
İktidarın 2025’i “aile yılı” ilan etmesinin ardından Aile Bakanlığı başta olmak üzere birçok bakanlık “değerler ve aile” başlıkları altında çeşitli çalışmalar önümüze koydu. Protokoller, üç çocuktan fazla doğuran kadınlara doğrudan atama, doğum yardımları, evlilik kredileri, çeyiz indirimleri, eğitim sisteminde tekrar değişiklik gibi birçok konu gündemde.
İşçi, emekçi ailelerin “aile yılındaki” gerçek yaşam koşullarını ortaya koymak için Esenyurt ve Küçükçekmece’de evlerine misafir olduk. Bu ziyaretlerden öne çıkan en önemli ortak nokta AKP’nin çizdiği tablo ile emekçi ailelerin yaşadığı hayat arasındaki makas açıklığıydı.
Plastik işçisi: Yıllarca ‘Nerede bu devlet?’ diye sordum
Esenyurt’ta bir plastik fabrikasında çalışan Ayten’in evine misafir oluyoruz. Binanın birinci katında kızıyla birlikte yaşıyor. Ayten’in yaşamı Türkiye’de birçok işçi kadının yaşadıklarıyla benzer. İki çocuğu olan Ayten, 20 yaşında evlendikten sonra uzun yıllar eşinden şiddet görmüş. “Haftanın 4 günü hastanede gözümü açardım” diyen Ayten, defalarca polise gitmesine rağmen yanıt ve yardım alamadığını anlatıyor. Boşandıktan sonra da şiddet sürmüş: “Şiddete uğrarken polisi aradım, ‘Bu adam beni öldürecek’ dedim. 12 sene oldu hâlâ polis gelmedi. O gece şans eseri ölmedim, kolum kırıldı.”
Uzun yıllar önce eşinden boşanan Ayten, “Geleneksel aile seni şiddet gördüğün eve mahkum ediyor, devlet ise buna dair hiçbir şey yapmıyor. Yıllarca sordum kendi kendime, ‘Nerede bu devlet?’ diye” diyor.
‘Esnek çalışmadan bana kalan tendonu kopmuş bir kol’
Tek bir kuruş bile nafaka alamamış, evlerde temizlik işlerine giderek hayatı idame ettirmeye çalışmış: “10 yılı aşkın merdiven sildim, evleri temizlemeye gittim. Bir evden diğerine koştum. Bu 10 yılım sigortasız ve güvencesiz geçti. Bana kalan, tendonu kopmuş bir kol ve kalp hastalığım oldu. İktidarın uzun süredir teşvik ettiği esnek çalışma gerçeği budur. Şimdi en azından sigortam var. Ancak tek başıma 30 bin lira maaşımla ev kirası ödüyor, kızımı üniversiteye hazırlıyorum.”
Ayten bir süredir plastik fabrikasında çalışıyor, işçi ailelerin yaşantısına dair binlerce hikaye biriktirmiş: “İktidar kadınları hep aile içinde tanımlamaya çalışıyor. Eşit temele dayanmayan bir yaşam nasıl uzun sürsün? Dışarıda iş, evde iş. Zaten kadın o denklemde eşitsiz. İşin içine şiddet, baskı girince de tahammül edilemez bir noktaya evriliyor.”
‘Fabrikadan komşumun çocuklarının beslenmesi için yemek getiriyorum’
Ayten hayatını dayanışmayla sürdürüyor, “Hemen üst komşum, ikizi var ve beslenme bile hazırlayamıyor. Eşi de kendisi de işçi. Ben fabrikadan çocukların beslenmesi için yemek getiriyorum. Çünkü bunları ben de yaşadım. Ben hiç eve kiloyla meyve aldığımı hatırlamam. Çalışıyordum ve küçücük çocuğumu evde tek bırakarak işe gidiyordum” diyor. İşçi kadınların yaşamını sürdürmesi için en hayati faktörün kreş olduğunu vurguluyor.
Birçok işçi kadının bugün şiddete rağmen yaşadığı evlerde yaşamını sürdürmesinin zorunluluk olduğunu da anlatıyor: “Yakın zamanda fabrika kapanabilir, yine işsiz kalabilirim. Birçok kadın tam olarak bunu yaşıyor. Onu koruyacak devlet mekanizmaları yok ve her an aç, susuz kalabilir. Bakması gereken çocukları var. Devlet doğurmaya teşvik ederken sadece bizim yerimize ileride çalışabilecek işçiler arıyor. Çocukların hayatı ve geleceği bir önem taşımıyor.”
