Gölgelerden çıkalım, dünyayı biz kuralım
Pandemide tüm dünyada artan şiddet, sendikaların gündemine olması gereken biçimde girmedi. Kimi örnekler olsa da, şiddetin işçi sınıfının bir mücadele gündemi olduğuna işaret eden örnek çok az.

“Bu dünyadan küresel bir salgın geçti.” Geleceğin tarih kitaplarında şimdiden hacimli bir yer rezerve etti kovid-19 pandemisi. Uluslararası ilişkileri, dünya ekonomik sistemini nasıl etkilediği, nasıl bir dönüm noktası olduğu yazılacak. Hangi ülke hangi önlemleri aldı, ekonomik maliyeti ne oldu, bunlar da kesin kayıtlara geçecek. Belki de en çok kaç insanın enfekte olduğu, kaç insanın hayatını kaybettiği konuşulacak. Peki, pandeminin insanlık için bilançosu hesaplanırken kadınlar neresinde olacak? ‘Kovid-19’dan ölmek’ kayıtlarında ‘eve kapanma yüzünden ölmek’ de yer bulabilecek mi? Yoksa mevsimlik işçi olarak tarlaya giderken devrilen kamyonlarda can vermenin ‘iş cinayeti’ değil ‘trafik kazası’ sayılması gibi, kadınların ölmesinin gerçek adı da konulmayacak mı yine? İnsanlığın kendini kurtarma savaşında ‘doğal ve tali bir zayiat’ olarak mı görülecek karantinada evde öldürülen kadınlar? Bu soruların cevabını geleceğin nasıl bir toplumla şekilleneceği belirleyecek. Kesin olan şu ki, bugün yaşanan kırılmadan kadınların tam ve gerçek özgürleşmesine doğru bir gelecek inşa edemezsek pandeminin kadın bilançosu ülkelerin ‘gölge rapor’larından öteye geçmeyecek. 

KADINLARIN CANI PAHASINA ‘ÖRNEK ÜLKE’ OLMAK
Pandemiyle mücadeleyi ‘iyi yöneten’ ve ‘kötü yöneten’ ülkeler karşılaştırmalarına şimdiden ‘gölge raporlar’ için veriler toplanmaya başlandı. Avrupa, ABD ve Kanada gibi dünyanın en gelişmiş ülkelerinde, devletlerin sadece halk sağlığı değil, kadınların şiddetten koruma kapasitelerinin de ne kadar yetersiz kaldığı gün gibi ortaya çıktı. Buna karşılık pandemiyle mücadeleyi ‘iyi yöneten’ ülkelerde kadınlar açısından durumun pek de değiştiği söylenemez. Örneğin; pandemi öncesi dünyada, kürtajın ve eşcinsel evliliğin yasalaşması, trans bireyleri koruyan yasaların çıkarılması gibi birtakım liberal haklar sayesinde “Amerika Kıtasının İsviçresi” olarak anılan Uruguay, pandemi sürecinde de “çölde bir vaha”, “istisna” ya da “örnek ülke” gibi bazı sıfatlarla anıldı. Günlük vaka sayısının çoğu zaman Avrupa ve ABD’yi aştığı Latin Amerika gibi bir bölgede, milyonlarca insanın alenen sürü bağışıklığına terk edildiği ve vaka sayılarının rekor düzeyde arttığı Brezilya ve Arjantin’e komşu bu ülkede, haziran sonu itibarıyla sadece 929 bulaş ve 27 ölüm yaşanmıştı. Üstelik zorunlu değil, “gönüllü” karantina uygulayarak. Uruguay’ın Nasyonal Parti’den seçilen taze devlet başkanı 1 Mart’ta koltuğuna oturmuş, Sağlık Çalışanları Sendikasının genel karantina çağrılarına rağmen, ekonomi kötü etkilenmesin diye kısmi kısıtlamalarla yetinmeyi uygun bulmuştu. Yurttaşlar, yetkililerin ve bilim kurulunun ‘gönüllü izolasyon’ çağrılarına büyük oranda uyarak evde kaldılar. Evde tecritin kadınlara bilançosu ise yine hesaba katılmamıştı. Polis kayıtlarına göre, 13 Mart’ta ilk vakaların tespit edildiği ülkede karantinanın ilk 45 gününde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla kadına yönelik şiddet vakalarında yüzde 8’lik bir düşüş yaşanmış görünüyor. Ancak, Ulusal Kadın Enstitüsü, karantinanın ilk iki ayında acil yardım merkezlerine yapılan çağrıların yüzde 80 arttığını söylüyor. Yani, zaten karantina yüzünden güvenlik ve yargı mekanizmalarına erişimi kısıtlanan kadınlar, en zorlayıcı koşullar altında dahi polise, kolluk güçlerinin koruyuculuğuna güvenmiyor. Pandemiyle mücadelenin en iyi örnekleri, ekonominin iyiliği uğruna, kadınların canı pahasına hayata geçiriliyor. 


