Özay Tekstil’den Dilovası’na: Kadın emeğiyle büyüyen sömürü, ölümlerle sürüyor
'Geçmişte yaşanan birçok örnek patron sınıfının ve onun devletinin sömürü uğruna kadınların ve çocukların hayatından nasıl vazgeçebildiğini açıklıkla ortaya koyuyor.'

Dilovası’ndaki parfüm doldurma atölyesi ve deposunda yaşanan patlamanın ardından üç kız çocuğu, üç kadın işçi hayatını kaybetti. Yaşanan iş cinayetinin göz göre göre geldiğini ölen işçi kadınların aileleri ve deponun çevresindeki yurttaşların beyanları teyit eder nitelikte. Çocuk işçiliği, kayıtsız ve sigortasız biçimde çalışma, binanın iş yeri ruhsatının olmaması, bunlar hakkında CİMER’e yapılan şikayetler... Ancak sömürünün sürmesi için devletin denetim görevini yerine getirmemesi, güvencesiz çalışmanın patronlar lehine nasıl örgütlendiği ve işçi kadınların ve çocukların canlarının nasıl patron ve devlet eliyle hiçe sayıldığını apaçık gösterdi bu iş cinayeti. Ancak bu cinayet ilk örnek değildi. Bugün, üç çocuk üç kadının ölümüne sebep olan sömürü düzeneğinin çarklıları aslında senelerdir yağlanıyordu. Geçmişte yaşanan birçok örnek patron sınıfının ve onun devletinin sömürü uğruna kadınların ve çocukların hayatından nasıl vazgeçebildiğini açıklıkla ortaya koyuyor. Şimdi onlarda bazılarını inceleyelim.

İşçiye değil makineye sigorta: 2005 Özay Grup Tekstil İthalat ve İhracat Fabrikası

29 Aralık 2005’te gece vardiyasında, Bursa’da Özay Grup Tekstil’e ait yatak fabrikasında çıkan yangında biri 15 diğeri 17 yaşında iki kız çocuğu, üç kadın işçi yanarak ölmüştü. Kadınlar yangın başladığında fabrikadan çıkmak istemiş ancak çıkış yapmak istedikleri kapı, “işten kaytarmalarının engellenmesi için” dışarıdan kitlenmişti.

İşçiler fabrikada sigortasız çalıştırılıyordu ve iş yerinde sendika yoktu. Bianet’ten Tolga Korkut’un 2005’te yaşanan cinayete dair hazırladığı habere göre, iş yerinde ise iş güvenliğine dair hiçbir güvenlik önlemi de -yangın çıkışı, yangın söndürücü gibi- yoktu.

Özay patronu yasal olmayan her türlü adımı atarak bu cinayeti adım adım gerçekleştirmişti. 4857 sayılı İş Kanunu’na göre çocuk ve genç işçiler gece vardiyasında çalıştırılamazdı. 9 Ağustos 2004 yılında Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik ile hamile kadınların gece vardiyasında çalıştırılamayacağı ifade edilmişti ve belki de en önemlisi 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve ilgili mevzuatlarda patronların işçileri sigortasız çalıştırması hukuka aykırıydı. İşçiler sigortasız çalışırken fabrika ve makineler 4 milyon liraya sigorta ettirilmişti.

Ancak yaşları 17 yaşındaki Sadife Düdüş ve 15 yaşındaki Ayşe Denizdalan ve üç aylık hamile olan Sevgi Akpınar bu yangında öldü. Sadife 16 aydır bu fabrikada çalışmasına rağmen sigortası o öldükten sonra yapıldı. Dahası bu beş kadın öldürüldükten sonra mahkemede bilirkişi ölen kadın işçileri ikinci dereceden suçlu ilan etmişti. Nitekim dava sonunda Özay Grup Tekstil patronu Lokman Özay’a “tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet verme” suçundan 10 yıl hapis cezası verilmiş ancak bu ceza 182 bin YTL para cezasına çevrilmişti. Aynı davada yargılanan işletme müdür yardımcısı Canan Erkin ise beraat etmişti.

O dönem Milliyet Gazetesi ise yaptığı haberde ölen işçilerin “daha uzaktaki ana çıkış kapısına yöneldikleri ve dumandan etkilendiklerini”, patron Özay’ın işçiler tarafından “çok sevildiğini” anlattı. Kilitli kapılardan, sigortasız çalışmadan, çocuk işçiliğinden ve yasa dışı gece vardiyasından ve yangın için alınması gereken önlemlerin alınmadığından hiç söz etmedi. O dönem iktidar ve devlet temsilcilerinin açıklamalarına ise -eğer varsa- şu an ulaşılamıyor.

İkitelli’de işçi kadınlar boğuldu, devlet yetkilileri doğayı suçladı

Bir diğer toplu kadın işçi cinayeti de İstanbul Küçükçekmece’de gerçekleşti. 2009’un eylül ayında Pameks Tekstil’de çalışan 8 kadın işçi, Küçükçekmece’de yaşanan sele serviste yakalandı. Servise servis demek bin şahit ister: Kadınların yaşamını kaybettiği servis, camı ve çift kapısı olmayan, hava almayan, kapalı kasalı bir yük aracıydı. Servis sulara gömüldüğünde sekiz işçi kadın boğularak hayatını kaybetti.

