GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kulaktan Kulağa
Annesinin o gün kulağına fısıldadığı; yıllar sonra bir akademisyen olduğunda “erkeklik çalışmaları” alanında tamamlayacağı tezinin çıkış noktasını oluşturan sözleri anımsayamıyordu ama güçlenmişti.

Arkadaşlık teklifi…

Yoğun bir iş gününün ardından, üstüne geçirdiği saten pijaması, gelişigüzel toplanmış saçları, elinde bir kadeh şarapla kanepeye uzanmış, dizüstü bilgisayarından Facebook sayfasına bakmaktaydı. Teklifin kimden geldiğini anlamak için ikona tıkladı. Kaya… Elbette hemen tanıdı. Farenin üzerindeki eli bir an için durakladı. Sayfayı açıp profil resimlerine baktı. Fazla yaşlanmamıştı. Epeyce hoş, hatta enikonu yakışıklıydı. Albüm resimlerini merakla inceledi. Evli. Sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk. Mutlu bir aile tablosu... Adamın oğlu ile bir okul etkinliğinde kameraya gülümserken yakından çekilmiş olan fotoğrafı Sena’yı soğuk ve güneşli tipik bir Ankara gününe fırlatıp attı.

İlkokul. Bahçede, çocukların oyun alanının dışında kalan kuytu bir köşe. Çöp bidonları, üst üste yığılı kullanılmış mukavva, kırık sandalye ve işe yaramaz hale gelipsağa sola atılmış okul malzemeleri. Bütün bu pislik ve mezbeleliğin ortasında, parlak mavi gökyüzünün altında, başlarının üstünde birer güneşten hare, keskin çöp kokularıyla sarmalanıp birbirine sarılmış, formalı iki çocuk. Oğlan, gelini kucağına alarak eşikten geçiren damatlar gibi bir koluyla kızı dizlerinin altından kavrarken öteki eliyle sırtına sarılmış. Kızın kolları oğlanın boynuna dolanmış… Akşamları evlerinde ailecek izlenen romantik aşk filmlerine özenip, hayallerinde o sahnelere hiç öykünemez mi çocuklar? Kendilerini sinemanın büyülü dünyasına bırakıp gözlerini kapadılar. Oğlan kızı öptü. Dudakları birbirine değdiği anda başlarını sağa sola hareket ettirdiler. Durup bakıştılar.Tekrar öpüştüler. Sena gülümsedi.Kaya Sena’yı kucağından indirdi. Ciddi bir ifadeyle yüzüne baktı, elleri ile ağzının çevresini kapadı ve kulağına doğru eğilerek fısıldadı.

“Söylemek yok. Tek bir kişiye bile! Anladın mı?”

Tehditkâr ifadesi büyüde ağır bir gedik açtı. Sena önüne baktı. Sessizce başını salladı.

Teneffüslerde diğer çocuklar gruplar halinde kovalamaca, top, seksek, ip atlama gibi oyunlar oynarlarken onlar dikdörtgen avlu şeklindeki bahçenin karşılıklı iki kenarında birbirlerine bakıp gülümseyerek koşmayı âdet edindiler. Çember çizerek koşmak, çöplükteki gizli buluşma öncesi ritüelleriydi. Bu “aşık”çılık oyununu icat ederken, bir ihtimal, romantik aşk filmlerinde hülyalı gözlerle bakışan sevdalıların, kamera hareketi nedeniyle dönermiş izlenimini uyandıran görüntülerine özenmişlerdi.

“Hadi söyle.”

Sena en yakın kız arkadaşı Didem ile birlikte tahtanın önündeydi. Ders boş geçtiğinden öğrenciler sınıfta oyalanmakta, kimileri sıraların arasında koşuşturmakta, itişmekte, bazı çocuklar ise oturdukları yerde vakit geçirmekteydiler. Gülümseyerek bakışlarını kaçırdı. Gururlu ve gizemli bir ifadesi vardı. Konuşup konuşmamak konusunda kararsızdı. Didem sabırsız ve heyecanlı bir şekilde omuzlarını tutup sarsarak:

“Allah kuran çarpsın, iki gözüm önüme aksın ki hiç kimseye söylemem. Hadi söyle, hadi!”

Sena daha fazla kendini tutamadı. İki eliyle ağzının çevresini sararak arkadaşının kulağına fısıldadı. Söylenenleri dinlerken Didem’in yüzünden büyük bir heyecan dalgası geçti. Arkadaşı ellerini aşağı indirip geri çekildiği anda, sınıfın ortasında, müthiş bir haber vermek üzereymişçesine deli gibi bağırmaya başladı:

“Arkadaşlarrrr!”

