
Hepimizi derinden sarsan Mattia Ahmet Minguzzi’nin cinayeti sonrası “suça sürüklenen çocuklar” olgusunun sıkla tartışıldığı, herkesin her şeyi söylediği, doğrularla yanlışların birbirine karıştığı; diğer yandan çocuk koruma ve çocuk adalet sistemindeki gerçeklerle yüzleşmemiz gereken bir durumla karşı karşıyayız. Yazılıp konuşulanlara bakıldığında tartışmaya katılanların çoğunluğun suça sürüklenen çocuklara yönelik cezaların arttırılmasını istediği, cezaların ağırlaştırılmasını talep ettiği ve bu çocuklara yönelik öfke, ayrımcılık ve şiddet içeren yaklaşımlar tercih ettiği görülmekte.
Şüphesiz Mattia Ahmet Minguzzi’nin kaybının üzüntüsünü ve ailesinin acısını derinden hissetmemek mümkün değil. Bu tarifi olmayan bir acı ve tarifi olmayan bir yas süreci. Bununla birlikte hemen ardından yaşanan benzer olaylar, suça sürüklenen çocuklara yönelik olumsuz algıyı arttırmakla birlikte “suça sürüklenen çocuk” kavramını da tartışmaya açık hale getirmiştir. Ancak, tartışmanın geldiği aşamaya bakıldığında, çocukların suça sürüklenme nedenleri olan bireysel, ailesel, yapısal, çevresel, kültürel, ekonomik ve siyasi faktörleri; çocuk koruma sisteminden kaynaklı eksiklikleri; çalışanların, kurumların ve devletin bu çocuklara karşı yerine getiremediği yükümlülükleri konuşmadan, çocukları ve aileleri suçlamaya varacak bir noktaya evrileceğiz.
Oysa çocukların suça sürüklenme nedenlerinin tespiti, önlenmesi, bu çocukların suç tekrarının önlenmesi ve topluma yeniden kazandırılması süreçleri devletin temel sorumluluğudur. Nedenleri ve sonuçları açısından, çocukların içinde bulunduğu koşullar; hem risk altındaki ve dezavantajlı grupların hem de korunma ihtiyacı olanların değerlendirilmesini ve konuya geniş bir perspektifle yaklaşılmasını gerektirmektedir.
Çocuk hak ilkelerine bakış
Türkiye, 1990 yılında imzacısı olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni, 1995 yılında yürürlüğe koymuştur. Bu sözleşmeyle Türkiye, 18 yaşın altındaki her bireyin “çocuk” olduğunu, her çocuğun temel insan haklarına, onuruna ve değerine saygı duyacağını, özel bakım ve yardım hakkı olduğunu, özel ilgi, koruma ve yardım görmesinin gerekliliğini, sağlıklı gelişimi ve esenliği için sorumlulukları olduğunu, iyi düzeyde yaşam standartlarını ve refahını sağlayacağını ve çocuklara karşı hiçbir şekilde ayrımcılık yapmayacağını kabul etmiştir. Bu doğrultuda sözleşmenin temel ilkelerine göz atalım.
1)Çocuğun gelişme ve yaşam hakkı: Devletler, çocuğun sağlıklı büyümesini ve aynı zamanda bedensel, psikolojik, zihinsel, ahlaki ve toplumsal gelişmesini sağlayacak olan tüm koşulları, kendi dönemsel gereksinimleri dikkate alınarak, saygınlığı ve çocuğun özgür bir birey olarak yaşamını devam ettirebilmesini sağlayacak koşullarda oluşturmalıdır.
Son süreçte suça sürüklenen çocukların basına yansıyan görüntülerine bakıldığında, şiddeti benimseyen ve araç olarak kullanan, ergenlik dönemi özelliklerinden olan kendini ispat, risk davranışlarını gerçekleştirmeye merak ve sınırları test etme, her şeyi yapabileceğine dair düşünce ve güven, grup normu olarak birlikte hareket etme davranışları olan gençler görülmekte. Oysa bu ilke dikkate alındığında, bu gençlerin çocukluk döneminden başlayarak gelişen bu özelliklerinin eğitim, sağlık ve sosyal hizmet alanı tarafından fark edilmesi, dürtüsel ve agresif özellikler, davranış bozuklukları, okul başarısızlığı, devamsızlığı veya sık okuldan kaçma, antisosyal arkadaş grubu faktörlerinin araştırılması ve sağlıklı bir birey olarak kişilik gelişimlerini destekleyici hizmetlerin başlatılması öncelikli olmalıydı.
