayaller. Anası bir bilet alacak. Rojin’i kucağına oturtacak.

Anası kontrol ediyor sutyenine sakladığı parayı, nüfus cüzdanını. Bir saatten biraz daha fazla var otobüsün kalkmasına. Rojin kuş gibi, rüyasında taş sektiriyor, sek sek oynuyor. Anasının etekliğindeki çiçek desenine bakıyor. Oturuyorlar koltuklarına. Yol uzun. Yol yokuş. Yol aşağı…

İki kere dönüyor gün geceye. Büyük şehrin sesi havada büyüyor. İniyorlar otobüsten.

Köyün büyüklerindendi Cemal Aga. Oğlunu yolladıydı okusun diye… Bilinmez bir sebepten o da çıkıp gelmişti İstanbul’a. Şimdi Rojin’le anasını karşılıyor. Rojin’in gözündeki çapağa uzun yol yapışmış, ağzı uyku kokuyor.

“Hoşgeldiniz” dedi Cemal Aga. Otogarın tantanasından sıyrıldılar. Rojin’in anası göğsünü kontrol etti. Parası tamam, cüzdanı tamam, acısı tastamam. Dolmuşa bindiler. Evin yolunu tuttular. Rojin şehrin yollarını izliyor. Her taraf kalabalık. Ses çok. İnsanlar birbirlerine değiyor. Şaşırıyor Rojin. Eli anasının etekliğinde. Göz ucuyla Cemal Aga’yı izliyor. Aga’nın bıyıkları üst dudağını kapatıyor. Uçları kıvrık. Uzunca bakınca hep gülüyormuş gibi görünüyor. Rojin hayalinde bir bulut tutuyor. Aga’nın bıyıklarını buluta iliştiriyor. Kendi kendine gülüyor. Anası cimcik atıyor etine. Susuyor. Herkesin içinde gülmeyi ayıp belliyor.

Dolmuş, durağa yanaşıyor. Cemal Aga, “Hadi kızım,” diyor. “Geldik. Sizi eve bırakıp camiiye geçeyim ben.” Dili sürçüyor. Kekeliyor, “Esnaf öbür türlü barındırmaz içinde. Berfo evdedir. Sizi bekler.” Başını sallıyor Rojin’in anası, evet gibisinden. Yürüyorlar. Avluda çiçekler yok, derme çatma bir kulübe. Yol kenarı. Sıvasız. Damı beton. İçi ve dışı soğuk demir. Berfo, karşılıyor. Yüzünde gevrek bir gülümseme, kıtır kıtır dökülüyor etrafa. Evin iki odası var, koridorun sonunda salon, giriş kapısının kenarında mutfak. “Çay var” diyor Berfo. “İçersin?” Sesinde hem soru var, hem matem. “Olur abla” diyor Rojin’in anası. Mutfağın rutubeti sesine düşüyor. Berfo, mutfak çekmecesinden sigara paketini çıkarıyor. Cemal Aga evde olmadığında yahut oğlu aklına düştüğünde sigara yaktığı paketten bir dal çekiyor. “20 yıl geçti ama bir umut bekliyor insan” diyor, “Umut garibanın yorganı… Sarılıp ısıtıyor kendini...”Rojin, bildik bir türkü duymuş gibi kulak kesiliyor. Berfo, içlendikçe birbirine dikiyor sigara ucunu. “Bir gün okul çıkışı alıp götürmüşler Can’ı. Karakol karakol gezdi Cemal, ‘Burada değildir’ dediler her kapıda. Biz de bir gören duyan var mıdır diye her cumartesi yola revan olur olduk.”

Rojin, sigara dumanından öksürüyor. Anası salondaki çekyata oturtuyor. Berfo, karpuz dilimliyor. Önüne koyuyor. “Sen bunu ye hele, sofra kurulunca içeri gelirsin” diyor. Televizyonu açıyor.

Anası soruyor Berfo’ya, “Geri dönen, bulunan oldu mu?”, “Oldu” diyor Berfo. “82’den bu yana kayıptı. Kemikleri bulundu bir rahmetlinin…”

Berfo, kaskatı kesilmiş sesini unutalı yıllar olmuş. Bir kez daha seviniyor kayıp kemiklerin bulunmasına. Rojin’in anasının göğsü sıkışıyor.

Biraz ekmek koyuyorlar sofra bezinin üstüne. Biraz peynir. Zeytin. Yumurta. Domates. Demini almış çay. Yiyorlar. Bir bardak daha çay… İçiyorlar. Bir dal sigara daha... Yakıyorlar.

“Yola çıkalım, anca yetişiriz” diyor Berfo.

“Olur abla.”

Tedirgin başı önüne düşüyor. Durağa kadar yürüyorlar.

