GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kum gibi
“Annem kitap okumazdı. İşi, gücü temizlik. Bizi, iki kızını sevmeye vakti yoktu. Ev, onun komuta alanıydı. Her yana serdiği dantel örtüler milim yerinden oynayacak diye ödümüz kopardı.”

Çocuktum. Arkadaşım, evlerinin merdiven altındaki boşluğunda duran bir çuval dolusu kitabı göstermişti. Kıskanmıştım. Bir çuval dolusu altın olsa dönüp bakmazdım. Annesi gençlik yıllarında okuduğu kitapları saklamış. Meliha teyze annemden büyüktü, 40’lı yaşlarındaydı, yaşlı sayılırdı -bana o yaşlar bir hayli uzaktı- ama annemi onunla değişmeye hazırdım. Sayfaları sararmış bir çuval dolusu kitap; aşk romanları ve birkaç şiir kitabı. Gözlerimin kocaman açılıp parlamasından korkan arkadaşım, bir tanesini seç senin olsun, dedi. Kitapları çuvaldan kurtardım, kalın kapaklarına dokundum. Kokladım. Yazarların isimlerini okudum, çoğunu bilmiyordum, sonra birini seçtim, adı güzeldi, peri gibi, Peride Celal, Dar Yol.
“On sekiz yaşındayım, Raif ilk aşkımdı, onun benim olmasını ne kadar istediğimi” diye başlayan uzun bir cümle okudum, rastgele bir sayfa seçtiğimde. On yaş için erkendi, annem görse okutmazdı. Kitabı koynuma saklayıp odama kaçırdığımı hatırlıyorum. Annem kitap okumazdı. İşi, gücü temizlik. Bizi, iki kızını sevmeye vakti yoktu. Ev, onun komuta alanıydı. Her yana serdiği dantel örtüler milim yerinden oynayacak diye ödümüz kopardı. O bağırdıkça babam sessizleşirdi. Güzel havalarda kızlarını, karısını alıp çay bahçesine gitmek isterdi, annem otur evinde iç çayını der ayak sürerdi. Nadir olarak çıksa da dışarıda bir şey yemem, içmem der adamın hevesini denizin en derin yerine batırırdı. Neyse ki gazeteleri, hava soğuk bile olsa balkonda bir köşesi vardı.
“Balkona çıkmak istiyorum. Lütfen. Nefes almak istiyorum.”
“Sabah her yanı havalandırıyorum ya…”
Babamı şimdi daha iyi anlıyorum. Annem tüketiyordu onu, çöken avurtlarını yeniden şişirmesi, insanların arasına karışması gerekti. Bizi götürmek istemedi mi gerçekten, yoksa annem mi vermedi bizi babamıza, bilemedik. Kızlarını sevdiğinden değil, sevgi cümlesi duymadık hiç, sanırım kocasını cezalandırdı. Önce ablamı evlendirdi, çok uzağa, Almanya’ya gelin gitti. Sıra bana geldi, istemedim. Hem çalışır hem okurum dedim, dinletemedim. Hayallerimin üzerine kâbus gibi çöktü, birlikte şiirler, öyküler okuyacağımız öğrencilerim uçup gitti. Kendi mutsuzluğunu benim üzerime yıkıp aradan sıyrıldı. Direnemedim. Yüreğimdeki hazan yapraklarını rüzgâra kaptırıp olur dedim, belki severim. Annemin uzaktan akrabası, çok efendi, dürüst delikanlı. İçkisi, kumarı yok. Babam bazı geceler tek başına içerdi, anason kokusu eşliğinde şarkı söyler, şakalar yapar, hikâyeler anlatırdı. Ne kötülüğünü gördün anne, kavun isterdi bir dilim, doğramazdın. Ah babam, şimdi yanımda olsan, birlikte içebilsek, sarhoş olsak, gecenin gözyaşlarına dokunsak…
Denizi gören bir evlendirme dairesinde nikâhımız kıyıldı. Günlük güneşlikken her yan birden yağmur bastırmış, kiralık gelinliğimin etekleri çamura batmıştı.
Yeni taşınmıştık. Denizi olmayan bir kasabaya, yorgun bir apartmana. Kocam sabah okula gitmişti. Kuş sesiyle kapı çaldı. Açtım. Karşımda. Seni denedim, dedi. Tuttuğu gibi zili, çekti kopardı telini. Kuş sustu. Benim anahtarım var, kapıyı kimseye açma. Yorma kendini, dedi. Benim anahtarım nerede, dedim, şaşırdı soruma. Sen hep evdesin zaten, anahtara gerek yok. Olur mu, bakkala, çarşıya… Sözümü tamamlamadan atıldı, o nasıl söz, ben güzel karıma çarşı pazar işi gördürür müyüm, alışverişi ben hallederim deyip gitti.