SENDİKALARIN SORUMLULUĞU VAR!
Kadına yönelik şiddetle mücadelede göstermelik yasalar çıkaran devletler, asıl hayat kurtaran müdahaleyi büyük oranda kadın örgütlerinin sırtına yıkıyor. Kadın örgütlerinin taleplere cevap verme kapasitesi ise ya çeşitli fon kuruluşlarının verdiği fonlarla ya da sadece kadınlar arasındaki dayanışmayla sınırlı. Zaten olağan koşullarda yetişmenin mümkün olmadığı şiddet vakalarında pandemi gibi olağanüstü bir koşulda yetersiz kalması öngörülmez bir gerçeklik değil. Özellikle de hızlı dijitalleşme zorunluluğu ile kadınların teknoloji yoksunluğu arasındaki çelişkili uçurum düşünüldüğünde… Çelişki; milyonlarca kadının fabrikada ya da kendi evinde parça montajını yaptığı ve belki de hayatını kurtaracak o akıllı telefona ya da bilgisayara erişiminin olmayışında. ‘Hayati hizmetler’ olarak anılan tarım, gıda, perakende tedarik zincirlerinde çalışan kadınların hem işteki hem de evdeki yüklerinin katbekat artmış olması, üstelik bunu hem işte hem de evde şiddetin ifrada vardığı bir ortamda gerçekleştiriyor oluşu, sorunu nesnel olarak işçilerin öz örgütlerinin, sendikaların asli ve kaçınılmaz bir mücadele alanı haline getiriyor. 
ŞİDDET, İŞÇİ SINIFININ MÜCADELE GÜNDEMİDİR!
Buna karşılık, sendikaların yaklaşımı ile sorunun boyutu arasında da bir uçurum var. Pandemi dönemi taleplerini ücret ve salgından korunmaya odaklayan sendikalar, kadına yönelik şiddet konusunda çoğunlukla ‘basın açıklaması’, ‘bilgilendirme’ ve ‘raporlama’ düzeyinde bir aktivite sergiliyor, işverenlerle ya da hükümetlerle yürüttükleri pazarlıklarda, grev tartışmalarında ana bir gündem maddesi olarak ele almıyor. Pandeminin sonuçlarının sınıfsallığının kadınlara özgü yanları olduğuna, ya da tersinden ifade edecek olursak kadınların maruz kaldığı şiddetin işçi sınıfının bir mücadele gündemi olduğuna işaret eden çok az sayıda örnek bulunuyor.  
Uluslararası sendika konfederasyonu IndustriALL’un web üzerinden yayınladığı seminerler dizisi farkındalık yaratma hedefini gütse de, teknoloji yoksunu kadınların erişiminden uzak. İngiltere’de Ulusal Ev İçi Şiddet destek hattı, acil durum çağrılarında yüzde 25’lik bir artış yaşandığını, web sitelerinin pandemi öncesine göre yüzde 150 oranında daha fazla ziyaret edildiğini belirtiyor. İşçi Sendikaları Kongresinin (TUC) pandemi döneminde yaşanan bu artışa cevabı, özellikle evden çalışmak zorunda kalan kadınlar için ev içi şiddetin belirtileri, bir şiddet durumunun tespit edilmesi halinde nerelere başvurulacağına ilişkin bilgilerin olduğu bir kitapçık yayımlamak oluyor. İşverenlerin şiddete ilişkin kılavuz dağıtmalarını, işçilerin ise herhangi şüpheli bir durumda sendika temsilcilerini bilgilendirmelerini salık veriyor.
Arjantin Merkezi İşçi Sendikasının (Central de Trabajadores de la Argentina-CTA) La Rioja eyaletindeki bürolarının kapılarını şiddete uğrayan kadınlara ve nefret saldırılarına maruz kalan LGBTİ bireylere açması en azından pratik karşılığı olan ancak yine sınırlı bir örnek. İsrail Genel İşçi Federasyonu Histadrut’un televizyon kanalları için hazırladığı reklam filminde şiddetin sona ermesi için adressiz bir çağrı yapılırken, kadınlar, şiddet durumunda sol-siyonist hareketin bir parçası olan Na’amat adlı kadın örgütünden destek istemeye davet ediliyor. Şiddetle topyekûn bir mücadele perspektifinden uzak bu yaklaşımlar, toplumsal bir olgu olarak şiddetin ortadan kaldırılması yerine şiddet vakalarından kurtuluşun birincil sorumluluğunu kadınların atacağı bireysel adımlara bağlıyorlar.