Otobüs. Ter. Kaygı. Ve bir uzun cümle…

İniyorlar, meydandalar. Rojin korkuyor. İnsanlar etrafa karınca gibi saçılmışlar. Yolun ortasından bir tren geçiyor. Yüzü kirli çocuklar demirlerine tutunup, sarkıyorlar. Köy geliyor

Rojin’in aklına, bahçelerindeki dut ağacından sarktığı vakitler. Düşüp alnını yardığında duyduğu acı yapışıyor aklına. Anasının etekliğine daha bir sıkı sarılıyor. Yoldan gelen geçenin haddi hesabı yok. Köşede konuşlanmış beli silahlılardan gözlerini kaçırmaya çalışıyor. Anasına bakıyorlar, elleri bellerinde… Anasının alnındaki dövmeye… Üç nokta, koyu yeşil, tam kaşlarının ortasında bitiyor.

Berfo, Rojin’in başını okşuyor. Boş olan elini kavrıyor. Koca caddenin içinde kayboluyorlar. Rojin, Berfo’nun terli avcundan kurtulmak istiyor. Beceremiyor. Meydana kadar yürüyorlar. Yaldızlı kapısıyla eski bir bina görüyor Rojin. Beli silahlılar palazlanmışlar her köşede. Başı beyaz tülbentle bağlı analar caddenin ortasına oturmuşlar, birbirlerine sırtlarını dayamışlar, sokağa bakıyorlar. Ellerinde fotoğraflar, bıyıklı çocuklarının yüzü göğüslerinde. Rojin, okuma yazma bilmiyor ama tüm fotoğrafları babasına benzetiyor. Berfo’yla anası kalabalığın yanına çöküyorlar, bağdaş kuruyorlar. Rojin etrafına bakıyor. Bildiği dilde ağıtlar söyleniyor. Korkuyor, gözüyle babasını arıyor. Anası çantasından babasının fotoğrafını çıkarıyor. Havaya kaldırıyor. Küçük bir tane de Rojin’e. İğnelesin diye göğsüne. Beli silahlılar biraz uzaklarında toplanıyorlar. Üstlerinde kalın elbiseler. Kaskatı kesilmiş yelekler… ya da Rojin onları yelek sanıyor. Gözleri kırmızı, uykusuz ve öfkeliler. Berfo, Rojin’i yanına doğru çekiyor. Elinde mendil. Biliyor neler olacağını, alışkın. Yılgın ama belli etmiyor. Sesinde aynı öfke, yakından bakınca çökmüş göz altlarında yaşlar birikmiş, bıraksalar patlayacak.

Beli silahlılar kol kola giriyorlar. Ellerinde silahlar, coplar. Başlarında kasklar. Gözleri görünmüyor. Bilinmiyor nasıl baktıkları, sesleri duyulmuyor. Çember daralıyor. Ne diyecekleri kestirilemiyor. Yürüyorlar, uygun adım, sıkış sıkış oluyor koca meydan. İnsanlar çaresizlikten gözlerini kaçırıyorlar, görmezden geliyorlar çemberin içine alınmış yürek yangınını, acıya ortak olmanın ağırlığından kaçıyor hepsi, hızlı hızlı. Başları diğer yana çevrilmiş vaziyette. Beli silahlılardan biri bağırıyor: Yaptığınız kanun… !

Berfo, Rojin’in başını göğsüne bastırıyor. Kalp atışlarını avcunda hissediyor. Çantasından kızıl bir bez çıkarıyor. Rojin’in ağzına sarıyor, anasının da… Birazdan gök gürleyecek, keskin bir koku kesecek etrafı. Kadınlar beyaz tülbentlerini ağızlarına bastırıyorlar. Ellerinde fotoğraflar, düşmeyecekler, göğüslerinde fotoğraflar. Ağızlarında isimler.

Adım atacak yer kalmıyor. Saflar sıklaşıyor. Göğüsler yapışıyor. Tülbentler nefesi kesiyor. Beli silahlılar parmaklarını namlularına götürüyorlar. Gölgeleri dağ gibi… Yankısız, çorak, koyu karanlık.

Rojin’in boğazı kuruyor, güneş tepelerinde. Karşılarında içi soğuk adamlar. Rojin, anasının etekliğini çekiştiriyor, etraflarını saran beli silahlılardan bir boşluk buluyor. Akranı bir çocuğun elindeki kutuyu görüyor. Çocuk, babasının yanında hızlı hızlı yürüyor. Korkak gözlerle çembere bakıyor, babasının elini sıkıca tutuyor. Kutuyu ağzına götürüyor. Rojin’le göz göze geliyorlar.

Rojin, ağzındaki bezi kaldırıp “Ana, bana kola al!” diyor.

“Evde, karpuz var,” diyor anası. “Onu yersin.”

Bu öykü Yeni E dergisinin haziran 2018 sayısından alınmıştır.

İlgili haberler
GÜNÜN TARİHİ: Cumartesi Anneleri 22. yılında

Cumartesi Anneleri, başlatmış oldukları mücadelenin 22’nci yılına girerken 200 yıl geçse de mücadel...

Cumartesi Anneleri 25 Ağustos’ta 700. kez toplanıy...

Çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin akıbetini sormak amacıyla 1995 yılından bu yana Galatasaray M...

GÜNÜN NOTU: Ömürleri çocuklarının kemiklerini arar...

‘Oğlumun kemiklerini görmeden ölmek istemiyorum’ diyen ancak o kemiklere kavuşamadan toprak olan ann...