Sena telaşa kapılarak Didem’e yalvaran gözlerle baktı. İfadesindeki çaresizlik Didem’i daha da kışkırtmış gibiydi. “Söylesem mi söylemesem mi” dercesine Sena’ya bir bakış attı ama bir taraftan da arkadaşını avucuna almış olmanın tadını çıkardığı, onu iki dudağının arasından çıkacak sözcüklere mahkûm etmenin vermiş olduğu iktidar gücünden başı döndüğünden, susmaya niyetinin olmadığı her halinden belliydi.

“Kaya Sena’yı...”

Sena, Didem’in üstüne atılarak susturmaya, ağzını kapamaya çalıştı. Boğuşmaya başladılar. Arkadaşı, Sena’nın ağzına bastırdığı ellerinin arasından zorlukla bağırmaya devam etti:

“Öpmüşşş... Hem de...”

En sonunda Sena’yı hızla iterek kollarından kurtulmayı başardı ve haykırdı:

“Dudaktannn!”

Sınıftaki hareketlilik bıçak gibi kesildi.Çocuklar durdu. Oyunlarını, kavgalarını bırakıp ağır bir sessizlikle Sena’ya baktılar. Sessizlik; saate vurulduğunda birkaç dakika, yürek ölçüsüyle sonsuzca uzundu. Sena başlangıçta şaşırdı, sonra sanki herkesin ortasında çıplak kalmışçasına bir utanca kapıldı. Yavaş, neredeyse ağır çekim hareketlerle, boynu bükük sırasına doğru yürüdü. Yolunun üstünde duran arkadaşları perişan haldeki Sena’yı küçümseyen ifadelerle süzüp açılarak kenara çekildiler. Ne de olsa hepsi, oturma odalarında çerez yiyerek izledikleri eski Türk filmlerinden iffetini kaybetmiş, damgalanmış olan “esas kadın”a nasıl davranılması gerektiğini öğrenmişlerdi. Yerine geçmeden önce arka çaprazında oturan Kaya’ya baktı. Kalbi küt küt atmakta, arkadaşının yüzünde, ona sırtını dönmeyeceğine dair bir işaret aramaktaydı. Kaya bakışlarını öteye çevirdi. Aldırışsız bir ifadeyle pencereden dışarı baktı. Sena yerine oturdu. Başını önüne eğdi.

Artık okulda yalnızdı. Arkadaşları bahçede, koridorlarda aralarından geçen Sena’yı küçümseyerek süzüp arkalarını dönerek oyunlarına devam ettiler. Popüler çocuklara özgü bir kendini beğenmişlik içindeki Kaya o günden sonra bahçeye çıkan Sena’yı görmezden geldi.Yalnızlık zordu. Günler sonra Sena, cesaretini toplayarak biraz ileride iki kız arkadaşıyla seksek oynayan Didem’e yanaştı. Arkadaşına düşmanca bir bakış atan Didem, ellerini boru gibi yapıp ağzının kenarlarını kapatarak yanındaki kızın kulağına bir şeyler fısıldadı. Gülüşmeye başladılar. Kız, elindeki taşı heyecanla yere atıp, Didem’in söylediklerini yanlarındaki diğer arkadaşına da aynı şekilde fısıldayarak nakletti. Hep birlikte Sena’ya sırtlarını dönüp neşeli tavırlarla sınıflarına doğru koştular. Sena arkalarından bakakaldı. Aldırmıyormuş gibi görünmeye çalışarak seksek taşını eline aldı.Kendi kendine oynamaya başladı.

“Anne...”

Sena ayıcıklı pijamaları ile iki kişilik yatağın üstünde, bir davete gitmek üzere hazırlanmakta olan annesini seyretmekteydi. Soğuk görünüyordu fakat etkileyiciydi. Güzeldi. Sandre sarı saçlarını sımsıkı topuz yapmış; aynada kendini süzerek iri taşlı, sallantılı küpelerini takmaktaydı. Kızını duymamıştı. Üzerinde bedenine oturan, dekoltesi derin seksi bir tuvalet, kendinden oldukça memnun, konuşmasalar da; kızının kendisini, hazırlanmasını izlediğinin bilincinde, ona bir kadınlık gösterisi sunmaktaydı. Uzun dikdörtgen şeklindeki şifonyerin üstü makyaj malzemeleri, içi takılarla dolu şık bir mücevher kutusu ve parfüm şişeleriyle doluydu. Parfüm şişelerinden birini eline aldı. Sıkarken aynadan kendisini seyreden kızının aksi gördü. 