LABORATUVAR ÜLKE: HİNDİSTAN
Pandemiyle birlikte çalışma koşullarının neredeyse kölelik düzeyine çekildiği Hindistan’da uzun zamandır görülmeyen bir sınıf hareketi örgütleniyor. Geçtiğimiz yıl ülke tarihinin en büyük grevinin yaşandığı ülkede işçi sendikaları ile köylü hareketi birleşerek temmuz-ağustos ayları boyunca sürecek bir eylem takvimi açıkladı. Ortaklaşılan talepler, herkes için ücretsiz sağlık hakkı, kişi başına aylık 10 kg gıda desteği, yoksul ailelere mali yardım, asgari ücret ve işsizlik ödeneği, hayati hizmetlere dayatılan zorunlu çalışmanın kaldırılması ile kırsal istihdam garantisini kapsıyor. Her ne kadar bu mobilizasyonun çok büyük bir parçasını kadınların oluşturacağına emin olunsa da, pandemi sonrası emek sömürüsü için adeta bir laboratuvar niteliği taşıyan ülkede yükselen işçi-köylü hareketinin ana taleplerinde kadın ve çocukların öne çıkarılmadığı görülüyor. 
PANDEMİ SONRASI DÜNYA YENİDEN KURULURKEN…
Sendikaların attığı kısıtlı da olsa bu adımlar bir kadının bile canını kurtamaya vesile oluyorsa kıymetsiz değil şüphesiz. Ancak sadece ‘yetersiz’ denip geçiştirmek de mümkün değil. Zira sorun, daha fazla broşür, daha fazla açıklama, daha fazla rapor ya da daha fazla reklamla çözülemeyecek kadar devasa ve acil. Kapitalistler pandemi sonrası sermaye birikimi ve dolaşımı için cezaevi tipi üretim yerleri hazırlarken, ataerkil tahakkümü emek sürecinin denetiminin asli bir unsuru olarak pekiştirirken, devlet hazineleri sığınmaevleri, kreş ve bakım evlerine değil de tekellere peşkeş çekilirken, şiddetin temel bir sorun olarak ele alınmadığı, eşitliğin temel bir talep olmadığı bir sınıf mücadelesinin değil kazanılması, yürütülmesi dahi mümkün değil. Ancak böylesi bir mücadele kadınları pandemi raporlarının gölgesinden, işçi sınıfını ise sömürünün zincirlerinden kurtarabilir.  
İlgili haberler
HİNDİSTAN: Pandemide Karnakata tekstil işçilerinin...

Koronavirüs salgını sürecinde işçi kadınlar dünyanın dört bir yanında işsizlikle, kötü muameleyle, a...

KAMBOÇYA: 724 tekstil işçisi kadın işten atıldı

Koronavirüs salgını sürecinde işçi kadınlar dünyanın dört bir yanında işsizlikle, kötü muameleyle, a...

Bir soda içmenin çok görüldüğü mülteci yaşamlar

Esra, Hayriye, Mahmut ve çocukları… Denizli’nin mülteci mahallesinde ayakta kalmaya çalışıyorlar. Bü...