Makinenin bakımı işçinin parmağından daha pahalı
Depremin ardından fabrikada sadece 10 dakika dışarı çıkmalarına izin verilmiş, sonra yeniden iş başı düdüğü çalmıştı. Kimse ölmediğine göre çalışmaya devam.

Yangında, selde, pandemide, depremde… Kısacası her koşulda işçiler hep çalışır. İşçiler çocuklarını merak edemez, doğal afetlerde evine koşup gidemez. Çünkü kıyamet bile kopsa o sevkiyat yapılacak, o ürün tezgâhtan geçip paketlenecek. 6 Şubat depremlerinde bunun abartılı bir ifade olmadığını en acı haliyle görmüştük. Sevdikleri enkaz altında kalan, evleri yıkılmış, ne yapacağını bilmeyen işçiler, patronların açgözlülüğü ve kâr hırsı yüzünden işe çağrılmıştı.

İstanbul’daki 6.2’lik depremde de aynı tablo karşımıza çıktı. 23 Nisan resmi tatil olmasına rağmen binlerce işçi zorunlu mesaiye çağrıldı. O gün çocuklarının okul gösterisi mi vardı, okul gezisi mi? Patron için önemsizdi. İşçi Emine’nin çocuğunun yanında olmasına gerek yoktu ona göre. Zaten o çocuk her sabah tek başına kahvaltısını yapar, okul yolunu tutardı.

“Şimdi ne icat çıkarıyorsunuz, gitsin çocuk tek başına eğlensin. Şımartmayın bu kadar çocukları,” demiş Emine’nin vardiya amiri. Oysa çocuğunun ilk gösterisiydi. Emine ise “Zaten paraya ihtiyaç var,” diyerek işe koyulmuştu, depremden habersiz. Deprem olduğunda tek düşündüğü çocuğu olmuştu, diğer kadın işçiler gibi.

DEPREMDEN KORUNMA 10 DAKİKA

Fabrikada sadece 10 dakika dışarı çıkmalarına izin verilmiş, sonra yeniden iş başı düdüğü çalmıştı. Kimse ölmediğine göre çalışmaya devam. Çocuklarını aramalarına bile izin verilmemişti. İkinci deprem olmasına rağmen makineler durmamıştı. Ta ki işçiler hep birlikte ses çıkarana kadar… Sonunda servislerle ayrılanlar oldu ama saat 15.30’a kadar çalıştıkları halde fazla mesaileri kesilecekti. İşte bir başka deprem gerçeği: İşçiler ölmediği sürece çalışmaya devam eder. Patronun işi dışında hiçbir şey düşünemezler, çocuğunu bile.

‘YANİ BİZİM PARMAKLARIMIZ KOPABİLİR'

Söz konusu büyük metal fabrikası, kadın işçilerin uzun süredir kötü koşullara karşı ses yükselttiği bir yer. Ücretler düşük, baskı bitmiyor. İzin almak neredeyse imkânsız. Zorunlu mesaiye kalmayanın önüne tutanak konuluyor, sürgünle tehdit ediliyor. İşçi bıkıp istifa edene kadar her türlü baskı mubah.

En can alıcı sorunlardan biri de iş kazaları. Bazı makinelerin bakımı, işçilerin parmaklarından daha pahalı. “Yani bizim parmaklarımız kopabilir,” diyor bir kadın işçi. Parmağı kopan işçinin hastane masrafı karşılanıyor, raporu veriliyor, belki teşekkür bile ediliyor. Ama dava açmaz. Çünkü baskı yapılır, olay unutulunca da işten çıkarılır.

YILMAK YOK, MÜCADELEYE DEVAM

Bunca sorunun olduğu bir yerde birleşmek, mücadele etmek kaçınılmaz. İş yerine sendika getirmek isteyen kadınların bir yıl önceki çabası boşa çıkmıştı. Ne yazık ki bazı işçiler, patrona ve ustalara sendika isteyen arkadaşlarını ihbar etmişti. Sonuç: 15 işçi işten çıkarıldı. Buna rağmen yeniden güven inşa etmek isteyen kadınlar var. “Aramızda bizi yarı yolda bırakacaklar yine olacaktır,” diyor görüştüğümüz kadınlar. Ama bu kez daha sağlam adımlar atmak için birlikte güvenilir yollar arıyorlar.

Ve bu yollar elbette bulunacak, bulunmak zorunda. Çünkü bu vahşi düzen, kadın işçilerin damarındaki tüm kanı emene kadar durmayacak. O yüzden birbirlerine güvenecekler, tıpkı 6 Şubat’tan sonra Türkiye’nin dört bir yanından birleşip “kız kardeşlik köprüsü” kuran kadınlar gibi. Sadece yardım toplayan değil, hamile olduğu halde işe çağrılan depremzede kız kardeşimizin sesini duyurmak için yükselen kadınlar gibi. O kadınlar hem yaraları sardı hem de patronların nasıl sadece kendilerini düşündüklerini tüm dünyaya gösterdi.

Şimdi fabrikalarda, kadınların parmaklarını makineden daha ucuz görenlere, depremde bile kârından vazgeçmeyenlere karşı bu düzeni değiştirmek için yan yana gelmeliyiz. Çünkü bu dayanışmaya her zaman ihtiyacımız olacak.

Görsel: Canva Pro DreamLab