“Ben çok kötü bir şey yaptım.”

Makyajının son rötuşlarını tamamlamakta olan anne kendiyle meşguldü. İlgisiz bir sesle sordu:

“Ne yaptın?”

Sena yanıt vermedi. Aynadaki aksinden kızının başı önünde ağlamakta olduğunu gören annenin ilgisi bu sefer Sena’ya dönmüştü. Biraz telaşlandı fakat belli etmemeye çalışarak aynaya arkasını döndü. Sena’nın yanına yaklaşıp, yatağa oturdu, yanağını okşayarak sordu:

“Ne oldu canım?”

Sena, önüne bakmayı sürdürüyor, yanıt vermiyordu. Anne biraz düşündü. Kızının çenesini kaldırıp gözlerinin içine baktı.

“Kulağıma söylemek ister misin?”

Sena bir an kararsız kaldı. Annesinin yüzünü inceledi. Kadın kızını rahatlatmaya, durumu hafifletmeye çalışmaktaydı. Oyuncu bir ifade takınarak birazdan muzip bir şeyler duyacakmış gibi baktı. Sena cesaret kazandı. Aynı okuldaki arkadaşına, Didem’e yaptığı gibi, iki eliyle ağzının çevresini sararak annesinin kulağına dışarıdan duyulamayacak şekilde fısıldadı.

“Ah! Bu muydu?”

Kadının yüzünden belli belirsiz bir kaygı ifadesi geçti. Bir şeyler söylemenin zamanı gelmiş fakat buna hazırlıksız yakalanmış gibi hafifçe içini çekerek sırt üstü yatağa uzandı. Kızının başını göğsüne yaslayarak saçlarını okşadı. Söze nasıl başlaması gerektiği konusunda kararsızlık, ilk cümleyi kurmadan önce bir tedirginlik yaşar gibiydi. Sena ile göz göze geldiler. Gülümsedi. Kulaktan kulağa oyunundalarmış, kendisine daha önce fısıldananları aktarmak üzereymiş gibi iki elini kıvırıp ağzının kenarlarını kapattı. Kızının kulağına eğildi ve fısıldadı.

Ne söylediği duyulmadı. Ancak bu esnada Sena’nın yüzünde başta çok belirgin olan endişe; önce hüzün sonra şaşkınlık, anlayış ve en sonunda da gülümsemeye dönüştü. Sadece kadınların dâhil olduğu bir tarikatın kadim bilgilerini annesinden devralmış, erginlenmiş gibiydi. Anne-kız artık Sena’nın da vâkıf olduğu bu kadınlık bilisinden kaynaklanan ortaklaşmayla kıkırdamaya ve gülüşmeye başladılar.

Annesinin o gün kulağına fısıldadığı; yıllar sonra bir akademisyen olduğunda erk, iktidar ve korkaklık üzerine kavramsallaştırıp “erkeklik çalışmaları” alanında tamamlayacağı tezinin çıkış noktasını oluşturan sözlerinin bütün detaylarını şimdi tam olarak anımsayamıyordu ama iyileşmişti, güçlenmişti. Kendi kendine gülümsedi. Fareye tıklayarak Kaya’nın arkadaşlık teklifini kabul etti. Sigara paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Arkasına yaslandı. O sırada sohbet kutusu açıldı. Ekranda pırıltılı bir taç ikonu belirdi. Sena taca bakıp güldü. Yanıt vermedi. Sigarasından bir nefes çekti ve başını geriye atarak dumanını havaya doğru üfledi.

Dumanların arasında yerde halının üstüne oturmuş hummalı bir şekilde çalışmakta olan bir kız çocuğu belirdi. Çevresinde elişi kâğıtları, renkli kartonlar, boya kalemleri ve yapıştırıcı; elindeki makas ile kartonu kesmekte, kestikçe kartonun üst tarafında ters üçgen şeklinde tırtıklar belirmekteydi.

İşini bitirdiğinde annesinin odasına girdi. Karton tacını şifonyerin üstüne, süslenme malzemelerinin yanına bıraktı. Annesinin makyaj kutusundan bir ruj seçti. Koyu kırmızı. Aynaya doğru eğildi. Ruju, defalarca üstünden geçip iyice koyulaştırarak dudağına sürdü.