Şaka sandım. Akşama gelip zili tamir edecekti. O ise kızıl saç boyasıyla gelip saçlarını boya dedi, yeşil gözlerine daha çok yakışacak. Kızıl saçlarım da boğucu eylül ayını renklendiremedi. Kış geldi, çok üşüdüm, kimsesizlikten. Hiç özlemeyeceğimi sandığım okul yıllarım çok uzaktı. Neyse ki kitaplarım vardı. Yeni kitaplar, romanlar da alıyordu. Dışarı çıkamıyordum. Komşuya gidemiyordum. Nedenini sorduğumda biz bize yeteriz diyordu. Geçici bir kıskançlık dedim önceleri. Genç ve güzel karısını kıskanan adam. Nasıl olsa ilgisi azalacak, normale dönecekti.
“Evet ilk zamanlar sana olan hayranlığım içinde bunu aşk sanmış olabilirdim. İkimiz de çok gençtik, ne yaptığımızı bilmiyorduk. Fakat şimdi? Şimdi artık olamayacağını hissediyorum.” Peride Celal hep yanımdaydı, ona sığınıyordum. Kocam elbet böyle bir evliliğin devam edemeyeceğini anlayacaktı. Tutsaklığım sona erecekti.
Geç gelen bahar da ısıtamadı içimi.
Bir gün kapım çalındı. Kısa tık tıklarla. Yine beni deniyor diye açmadım. Ertesi gün tekrar kapı çalınca dayanamadım açtım. Yaşlı bir teyze, alt komşuymuş, kızından yeni dönmüş hoş geldin demek istemiş. Korkarak da olsa içeri buyur ettim, karşılıklı kahve içtik. Aylardan sonra kocam dışında bir insanla konuşmak yaşadığımı hatırlattı bana. Teyze, sen de gel dedi, zaten komşu yok, şu kuş kadar apartmanda insan yalnızlık çekiyor. Gelirim dedim, kocamın yasaklarından bahsetmedim. Gittim de. Kapı kapanmasın diye araya bir terlik koyarak. Fazla oturmadım, bir kahve içimlik. Eve geldiğinde öfkeliydi, neredeydin, dedi, telefonu neden açmadın? Banyodaydım, duymadım, dedim. Ben de öfkelendim, söylenmeye başladım; yeter artık, dışarı çıkmak, gezmek istiyorum. O akşam kasabada turladık, zaten tek bir caddesi var, küçük bir pastanede oturup tatlı yedik. Dönüşte bir mağazanın vitrininde ELEMAN ALINACAKTIR, yazısını gördüm. Başvurayım mı dedim, rengi attı, sarardı, hemen eve geldik. Bağırmaya başladı, neyin eksik de çalışacaksın, ne istedin de almadım…
Nereye gidebilirim, annemin evine mi, babama mı? Beklemeye devam ettim. Düzelecek, bu adam öğretmen, elbet düzelecek.
“Sana kavuşacağım zamanı uzattım. Bilerek. Kavuşmamızın coşkusu çoğalsın diye.” Okuldan sonra direk eve gelmemiş de lokale gidip kâğıt oynamış. Bir ümit, değişiyor, beni de azat edecek yakında. Öyle ya insan sevdiğine eziyet eder mi? Seviyor mu? Bilmiyorum. Söylemedi. Derdi tenini doyurmak olsa başka kadınlara gider, çoğu gece dokunmuyor bile. Seyrediyor.
“Ah bir hasret ki nasıl…” Gözüm doldu, konuşamadım.
“Hasret mi, neye, kime?”
“Özgürlüğe.”
“Özgür olmadığını mı düşünüyorsun?” Bir de dalga mı geçiyor bu adam. “Kör müsün, duygusuz mu, nesin sen?” Bağırdım. İlk kez sesimi yükselttim. Ağzıma ne geliyorsa söyledim, sapık, manyak, psikopat… Sustu. Yatak odasına gitti. Beni ağzımda söylenmemiş cümlelerle bir başına bıraktı. Akşam tüm boğuntusuyla çöktü her yana, ışıkları açmadım. Oturduğum koltukta uyuyakalmışım. Sabah saçıma dokunmasıyla uyandım. Kahvaltı hazırlamış, beni çağırıyor. Hiçbir şey olmamış gibi yaptık kahvaltımızı. İşe gitti.
Ayakkabılıkta iki çift ayakkabı, yıpranmamış. Biri yazlık, diğeri kışlık. Camı açıp fırlatıyorum çöp kokan sokağa. Patates, soğan kabuklarının, salçalı makarna artıklarının arasından el sallıyorlar bana. Birileri alır mutlaka, bensiz dolaşırlar sokaklarda. Gökte yıldızlar toplaşıp şarkı söylerler ay dedeye, ben istek parçası için ağlarım; sevişmek ah ne hoştur yıldızların altında… Deliriyorum galiba. Neredeyim, evim nerede, nereye aidim?