Matbaa İşçisi Nermin: ‘Biz sadece hayattan geçiyoruz’
Küçükçekmece’nin İkitelli ilçesinde 30’dan fazla sanayi sitesinin olduğu bir bölgede Nermin ile buluştuk. Nermin işçi emeklisi, 51 yaşında ve 14 bin lira emekli maaşı alıyor. Eşi de aynı şekilde, ikisi de çalışmaya devam ediyorlar. Nermin’in eşi şoför, kendisi ise 300 kişilik bir baskı, matbaa işletmesinde çalışıyor. 17 yaşında ilk çocuğunu doğuran Nermin 4 çocuk büyütmüş, üç kızı evli ve bir oğlu üniversite öğrencisi. Aile yaşamlarının geçim derdinden ibaret olduğunu anlatıyor: “Hayatımız günden güne baş aşağı oldu. Benim 4 çocuğum oldu ama çocuklarım bir çocuktan fazlasını doğuramazlar. Çocukları olduktan sonra kızlarım işe gitmeyi bıraktı çünkü çocukları bırakabilecekleri kreş yok. Bakım yükü ağır ve en önemlisi aydınlık bir gelecek hayali bile yok.”
‘Örgütlenme hakkımız elimizden alındı’
En son 3 yıl önce tatile gidebildiğini söyleyen Nermin, “Hayatımız çalıştıkça kolaylaşmadı, hep eksildi. 3 yıl önce tatile gittim ve bir daha gidebileceğimi düşünmüyorum” diyor.
Çocuklarının geleceğine dair endişe duyan Nermin geçmiş yıllarda mücadeleyle birçok şeyin üstesinden gelebiliyorken bugün emekçi ailelerin geldiği noktanın sorumlusunun AKP olduğunu söylüyor: “Sadece yoksulluğun derinleşmesi değil mevzu. Ben ’90’lı yıllarda çalıştığım büyük fabrikalarda sendikaya üyeydim ve mücadele ederek hakkımızı alabiliyorduk. AKP yıllar içinde örgütlenme ve hak talep etme hakkımızı da elimizden aldı. Engelledi, korkuttu, tutukladı. Yoksulluk derinleşti, biz susturulduk.”
AKP’li yıllarda bir işçi ailesinin ömrünün sonuna kadar çalışmak zorunda kaldığını söyleyen Nermin, “Biz sadece hayattan geçiyoruz. Gerçek bu. Devlet en temel sorumluluklarını yerine getirmiyor sadece sadakayla yaşamaya mecbur bırakıyor” diyor.
Ev Kadını Cansu: Çalışmak çok isterdim
İkitelli’de eşi gıda işçisi olan kalabalık bir ailenin evine doğru ilerledik. Cansu 24 yaşında, bir çocuğu var ve 3 aylık hamile. Çocuğu olunca çalışmayı da bırakmak zorunda kaldığını söylüyor. Yoksul bir emekçi ailesinde büyüyen Cansu, 4+4+4 sistemiyle 8. sınıftan sonra eğitimden koptuğunu, çalışmaya başladığını anlatıyor. Genellikle hizmet sektöründe veya tekstil atölyelerinde çalışan Cansu, aile baskısı nedeniyle erken evlenmiş: “Çok gençken evlendim. Çok küçükken çocuğum oldu. Geleneksel baskılar bir yana zaten yıllardır AKP bunu teşvik etmiyor mu? Bu teşvikler tabii ki toplumu da etkiliyor. Ben okumak yerine çalışmaya mecbur kaldım, çünkü ailem yoksuldu. Baskılar ise başka bir hayata itti beni.”
Gıda işçisi eşinin maaşıyla geçinmeye çalıştıklarını söyleyen Cansu, “Aile Bakanlığının ve devletin yardımlarına defalarca başvurdum ve reddedildi. Şimdi bir yenidoğan yardımı var. Verilecek yardım 2 aylık bez parası bile olmuyor. Bunlar çocuk doğurmaya yetmez” diyerek hayatının bakım yükünden ibaret olduğunu anlatıyor ve ekliyor: “Eşim ve ailesinin bir kısmının yemeklerini ben hazırlıyorum. Evin tüm işleri benim sırtımda, adeta robot gibiyim. Erken evliliğe teşvik ediliyor ancak hayatın gerçeği başka. O gerçekler ve zorluklara dair çözümler olmazsa bu teşviklerin bir anlamı yok. Ben çalışmak çok isterim ancak bunu sağlayacak koşullar yok. Aile yaşantısının en önemli sarsıntısı da geçimden dolayı oluyor. Diğeri ise kadının üzerindeki yükler.”
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.