Kadın işçilerin boğularak ölmesine ilişkin Pameks Tekstil’in o dönemki yetkilisi Ahmet Alkan, kadınların “ayakları ıslanmasın” diye araçtan çıkmadığını, fabrikanın köpeğinin aracın üzerine çıkaran kendisini kurtardığını söylemiş, “Ölenlerden bir tek çaycıma üzüldüm” gibi bir ifade kullanmıştı. Dahası, aslen yük taşımak için kullanılan aracın servis gibi kullanılmasına ilişkin de Alkan, aracın sürücüsünü suçlamıştı.

Bakanlar işçi cinayetinde suçu doğaya attı
Sekiz tekstil işçisinin hayatını kaybettiği iş cinayetine ilişkin ise hükümet yetkililerinin açıklamaları tepki toplamıştı.
Dönemin Başbakanı ve şu an Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan, “Derenin intikamı ağır olur. Şu anda olan da budur” demişti.
Dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, “Kendi elimizle Allah’ın yarattığı doğayı katlediyoruz. Kamu idaresinin ihmali olduğu kadar vatandaşın da var” dedi.
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu, “Bu hakikaten bir tufan belirtisi. Buna ne Amerika’da, ne Türkiye’de alınacak önlem yoktur” ifadelerini kullanmıştı.
İstanbul Valisi Muammer Güler, “Altyapıda bazı sorunlarımız yok değil, ama bu yağış çok güçlü altyapıların bile dayanamayacağı nitelikte” derken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş “İnsanoğlunun doğayı hoyratça kullanmasının faturası. Buzullar erimeye başladı, ekolojik kıyametten bahsediliyor” demişti.
Yetkililerin tüm açıklamaları, neden tekstil işçisi kadınların yük aracıyla taşındığını tartışan, buna dair Pameks Tekstil patronundan hesap soran ya da altyapıdaki sorunları tespit ederek bunları çözmeye dönük adım atmaktan oldukça uzaktı. Kısacası devlet denetim görevini yerine getirmezken tüm sorumluluğundan sıyrılarak suçu taşan dereye ve doğaya attı.

Mahkeme sürecinde bilirkişi raporu da iktidarın açıklamalarıyla paralel ilerledi: Raporda sel felaketi asli, yargılanan sanıklar ise tali kusurlu bulundu. Pameks Tekstil’in Sahibi Mehmet Cevdet Karahasanoğlu ve İdare Müdürü Ferit Göncü’nün olayın gerçekleşmesini engellemek amacıyla önlem almadıkları gerekçesiyle “taksirle adam öldürmek” suçundan 3 yıldan 15 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını talep etti. Mahkeme Karahasanoğlu’nu 5 yıl, Göncü’yü de 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırdı. Ancak şirketin diğer sahibi Halil Göksel hakkında herhangi bir soruşturma ya da ceza gerçekleşmedi.

Patron sanık koltuğuna oturtulmadı: Balıkesir ZSR Patlayıcı Fabrikası

2024’ün aralık ayında mühimmat, madenlerde kullanılmak üzere patlayıcı, av ve spor fişeği üretilen ZSR Patlayıcı Sanayi adlı fabrikada patlama meydana geldi. Kadınların ellerinin küçük olması gerekçesiyle yoğunlukla istihdam edildiği, kapsüllere macun doldurulan bölümde meydana gelen patlama sonucu 8'i kadın 11 işçi hayatını kaybetmişti. Patlamaya sebep olan faktörler fabrikada çalışan kimya mühendisi ve kimyagerler tarafından patrona bildirilmişti ancak gerekli önlemler alınmadı.

Yaşanan katliam sonrasında hazırlanan iddianamede Operasyon Direktörü Cem Yılmaz, Patlayıcı Mesul Müdürü Serkan Bozoğlu, Mühimmat Üretim Müdürü Murad Bayraktar ve İş Sağlığı ve Güvenliği Müdürü Hulusi Yağız Oboumarsa’nın adı olsa da patronun adı yer almadı. Hatta patronların ifadeleri dahi alınmamıştı. Dava “bilinçli taksirle adam öldürmek” iddiasıyla açılmıştı ancak avukatlar yaşanan katliamda “bilinebilir bir tehlike” olduğu için olası kastla öldürme suçundan dava açılması gerektiğini vurgulamıştı. Aileler şikayetlerinden vazgeçirilmeye çalışılmıştı. Şirketin üç yöneticisi asli kusurlu, iki işçi ise tali kusurlu bulunmuştu.

Kalyoncu ailesinin ortağı olduğu ZSR’deki patlama sonrasında bakanlar hızlıca devletin müdahale edeceğini ve fabrikanın denetiminin yapıldığını ifade etmişti. Ancak yaşananlar, 2022’de 768 milyon lirayı aşkın teşvik alan fabrikada yapılan denetim hakkında da soru işaretleri doğurmuştu.

