Gitmek mi zor, kalmak mı zor!
Devletlere müdahale edemiyoruz da ülkemize giren yabancıları mı sorun görüyoruz? Karşı çıkmamız gereken onların gelmesi mi, mültecileri güvencesiz, statüsüz bırakan göç politikaları mı?

Yıl 1999, bir Avrupa ülkesi. 27 yaşım, 3 yaşında kızım ve eşim. Tamamını anlatsam üç sezonluk televizyon dizisi olur; çok kısa özetleyeceğim.

Çok değil bir buçuk senelik mültecilik hikayesi. O bir buçuk sene bildiğimiz 18 ay değil yalnız; bir daha asla yurdumuza dönemeyeceğimizi, anamızın babamızın cenazesine gelemeyeceğimizi vs düşündüğümüz, çok uzun bir 18 ay. Dönebildik.

Türkiye’deki mülteciler gitsin diyorlar ya, biz gittik. Sığındığımız adadan Kanada vatandaşlığı hak etmişken yurdumuza geldik.

Biz siyasi bir davadan verilen cezadan ötürü cezaevinde yatmak ve iltica etmek seçenekleri arasında ilticayı yani “ada hapsini” tercih etmiştik. Dönem zordu. Cezaevleri ölüm oruçları, “hayata dönüş” isimli katliamlarla tutsak ölümleri ile gündemdeydi. İşimizi, ailelerimizi, arkadaşlarımızı, emek verdiğimiz planladığımız gelecek hayallerimizi, resim albümlerimizi, kitaplarımızı, şiir defterlerimizi, anı diye sakladığımız pek çok şeyi bırakıp gitmiştik. ‘Sap’ gibi derler ya hani, işte öyle. Geçen sayıda “Terliğiyle Çıkıp Gelen”ler isimli mektupta anlatılandan halliceydik belki, valizimiz vardı ek olarak.

Kiliseye bağlı olan göçmen ofisinin verdiği işlerde çalışıyorduk. Az buçuk İngilizce ile bir hayat kurmaya çalışırken en sık kurduğumuz cümle “We have been refugees” (Mülteciyiz) oldu. Birleşmiş Milletler ile yazışmalar, başvurular, hangi ülkeye geçiş yapacağımız vs. vs.

Deniz kıyısına gidip en uçtaki kayada oturup bir yöne doğru bakardım, İstanbul’a yüzüm dönük varsayarak, annemi, kardeşlerimi özleyerek.

Barış Manço’nun “Arkadaşım Eşşek”i ve “Orda Bir Ev Var Uzakta” isimli çocuk şarkısı gerçek anlamını orda bulmuştu benim için.

Yaşadığım şu trajik anıyı unutmam; kızım 3 yaşında 39 buçuk derece ateşli; hastaneye otobüsle gitmek zorundayız; kusuyor, yaz sıcağında kokuyor otobüs, baygınlık geçiriyor; ben otobüsten inip “Please help” (lütfen yardım edin) diye ağlayarak, kucağımda çocukla koşturuyorum. Dil sorununun travmatik olduğu en önemli konulardan biri dert anlatmaktır bilirsiniz. Aciz hissetmek çok zordu, hele de çocuğumun sağlığı konusunda.

Derken af çıktı.

Tam da Kanada’ya gitmeye “hak” kazanmışken. Hak… Kazanmak…

Türkiye’ye dönebilmek. Af… Affedilmek.

Geldik.

Bugünlerde yurt dışına gitme planı yapıp da bu hikayeyi bilenler “yazık” diyorlar bize. “Kanada vatandaşlığı şansını teptiniz” diyorlar. Bunu, kendi yurduna sığınanlara “gitsinler” diyenler de diyorlar.

 “Ama sizin gidişiniz başkaymış, buraya gelenler öyle değil” diyenlere asıl lafım: gerçek hırsız onların ülkesine giren yabancı devletler değil mi? Devletlere müdahale edemiyoruz da ülkemize giren yabancıları mı sorun görüyoruz? Karşı çıkmamız gereken onların gelmesi mi, öncelikle emperyalist savaşlar ve de mültecileri güvencesiz, statüsüz bırakan göç politikaları mı?

Sonuç yerine: Sığınma hakkı temel insan hakkıdır. Evrensel bir haktır.

Görsel: Pixabay

İlgili haberler
Terliğiyle çıkıp gelenler…

İşçisi, yoksulu, kadını LGBTİ’si mültecisi hepimizin sorunu aynı. Sorun sınıf sorunu, hepimizin birl...

5 soruda mülteciler, kadınlar ve çözümler

Çeşitli sorunların kaynağını görünmez kılacak bu söylemlerle mülteciler, yoksulluğun, şiddetin, sosy...

Mülteci düşmanlığının arka planı: Bu öfke neden? B...

Yerli ya da mülteci; insan yerine konulmamaya duyulan öfke bizim kader birliğimizin temeli. Bu kader...