2)Ayrımcılığın önlenmesi/ ayrım gözetmeme: Sözleşmede yer alan haklar fiziksel özellikler, cinsiyet, inanç, din, ana dil, kültür, etnik köken veya herhangi bir başka özellik dikkate alınmadan tüm çocuklar için geçerlidir.
Yaşananlara bakıldığında, suça sürüklenen çocuklarla ilgili bilgilerin medyada kolaylıkla paylaşıldığı, bu çocukların hedef haline geldiği, bu durumun adli süreç sonrası rehabilitasyona zarar verdiği, topluma yeniden kazandırılması sürecini ve unutulma hakkını ortadan kaldırdığı, riskli davranışları devam ettirme olasılıklarını arttırdığı görülmektedir. İlgili kurumların, bu konuda gerekli önlemleri alması beklenirken çocukların hedef haline gelmesini kolaylaştırıcı işlemlerin yaptığı görülmektedir.
3) Çocuğun yüksek yarar-esenliğinin korunması ilkesi: Bu ilke, bütüncül bir bakış açısıyla çocuğa odaklanmakta, onun haklarıyla ihtiyaçlarının birbiriyle olan ilişkilerine dikkat çekmektedir.
Dolayısıyla, suça sürüklenen çocukların sağlıklı gelişimini etkileyen faktörler; nasıl bir çocukluk dönemi geçirdikleri, aileden kaynaklı sorunlar, yoksulluk, işsizlik, alkol veya madde bağımlılığı, ailede veya çevrede suç öyküsü ya da riskli davranışların desteklenmesi, sosyal dışlanma, şiddet, göç, ayrımcılık, sağlık, bakım, barınma ve sosyal hizmet olanaklarına ulaşamama gibi durumlar açısından araştırılmalı ve bu riskler sosyal devlet anlayışı doğrultusunda giderilmelidir. Yine basına yansıyan bilgi ve fotoğraflardan, suça sürüklenen çocukların bir kısmının yaşadıkları bölgede silahlanma veya suç işleme davranışının normalleştirildiği, organize şiddet unsurların olduğu ve bunun desteklendiği görülmektedir.
4)Görüşlerine saygı/ katılımı ilkesi: Bu ilke çocuklara yaşamakta oldukları kamusal yaşamının içinde yer alma, karar süreçlerinde sorumluluk alabilme, edilgen değil; etkin bir birey olabilme ve aynı zamanda kararları etkileyebilme imkanı tanımaktadır.
Suça sürüklenen çocukların genel özelliklerine bakıldığında ise evde, okulda veya kamusal herhangi bir alanda isteklerinin, görüşlerinin, fikirlerinin önemsenmediği, dikkate alınmadığı görülürken “benliğini, kimliğini ve var olma çabasını” ve gelişimsel dezavantajlı durumunu ifade biçimi olarak şiddet ve riskli davranışlarda bulunarak göstermeye ve dikkat çekmeye çalıştığı gözlemlenmektedir. Ergenlerin yaşadığı belirsizlik ve umutsuzluk, gelecek beklentilerinin olmayışına bağlı geliştirdikleri boş vermişlik tepkileri, gelir dağılımı eşitsizliği ve yoksulluğun yoğun olduğu bölgelerde riskli davranışların normalleşmesi ve yaygınlaşması, bir grup içinde varlığını sürdürme ve kabul görme ihtiyacı olarak tanımlanmaktadır. Yoksul bölge veya çevrelerde sıklıkla bir güç ve kontrol aracı olarak şiddete başvurulması, ergenlerin bu sosyal öğrenme ve model alma yoluyla yansıttıkları veya şiddet mağduru olarak başkalarına şiddet uyguladıkları görülmektedir.
