
İsrail’in İran’a başlattığı savaşın ilk 4 günü saldırıların ebadı, devam edip etmeyeceği ve ilk günlerin tedirginliği ve karmaşasıyla geçti.
“Tahran’ı boşaltın dediler ama bizim gidecek yerimiz yok. Gitmek de istemiyoruz. Ölürsek herkes sivil olduğumuzu bilsin” diye bir tweet paylaştı Tahran’da yaşayan Şirin isimli bir kadın.
Tüm medyayı eline alan, sol, bağımsız medyayı görünmez kılmaya çalışan Batı medyasının ve siyonistlerin “Halkı değil sadece İran rejimine bağlı olanları öldürüyoruz” propagandaları İran’daki halkı, ölümü beklerken bile “Rejimden değiliz” açıklaması yapmaya itiyor. Siyasi grupların açıklamaları daha netleşmeye başladı. Çok dalgalı ve iç içe geçmiş sınırlar artık daha belirgin. Bu bağlamda, genel olarak içeride ve İran dışındaki İranlılar açısından üç ana hattın ortaya çıktığını görüyoruz.
Birinci hat savaşı, İsrail’i mahkum eden ama ‘İran rejiminin yanında saf tutmayacağız’ diyenlerden oluşuyor. İkincisi özellikle İran’ın dışında yaşayan, Batı ve İsrail iş birlikçisi bir kesimi kapsıyor. Bu kesim İran rejiminin İsrail eliyle değiştirileceğini savunuyor, İsrail’in attığı her bombayla seviniyor ve içeride ölenleri halk değil “rejim yanlısı” olarak gösteriyor. Üçüncü hat ise İran rejimi destekçileri veya rejimin içindeki kesim tarafından oluşturulan hat.
Sağ muhalefeti ve rejimin içindeki unsurları bir kenara bırakarak İran’ın içindeki örgütleri, ilerici unsurları ve işçi konseylerinin açıklamasında netleşen ilk çizgiyi daha iyi açıklamak önemli.
İŞÇİLER SAVAŞA KARŞI ÇAĞRI YAPIYOR
İran İşçiler Birliği, “Savaşa karşı, barış ve özgürlük için birleşik halk cephesi ve mücadelesi” çağrısıyla dakika dakika İran’ın içinde olanları işçiler açısından aktarmaya çalışıyor. İran’ın en büyük ve bağımsız işçi konseylerinden biri olan ve on binlerce işçiyi grevlere çıkarmış bu örgüt, ilk günlerden itibaren savaşa karşı çizgisini ortaya koydu.
Onun yanı sıra Öğretmenler Konseyi, işçi önderleri ve siyasilerden peş peşe açıklamaların geldiğine şahit oluyoruz. Örneğin 340 kişinin imzası bulunan açıklamada şunlar dikkat çekiyor:
“İsrail, aylarca Gazze’de süren soykırım ve uluslararası hukukun açık ihlalinden sonra şimdi İran’a karşı yakıcı bir savaş başlatmış bulunuyor. Öte yandan İslam Cumhuriyeti, yurttaşlarının can güvenliğini korumaya dönük en küçük bir öngörü ya da hazırlık olmaksızın, on yıllardır uranyum zenginleştirmede ısrarla yürüttüğü politikanın halkın çeşitli kesimlerini yoksullaştırmaktan ve onları azami şekilde bastırmaktan başka bir sonucu olmamışken, bu savaşın ateşine körükle gitmektedir.
Bugün her zamankinden daha açık ki, ne umutlarını İsrail bombardıman uçaklarına bağlayan güçlerin, ne de İslam Cumhuriyeti’nin destekçilerinin bu toprakların özgürlüğüyle bir ilişkisi vardır. Savaş ekonomisinden beslenen kişi ve kurumlar, kalıcı barışa ve yerel örgütlerin oluşumuna karşıdır. Medya gücü ve etkin propaganda araçlarına sarılarak bu askeri bilek güreşinin nihai kurbanlarının savunmasız halk olduğunu gizlemekte ve savaşın alevlerini harlayarak şiddet içermeyen mücadeleleri, halk direnişinin sürekliliğini ve sivil toplumun dayanıklılığını hedef almaktadırlar. Biz İran halkını savaşa karşı, birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.”
