
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2025 yılını ‘Aile Yılı’ ilan etmesinin ardından, iktidarın uzun süredir gündeminde olan nafaka hakkının sınırlandırılması ve boşanma davalarında arabuluculuk sistemi, yeni bir yargı paketiyle önümüzdeki dönemde Meclis gündemine getirilecek. Bu bilgiyi, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un geçtiğimiz hafta gazetecilere yaptığı açıklamayla öğrenmiş olduk.
Adalet Bakanı, aile arabuluculuğunu “ülkeye kazandırmak” istediklerini söylerken tarafların arabuluculukta boşanma konusunda anlaşabileceklerini ve mahkeme onayı ile de hızlıca boşanabileceklerini “müjdeledi.” Oysa Medeni Kanun’da halihazırda düzenlenmiş olan “anlaşmalı boşanma” tarafların kendi iradeleriyle boşanma konusunda anlaşmaları hâlinde, hâkim onayıyla zaten hızlıca gerçekleşebiliyor. Bu durumda “arabuluculuk sistemi” ile aslında ne yapılmak isteniyor sorusu akıllara geliyor.
‘Küçük tartışmalar’ değil, şiddet!
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un “Boşanma davası öncesinde tarafların belki küçük tartışmadan kaynaklanarak büyüyen, aslında aralarında geçimsizlik yokken sadece avukata yazdırdığı o dilekçelerde ağır ithamlar söz konusu olabiliyor. Ağır ithamlarla karşılaşan karşı taraf, kadın veya erkek, o dilekçeyi aldıktan sonra bir daha o evliliğin düzeleceğine inanmıyor. Taraflar birbirlerine tam düşman oluyor” şeklindeki açıklamasında bahsedilen o “küçük tartışmaların” TÜİK'in verilerinde dahi kadınların en önemli boşanma nedeninden biri olarak görülen dayak/kötü muamele yani aile içi şiddet olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek.
İktidarın aile yılı ilan etmesi ardındaki motivasyonun boşanma oranlarındaki artış ve doğum oranlarının azalma eğilimi yani kendi deyimleri ile “ailenin çözülmesi” olarak gösterilirken artan kadın cinayetleri ve “şüpheli” kadın ölümlerine değinilmemesi elbette politik bir tercihin tezahürü olarak karşımızda duruyor. İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesine de gerekçe olarak sunulan “ailenin korunması” kadınların yaşam hakkı başta olmak üzere kazanılmış haklara yönelik saldırıların kılıfı olarak işlevselliğini korumayı sürdürüyor. Aile yılı paketiyle gelen doğum teşvikleri, gençlere evlenme yardımı, “aile yaşamı ile uyumlu” güvencesiz esnek çalışma modelinin ardından boşanma davalarında getirilmek istenen bu arabuluculuğun da iktidarın sistemin ihtiyaçları ve sürdürülebilirliği yönündeki hamlesinin bir parçası olduğu rahatlıkla görülüyor.
AKP son 10 yılda işçi-işveren davalarında ve ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuk sistemini zorunlu hale getirdi. Yargıda artan iş yükü ve yargılamaların yıllarca sürmesine bir çözüm olarak sunulan arabuluculuk sisteminin bu sorunlara bir çözüm olmadığı gibi işçi- işveren ilişkisinde olduğu gibi eşitler arası bir anlaşma değil ancak işçinin bir kısım haklarından feragat ederek daha azına ikna olmaya zorlandığı bir sistem olarak yürümeye devam ediyor.
‘Kapalı kapılar arkası eşitsizlik derinleşecek’
Arabuluculuğun kadınların nafaka, mal paylaşımı ve mirastan doğan haklarının “pazarlık” yoluyla geri alınmasına ve en önemlisi boşanma iradelerinden vazgeçirilmelerine zemin hazırlayacak. Boşanma davalarına getirilecek arabuluculuk sisteminin nasıl hak kayıpları doğurabileceğini göstermesi bakımından yakın zamanda yürüyen bir tartışmaya tekrar bakmak gerekir. Kasım 2024’te yürürlüğe giren “Tapu Sicilinde Arabuluculuk Uygulamaları” genelgesiyle, mirasçılar arasında yapılan arabuluculuk anlaşmaları, resmi senet aranmadan tapuya tescilinin bazı gazete haberlerinde eşit miras paylaşımı zorunluluğunun kaldırıldığı şeklinde yayımlanmasına üzerine İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi yapmış olduğu açıklamada bir genelge ile Medeni Kanun’un eşit miras ilkesinin değiştirilemeyeceği ancak ileri yaşta, okuryazar olmayan, ekonomik bağımsızlığı bulunmayan kadınların bilgilendirilmeden arabuluculuğa yönlendirildiği ve baskı altında anlaşmalara imza atmak zorunda kalarak miras haklarını fiilen kaybettiklerine işaret edildi. Daha bu cuma günü Diyanet, Cuma hutbesinde kadınların anayasal eşit miras hakkını hedefe koydu. Diyanet tarafından anayasaya aykırı ayrımcı bir miras bölüşümü ortaya kondu. Yargının bağımsızlığının tartışıldığı bir ortamda “mahkeme yerine alternatif çözüm” adı altında daha az denetimli, kapalı kapılar arkasında yürüyen süreçler yaratıyor.
Evlilikte ekonomik, psikolojik ve fiziksel şiddete uğrayan kadınları uzlaşmaya zorlamak, yaşamlarını riske atmak anlamına gelecek. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW gibi uluslararası sözleşmeler aile içi şiddetin varlığı halinde arabuluculuğu yasaklar. Adalet Bakanı Tunç da haziran ayında Meclis'te yaptığı bir açıklamada kadına yönelik şiddet olduğu durumların arabuluculuk kapsamında değerlendirilmeyeceğini söyledi. Ancak boşanma davalarının büyük bir kısmında kadınlar ya zaten şiddet gördüğü için boşanmak istiyor ya da bu süreçte şiddete uğruyor. Fiziksel şiddetin yanı sıra psikolojik, sözel, ekonomik, sosyal şiddete uğrayan kadınların bu şiddetin varlığını tespit ettirmekte karşılaştıkları güçlükler, aile içi şiddetin görünmezliği karşısında “şiddet varsa arabuluculuk uygulanmaz” açıklamasına güvenmek, boşanma sürecinde kadının güvenliğini tesis etmeyi arabulucudan beklemek mümkün değildir.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Aile arabuluculuğuna karşı ev ev dolaşmalı
Aile arabuluculuğuna dair bir tartışma yürütüyor Sincan’dan işçi Ayşe. Fabrikadaki arkadaşının şidde...
İki kadın evli oldukları erkekler tarafından öldür...
Son 5 yılda öldürülen kadınların yüzde 40’ı evli oldukları erkekler tarafından öldürüldü. Adalet Bak...
'Neden boşanmalarda arabuluculuk istemiyoruz?'
Dergimizin orta sayfasında 'Neden boşanmalarda arabuluculuk istemiyoruz?' sorusuna yanıtları zorlu b...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.