Mücadele olmadan suçlular yargılanmıyor

Kadın işçilerin öldürüldüğü bu iş cinayetlerinin – ve burada bahsedemeyeceğimiz kadar çok olan diğer örneklerin- ortak birçok noktası var. Güvencesiz, sigortasız, kayıtsız çalıştırma; iş güvenliği için önlem alınmaması; iş cinayetlerinde işçilerin suçlanması; patronlara cezasızlık, iş yerlerine denetimsizlik...

Cinayetlerin sonrasında gerçekleşen mahkemelerde bu önlemleri almayan, hayatları pahasına kadın işçileri durmaksızın çalıştıran patronlardan ve gerekli denetimleri yapmak bir yana bunlara göz yuman, bu biçimde sömürünün en güvencesiz, en vahşi biçimlerini teşvik eden devletten ziyade herkes ve her şey suçlu olabildi.

Çalışma arkadaşlarını kaybeden işçiler; annesini, babasını, kardeşini, çocuğunu kaybeden işçi aileleri; sendikalar ve meslek örgütleri kadınlar mücadele etmeden, tepki göstermeden birçoğunda var olan sorumluların kendisi dahi cezalandırılmayabilirdi. Sakarya Hendek’te bulunan Coşkunlar Havai Fişek Fabrikasında gerçekleşen patlamayla yedi işçinin ölmesine karşı kadınlar iş arkadaşları ve aileleri için mücadele etmişti hep birlikte. Fabrika sahibi Yaşar Coşkun’un tutuklanması bile aslında bu mücadele sonucunda gerçekleşmişti. Ancak mahkeme patrondan yana tutum aldı; teker teker sanıkları tahliye etti; Çoşkun ise 15 milyon lira tazminatla tahliye edildi.

Dilovası’nda yaşanan cinayete ilişkin süreci takip etmek tam da bu yüzden önemli. Devlet, denetimsizlikle, teşviklerle, işçi düşmanı tutumuyla işçi kadınların hayatını ve haklarını hiçe sayarken gerçek sorumluları korumak için elinden gelen her hamleyi yapıyor. İşçi ve emekçi tüm kadınların bundan sonraki süreci sahiplenmesi ve güvenceli iş, güvenceli yaşam talebi etrafında birleşmesi her birimizin hayatı açısından vazgeçilemez bir yol. Öteki türlü Bursa’da, Gebze’de, Balıkesir’de, Türkiye’nin dört bir yanındaki bu cinayetler; işçi ve emekçileri en güvencesiz ve en yoksul biçimde var etmeye çalışan iktidar politikalarını da hesaba kattığımızda artarak sürecek.

12 yılda en az 1605 kadın iş cinayetinde öldü
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG Meclisi) verilerine göre 2013’ten 2025’in ilk on ayına kadar toplam 1605 kadın işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Bu cinayetler yoğunlukla, kadınların güvencesiz ve kayıtsız bir biçimde yoğunlukla istihdam edildiği tarım-orman, gıda ve hizmet iş kollarında gerçekleşti.
2013-2023 yılına kadar gerçekleşen iş cinayetlerinde ölen 1379 kadının yalnızca 33’ü sendikalıydı. Yani öldürülen kadınların yüzde 97’si sendikasızdı.
Yine İSİG’in 2024’te yayınladığı istatistiklerde, SGK’nın verilerinde kadın işçi ölümlerinin işçi ölümlerindeki payın yüzde 2 olarak açıkladığı söylenirken İSİG’e gelen ihbarlar ve basından toparladıkları öldürülen kadın işçi sayılarının SGK’nın verilerini üçe dörde katladığı belirtildi. Kadınların hayatını kaybettiği iş cinayetlerine ilişkin verilerin bu biçimde farklılaşmasının sebeplerinden birinin ise kadınların kayıtsız çalışmaya zorunda bırakılması olduğu vurgulandı.
2025’in ilk on ayında ise iş cinayetlerinde ölen kadın işçi sayısı 114.

Fotoğraf: Evrensel

İlgili haberler
Dilovası’da patlamadan kurtulan Ayten Aras: ‘Sigortamız yoktu, on iki saat çalışıyorduk’

Dilovası'ndaki katliamdan şans eseri kurtulan işçi Ayten Aras anlattı: "Dört yıldır çalışıyorum, günlük 800 lira alıyordum. Kimisi 600-700 lira alıyordu. En fazla 1000 lira alan vardı."

Esenyalı'da kadınlar Dilovası’ndaki iş cinayetine karşı ses yükseltti: 'Güvenceli çalışmak istiyoruz'

Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğinden kadınlar, Dilovası'nda bir parfüm deposunda yaşanan patlamayla hayatını kaybeden 6 kadın işçi için basın açıklaması düzenledi.

‘Tuğba iki sene önce işe başladı, o zaman 14-15 yaşlarındaydı’

Hayatını kaybeden 17 yaşındaki Tuğba’nın abisi Gökhan Taşdemir: 'Tuğba da katkı olsun diye gitmişti işe. Okulu dokuzuncu sınıfta bırakmıştı, sonra açıktan okuyacağını söylüyordu.'


Editörden