Bu açıklamanın yanı sıra İran Yazarlar Birliğinin açıklamasında da benzer bir çizgi dikkat çekiyor: “İsrail’in İran topraklarına yönelik açık saldırısını kınamakta ve İran ile dünyadaki özgürlük yanlısı yazarları, aydınları ve benzer kuruluşları, kendi gerçek ve bilinçlendirici rollerini üstlenmeye, medya üzerindeki bu iki kutupluluğu kırarak halkın bağımsız sesinin ve özgürlükçü hareketlerinin daha fazla duyulmasını sağlamaya çağırmaktadır."
Bunların yanı sıra İran Halkın Fedaileri Azınlık, İran Komünist Partisi (Tudeh), İşçi Yolu, Sosyalist İşçiler Birliği gibi birçok parti de yaptığı açıklamada savaşa karşı üçüncü cephenin kurulmasına çağrı yaptı.
HALK SIRTINI YİNE HALKA DAYIYOR
Dördüncü günden itibaren çağrılar daha net ortaya çıkarken İran’ın içinde halkın tedirginliği de bir o kadar arttı. Tahran, Tebriz, İsfahan, Kirmanşah ve petrol rafinerilerinin olduğu güney bölgelerinde uzun benzin, ekmek kuyrukları olduğu görülüyor, hükümetin en temel ihtiyaçların bile temininde yardımcı olmayacağını düşünen halk, dayanışma örgütlemenin yolunu arıyor.
Göze çarpan meselelerden biri de şu: Özellikle kuzeyde ve merkeze doğru yani Yezd ili ve çevresinde; saldırıların henüz olmadığı bölgelerde pansiyonların “Kapımız halkımıza açık” kampanyası başlattığı görülüyor. İsrail ve Trump’ın, 18 milyonluk Tahran kenti için yaptıkları “Boşaltın” çağrısından sonra bu kampanyanın yoğunluk kazandığını görüyoruz.
Başkentte yaşayanlarla konuştuklarımız hükümetin tek bir toplanma yerinin; metro hariç sığınaklarının olmadığını söylüyor. Ekbatan bölgesinde yaşayan bir aile, Tahran’ı tamamen terk etmenin mümkün olmadığını, kuzey illerine gidişlerin normalde 3 saat iken 6-7 saate çıktığını anlatıyor: “Biz en zor zamanımızda birbirimize yaslanmayı öğrendik. Pansiyonlar, kafeler, yurttaşlar evlerinin kapısını birbirlerine açıyor. Çünkü elinden gelen tek şey o...”
TAHRAN'DA YER ALTI ŞEHRİ HEDEF OLABİLİR
Bir diğer mesele ise Tahran’ın altındaki büyük yer altı şehri. İran rejimi yıllardır Tahran’ın yer altı şehrini propaganda aracı olarak kullanıyor. Yerel kaynaklar ve irtibata geçtiğimiz bağımsız gazetecilere göre bu yer altı şehrinin büyüklüğü tahmin edilenden fazla ve birçok askeri mühimmatın yanı sıra nükleer tesislerle ilişkisi olan bir biçimde de düzenlenmiş. İsrail’in defalarca bombaladığı “Baqeri bölgesi”nin ise bu şehrin girişlerinden biri olduğu öne sürülüyor. Yerel gözlemciler “Tahran’ı boşaltın” çağrısının gözdağı, korku, saldırıyı güçlendirme, gövde gösterisinin yanı sıra yer altı şehrinin yok edilmesi hedefli olduğunu öne sürüyor. Ancak açık olan tek şey var ki 18 milyonluk şehrin tahliye edilmesi mümkün değil. Ve dolayısıyla herhangi kapsamlı saldırıda milyonlarca İranlının öldürüleceği ortada.
Fotoğraf: Alternativ
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.