Ertesi sabah okula gittiler. Başında karton tacı… o gün annesi şık bir etek-ceket giymişti. Saçları atkuyruğu, makyajı natürel, kulağında inci küpeleri ve elinde adalet talep edenlerin resmi belgelerini koyduğu bir evrak çantası vardı. Okulun girişinde karşılıklı durdular.

“Emin misin?”

Sena, başını salladı. Anne kızının hafifçe çarpılan tacını elleriyle düzeltti ve sevgiyle gülümsedi.

“Peki kızım.”

Sena okula doğru yürüdü. Koridordan geçip merdivenleri çıkarak sınıfına doğru yürümeye başladı. Başı dik, omuzları gerideydi. Hareketleri belirgin bir özgüven sergilemekteydi. Merdivenlerde, koridorlarda kendi aralarında oynamakta olan Kaya ve diğer sınıf arkadaşları yanlarından geçerken büyük bir şaşkınlıkla Sena’nın başındaki taca baktılar. Karton tacın önünde rujlu dudakların bastırılmasıyla oluşturulmuş koyu kırmızı kocaman bir dudak izi vardı. Birkaç kişi dudak izini işaret ederek aralarında fısıldaştı. Sena hiç aldırış etmedi. Fısıldaşmalardan neredeyse marazi bir şekilde zevk alıyor ve kendisiyle gurur duyuyordu. Sınıfa girdi. Telaşla arkasından içeri koşan Kaya ile göz göze geldiler. Sena abartılı jestlerle alaylı bir şekilde reverans yaptı. Kaya donakalmıştı. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu fakat arkasından içeri giren sınıf arkadaşlarından çekinerek sustu. Sena, küçümser bir ifadeyle dudağını bükerek başını çevirdi. Sırasına oturup arkasına yaslandı.

Sigara dumanı dağıldı. Ekrandaki sohbet kutusunda bu sefer kulak ikonuyla birlikte yeni bir mesaj belirdi.

“Sır tutar mısın?”

Sena merakla ekrana baktı.

“Sakın kimseye söyleme.”

Ekranda Kaya’nın mesaj yazmaya devam ettiğine dair küçük baloncuklar göründü.

“Korkmuştum. Biliyor musun?”

Sena’nın “Evet, biliyorum.” diyen yüz ifadesi Kaya’yı sessizce yanıtlar gibiydi.

Ekranda yeni bir ikon daha belirdi:

Elinde çiçeklerle reverans yapan bir adam.

“Öpücüklerin kraliçesine...”

Sena gülümsedi. Öne diz üstü bilgisayarına doğru eğildi. Arkasına yaslandığında sohbet ekranında Sena’nın yanıtı belirmişti. Büyüyerek bütün ekranı kaplayan kırmızı bir dudak ikonu.

BELMA FIRAT KİMDİR 
1969’da doğdu. ODTÜ’de ekonomi, Boğaziçi Üniversitesi’nde felsefe okudu. Üniversite yıllarında ODTÜ Oyuncuları bünyesinde tiyatro ve dramaturji çalışmalarında bulundu. Çeşitli edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlandı. Kaos GL’nin Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda 2012 yılında üçüncülük, 2014 yılında birincilik ödüllerini aldı. İthaki Yayınları “GİO Ödülleri 2013 Seçilmiş Öyküler”, Esen Kitap “Düşlerin İzinde: GİO Ödülleri 2014 Seçilmiş Öyküler”, Altkitap.net “O Yaz: 2013 Yazına Kurmaca Bir Bakış”, NotaBene Yayınları “Direniş Öyküleri”, Yitik Ülke Yayınları “Göç Öyküleri”, Kendiyayinlari.wordpress.com “Kadınlı Erkekli” öykü seçkilerinde ve İTEF 2014 Şehir ve Yolculuk antolojisinde öyküleriyle yer aldı. “Alışın Buradayız” isimli ilk öykü kitabı 2014 yılında, “Kuyuda” isimli ikinci öykü kitabı 2016 yılında NotaBene Yayınları tarafından yayımlandı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde felsefe derslerine devam etmektedir.
İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Rukiye

Bu dünyadan bir Rukiye gelip geçmiştir. Ölüm hep ona selam vermiştir. Ama artık tanışma vaktidir. Y...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Anne adayı on bir kadın

Yataktan kalkar kalmaz banyoya gitti. Çişini temiz kaba yaparken gülümsüyordu. Bir gün önce eczanede...