Alt komşu yine geldi. Artık kapı ne zaman çalsa açıyorum. Teyzeyle en alt komşuya da gittik. Kapı aralığına yine terlik koydum, artık ne olacaksa olsun. İki küçük çocuğu vardı en alttakinin. Senin de olur dediler, yeni evlisin. İstemiyorum diyemedim. Çocuklarım da benim gibi tutsak olacaksa…
“Ne gördün rüyanda?”
“Bilmem, hatırlamıyorum.”
“Düşün biraz, mutlaka bir şeyler hatırlarsın.”
“Hatırlayınca söylerim. Zorlama beni.”
Her sabah rüyasını anlattı bana. Rüyasında bile hep beni görüyormuş, çok mutluymuşuz, mutluluğumuzu kimse bozamazmış, çocuk bile. Böylelikle çocuk istemediğini anladım. Ben de istemiyorum. İnsan sevdiğinden çocuğu olsun ister, bu adamın bana dokunması bile nefretimi çoğaltıyor.
Sonra yağmurlar başladı. Gök öfkelendi, kızdı, ardından çığlıklarını savurdu, beraber ağladık. Çok ağladık. Göz gözü görmedi. Sonra ben uyudum. Günlerce uyudum. Akşamları iki lokma bir şey yiyeyim diye zorla kaldırdı beni. Uyuyor uyanıyor tekrar aynı rüyaya yatıyordum. Rüyamda uçsuz bucaksız bir kumsaldaydım. Ayaklarımın yumuşacık kumlarda bıraktığı izleri görüyordum. Yürüyorum, durmadan yürüyorum. Dalgalar çarpıyordu bacaklarıma bazen, deniz beni çağırıyordu. Kulağımda bir müzik, gitarın sesi, karşı tarafta bir ada varmış, ses oradan geliyormuş. Beni seven bir adam varmış o adada, beni bekliyormuş. Beni seviyor diyorum, kumda ayak izlerim yok oluyor, denize gireceğimi düşünürken havalanıyorum, kuş olmuşum, uçuyorum.
Sabah uyandığımda kararlıydım, gidecektim bu evden. İşe gittiğini düşündüğüm sırada çantamı hazırladım. Günlerdir taramadığım saçlarıma çeki düzen vermeye çalışırken geldi. Bakkala ekmek almaya gitmiş. Korkmuyordum ondan, gidiyorum dedim. Nereye dedi, cevap vermedim. Kapıyı kilitledi, anahtarı cebine attı. Güzellikle halletmeye çalıştım, sakin bir sesle bu durumda daha fazla yaşayamayacağımı, beni seviyorsa gitmeme engel olmaması gerektiğini anlattım. Her zamanki gibi sokaklar kötü dedi, seviyorum, dedi, sevdiğimden böyle dedi. Kuruyorum dedim, bu evin içinde tutsak olarak öleceğim dedim. Çantamı alıp kapıya yöneldim, aç şunu diye bağırdım. Kıpırdamadı bile. Çığlık atmaya başladım, imdat diye bağırdığımı hatırlıyorum en son. Üzerime atıldı, ağzımı kapatmaya çalıştı, çırpındım, elini ısırdım. Boğazıma sarıldığında elimden çantam düştü.
Gülümsüyordu. Fakat tebessümü acı ve alaylı idi.

Öykünün yazarı Sevtap Ayyıldız:
Heybeliada’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünde okudu. Öyküleri Yaratım, Kül Öykü, Kalem, Özgür Edebiyat, İzafi, Sarnıç, Lacivert, Dünyanın Öyküsü, Notos Öykü dergilerinde ve Galapera Öykü fanzinde yayınlandı. Denizini Arayan Kadınlar (Kül Sanat-2009) ve Belleğin Bahar Temizliği (Notabene- 2015) olmak üzere iki öykü kitabı var.
Yazarın Kum Gibi isimli bu öyküsü ilk kez Ekmek ve Gül’de yayımlanıyor.






İlgili haberler
Bu damızlık kızın öyküsü çok tanıdık!

Sıkıyönetim ilan ediliyor; anayasa askıya alınıyor, gazeteler kapatılıyor. Kadınların okuması, eğlen...

Mari Gerekmezyan: Sadece ‘karadut’ değil...

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Karadut’u olarak bilinen resimlerinin baş yüzü bu esmer kadın aslında Türki...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: İncir çekirdeği

Bir kadının çığlığını gökyüzüyle, bulutlarla, baharla tasvirlemek... Bir kadın yitirdiği baharını ar...