
Bazı hikâyeler vardır, kelimeleri aydınlıkla örülmüştür; bazı diziler vardır, karanlıkta bile umutla parlar. "Göremediğimiz Tüm Işıklar", Anthony Doerr’in Pulitzer ödüllü romanından uyarlanan bir mini dizi olarak tam da bu ikiliğin merkezinde duruyor. Savaşın gölgesinde geçen ama umudun hiç sönmediği bir anlatı...
Dizi, İkinci Dünya Savaşı'nın en karanlık günlerinde, görme engelli bir Fransız kız olan Marie-Laure ile Alman askeri Werner'in kesişen yollarını odağına alıyor. Göremediği bir dünyada, babasının öğrettiği cesaretle yaşayan Marie-Laure’un sesi, işgal altındaki bir şehirde yankılanırken, Nazi Almanyası’nın içinde sıkışmış dâhi bir genç olan Werner içindeki çelişkilerle savaş başlıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın en çetin zamanlarında geçen hikâyede yolları kesişen iki genç karakterin, içsel yolculukları merkezde yer alıyor. Bu ikili, savaşın karşıt cephelerinde olsalar da onları birbirine bağlayan görünmez bir bağ var: sesler, dalgalar ve en önemlisi umut.
Işık ve karanlık, yalnızca görsel bir metafor değil; umut ile çaresizliğin, vicdan ile görev arasındaki gelgitleri anlatan bir dil haline geliyor. Dört bölümlük bu mini dizi, sadece savaşın dehşetini değil, insanın direncini, sesi olmayanların bile nasıl yankı bulabileceğini anlatıyor. Hikâyenin dokusunda geçmiş ve şimdi iç içe geçerken, izleyiciye sorular bırakıyor: Göremediğimiz ışıklar mı, yoksa gördüğümüz halde kıymetini bilemediğimiz, uğruna mücadele ettiklerimiz mi bizi aydınlatır?
KARANLIKTA BİLE İNSAN IŞIK BULABİLİR Mİ?
Göremediğimiz Tüm Işıklar, bugün de görmezden geldiğimiz, duymadığımız veya anlamadığımız pek çok şeyin metaforu haline geliyor. Gerçek körlük gözle mi ilgilidir, yoksa kalple mi? En karanlık zamanlarda bile insan bir ışık bulabilir mi?
Marie-Laure’un görmediği bir dünyada kurduğu içsel evren, radyo dalgalarıyla yayılan bir direniş mesajına dönüşüyor. Werner’ın ise içsel çatışması, sadece savaşın değil, vicdanının da ağırlığıyla şekilleniyor. Bu zıtlıklara rağmen, dizinin dili her iki karaktere de eşit mesafede yaklaşarak izleyiciye yargılamaktan çok anlamaya teşvik eden bir perspektif sunuyor. Savaşın harap ettiği şehir manzaraları, aydınlık ile karanlığın iç içe geçtiği sahneler, atmosferi bir karakter gibi hissettiriyor. Marie-Laure’u yalnızca bir mağdur değil, kendi ışığını taşıyan bir kahraman olarak izliyoruz.
Kısa ama etkili bu dizi, izleyene yalnızca bir dönem anlatmıyor, bir mücadele, bir direniş örneği de sergiliyor. Bir sonraki gün karanlık bastığında, belki de içimizdeki sessiz ışığa kulak vermeyi öğütleyen bir eser olarak zihinlerimizde yer ediyor.
Fotoğraf: Netflix Medya Merkezi
İlgili haberler
Mutlu olmakta inat etmek; tiyatro sahnesinde ısrar...
İlayda Abay’ın yazdığı, Cansu Ekici’nin yönettiği, Emre Bilgiç’in dramaturjisini yaptığı tek kişilik...
Adolescence, Incel ve sistem sorunları üzerine
'Adolescence isimli diziden, 12 yaşında ergen adayı oğlu olan bir anne olarak ben de nasibimi aldım....
‘Kadın’, dizi ve yaşam...
Kadın dizisi, toplumun sorunlarını ortaya seren, kadınlara duygusal kırıklıklarını anımsatarak ağlat...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.