Aşı reddi, komplo teorileri ve gerçekler
'Kaçınılan her aşı, yalnızca kendi çocuğunuzu değil, başka çocukları da riske atmaktadır.'

İnsanlığın avcı-toplayıcı dönemden bu yana maruz kaldığı bulaşıcı hastalıklar, aşıların bulunması ile önlenebilir hale gelmiştir. Tarihsel akış içerisinde Kara Veba, Çiçek, Lepra, Difteri, Tifo gibi hastalıkların, Antik Yunan ve Mısır medeniyetlerinden başlayarak milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine, hatta Hun, Roma, Aztek gibi imparatorlukların yok olmasına neden olduğu bilinmektedir. Kitlesel ölümlere yol açan bu ağır deneyimlerden sonra, 20. yüzyılda aşıların bulunması tarihi sıçratan gelişmelerden biri olarak kabul edilir. Günümüze gelindiğinde ise 20’ye yakın hastalığa ilişkin aşılama mümkün olduğundan, Covid-19’u hariç tutarsak, bulaşıcı hastalıklardan ölüm hızları oldukça düşmüştür.

Hal böyleyken, Dünya Sağlık Örgütü 2019'da aşı tereddüdünü küresel sağlık tehditlerinin en büyüğü olarak tanımlamıştır. Dahası, Covid-19 salgını sonrası bu tereddüdün daha da arttığı, küresel toplumda aşılarla ilgili bilinç bulanıklığı yaşandığı gözlemlenmektedir. Elbette bu bulanıklık durduk yere ortaya çıkmamıştır; küresel ekonomi politikaları ile bilim, ticaret ve siyasetteki tekelleşmenin yarattığı güvensiz ortamdan aşılar da nasibini almıştır.

BULAŞICI HASTALIKLARA KARŞI SAVUNMASIZLIĞI NE BELİRLER?

Alman doktor Rudolf Virchow, 1848 yılında Prusya hükümeti adına Yukarı Silezya'da ortaya çıkan tifüs salgınını araştırırken, salgının temel nedeni olarak mikroorganizmaları değil; yoksulluğu, açlığı, eğitimsizliği ve siyasi istikrarsızlığı göstermişti. Yoksulluğun yüksek olduğu toplum ve gruplarda, beş yaş altı çocuk ölümlerinin yüksek olması, Virchow’un işaret ettiği değişkenler açısından önemli bir göstergedir. Bu nedenle, savunmasızların sağlık hakkı için aşı gibi kısa sürede sonuç alınabilecek, maliyet-etkili koruyucu hizmetler komplo teorilerine kurban edilmemelidir.

AŞI TEREDDÜDÜNÜN ÇOCUKLARA ETKISI

Bugün aşı reddine varan aşı tereddüdünün en önemli domino etkisi çocukluk çağı aşılarında yaşanmaktadır. Yaşadığım bölgede aile hekimliği birimlerinde çalışan hemşire ve hekimler, aşı retlerinin giderek arttığına işaret etmekte; özellikle yeni uygulamaya konulan 6’lı karma aşı programı ile bu tereddüdün daha da artabileceği yönünde endişe taşımaktadırlar. Daha bir asır öncesinde veremin, kızamığın, sıtmanın toplumun ne kadarını yok ettiği bilgisinden habersiz, “doğanın hâkimi insan” aldatmacası içinde aşılara kolayca sırt çevrilebilmektedir.

AŞI REDDINE BIREYSEL KARARLARIN ÖTESINDE BAKABILMEK

Bebek ve çocukların sağlık haklarına ilişkin kararlar her ne kadar ebeveynlere ait gibi görünse de, bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda bu karar bireysel tercihlerin (ne kadar tercih olduğu da tartışmalıdır) ötesine geçmektedir. Son yıllarda kızamık, menenjit ve tüberküloz vakalarındaki artış, toplumsal bağışıklığın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Toplumda bağışıklık sistemi baskılanan ilaçları kullananlar, tedavi sürecinde olduğu için aşı olamayanlar, gelişimsel gerilikleri olanlar ve yoksulluk nedeniyle bağışıklığı zayıf kalan çocuklar; ayrıca yaşlılar ve engelliler düşünüldüğünde, aşı tereddüdünün toplumsal maliyetinin ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Kaçınılan her aşı, yalnızca kendi çocuğunuzu değil, başka çocukları da riske atmaktadır.

KOMPLO TEORİLERİNİN AŞI REDDİNE ETKİSİ

İnsanlar belirsizlikle karşılaştıklarında, kararlarını neye göre verdikleri önemlidir. Elbette çevremizde zararlı olabilecek bir şeylerin mevcut olma olasılığını tespit etme eğilimi hepimizde vardır. Komplo teorileri, çevremizde olup bitenlere ilişkin bir akıl yürütme aracıdır; ancak bu, mantıksal değil, tamamen sezgiseldir. Değişkenler arasında örüntü olmadığı halde varmış gibi davranma eğilimi, kanıt sorgulamayı gerektirmediğinden insanlara kolay gelir. Bu nedenle bazı insanlar komplo teorilerine inanmaya çok yatkındır. Hatta kanıt yokluğu bile, büyük bir örtbasın kanıtı olarak kabul edilebilir. 

AŞILAR VE KALP SORUNLARI ARASINDAKI ILIŞKI

Ülkemizde her beş yetişkinden biri vaktinden önce yaşamını yitirmektedir. Bu ölümlerin yaklaşık yarısı kalp krizi ve felçlerden kaynaklanmaktadır. Post-Covid döneminde kalp krizi ve felce bağlı ölüm riskinin, pandemi öncesine göre daha yüksek seyrettiği dikkat çekmektedir. Bu ilişki bilimsel platformlarda yeterince güçlü biçimde açıklanamadığı için toplum, bu boşluğu komplo teorileri ile doldurmaya çalışmaktadır. Oysa İngiltere’de 3–4 yıllık takip verileri (en azından şimdilik) Covid-19 aşılarının pandemiyi hafiflettiğini ve ölüm riskini azalttığını; Covid-19 sonrası uzun dönemde kalp hastalığına bağlı ölüm riskini de önemli ölçüde düşürdüğünü göstermektedir. Aşısız bireylerde hastalık ve ölüm riski 2021 yılında 32 kat, 2022 yılında 38 kat daha yüksek iken, aşı tekrarı yaptırmayanlarda ölüm riskinin 6 kat fazla olduğu bildirilmektedir. Avrupa Kalp Dergisi’nde 2025 yılında yayımlanan bir çalışmada ise, tam aşılamanın kardiyovasküler hastalık riskini önemli ölçüde azalttığı vurgulanmaktadır. Elbette Covid-19 aşıları ideal sürede ve prosedürlerle geliştirilememiş, komplikasyonları yeterince gözlemlenememişti. Ancak bu verilerle birlikte aşı karşıtlarının “şapkayı önüne koyup” yeniden düşünmeleri gerekmektedir. 

Fotoğraf: Pexels

İlgili haberler
GÜNÜN DİKKATİ: 20 milyon çocuk aşı olamadı, salgın...

Dünya genelinde çocukların aşılanma oranındaki düşüşle birlikte artık yok olduğu düşünülen salgınlar...

GÜNÜN BİLGİSİ: Aşı karşıtlığının bilimsel bir tara...

Giderek artan aşı karşıtlığı toplumu tehdit eden hastalıkların yeniden gündeme gelmesine neden oldu....

GÜNÜN DİKKATİ: Aşı karşıtlığı halk sorunudur!

İTO, ‘Çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı 2010’da sadece 183 iken, 2017’de 23.000’e çıktı’ diyer...