Cezaların ağırlaştırılması tartışması
Ülkemizde Çocuk Koruma Kanunu 2005 yılında kabul edildi. Ardından çocuk koruma sisteminin sağlanması ve çocuk adalet sisteminin güçlendirilmesi adına pek çok düzenleme yapıldı. Bu yıl kanunun 20. yılı. Ancak geldiğimiz noktada, suça sürüklenen çocuk sayısı azalmadığı gibi sayılarda ciddi artışlar görülüyor.
TÜİK’in 2024 yılı Adalet İstatistiklerine göre güvenlik birimlerine gelen veya getirilen 202 bin 758 çocuk, suça sürüklenme sebebiyle getirildi. Bu çocukların yüzde 40,4'üne yaralama, yüzde 16,6’sına hırsızlık, yüzde 8,2'sine uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak suçları ile işlem yapıldı. Savcılık aşamasında ise suça sürüklenme nedeniyle 2024 yılında 222 bin 329 çocuk hakkında yapılan soruşturma işleminde, 120 bin 957 çocuk hakkında kovuşturmaya gerek olmadığı kararı verilerek çocuklar adalet sisteminin dışına çıkarıldı. Ancak bu çocuklar hakkında suç tekrarını önleyecek ya da risklerin giderilmesini sağlayacak herhangi bir tedbir veya koruma işlemi yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir. Oysa bu çocukların Çocuk Koruma Kanunu’nda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbir kararları uygulanarak çocuk koruma sisteminde tutulması, devletin çocukları koruma sorumluluğunun bir gereği olarak yapılmalıydı. Diğer yandan devam eden davalar dikkate alındığında ise 211 bin 946 çocuk hakkında, suç dosyası işlemi yapılarak 43 bin128’i hapis cezası olmak üzere 63 bin 712 ceza kararı verildi.
Bu oranlar, suça sürüklenen çocuklara cezalar verilmesiyle suç riskinin ortadan kalkmadığını göstermektedir. Diğer yandan Türkiye’de suça sürüklenen çocuklara özgü bir yasa olmayıp yapılan yargılamalar yetişkin yargılanmasına göre hazırlanan Türk Ceza Kanunu esas alınarak yapılmaktadır. Ülkemiz dışındaki hiçbir ülkede, Çocuk Ağır Ceza Mahkemeleri uygulaması bulunmamaktadır. Bu nedenle suça sürüklenen çocuklara özgü ve ayrı bir yasal düzenleme yapılması ve özgürlüklerinden yoksun bırakmayı önleyecek alternatif uygulamalar ile onarıcı adalet uygulamalarının sağlanabilmesi suç riski ve topluma yeniden kazandırılmaları süreçlerinde oldukça önem taşımaktadır. Çocuk suçluluğunun ve suç tekrarının az olduğu ülkelerdeki uygulamalara bakıldığında, çocuğun cezalandırılması veya özgürlüğünden yoksun bırakılması uygulamalarının değil, çocuğun içinde bulunduğu risklere, çocuğun ihtiyaç ve gereksinimlerine, davranış değişikliğine odaklanan koruyucu ve önleyici hizmet modellerinin uygulandığı görülmektedir.
Devlet, çocuğu koruma sorumluluğunu devredemez
Çocukların ihtiyaçları, gereksinimleri ve kendilerine özgü özellikleriyle ve haklarıyla birer birey oldukları gerçeği asla unutulmamalıdır. Bu durum, çocukların düşünce, sistem, siyaset, politika, ulusal ve uluslararası düzlemlerin üstünde olmasını sağlayarak, onların hakları, onuru ve değeri doğrultusunda her türlü fırsat eşitliğini sunma zorunluluğunu kurum, toplum ve devletlere ortak görev ve sorumluluklar olarak yüklemektedir. Bu sorumluluklar yerine getirilmeden, suça sürüklenen çocuklara yönelik eleştiriler, olumsuz yaklaşım ve yargılar çocuğun insan hakları ihlalidir.
Çocuğun refahı ve iyi olma hali açısından standart olarak kabul edilen sağlık, eğitim hakkı, maddi refah ve sosyal katılımın yanında güven içinde yaşama ve çocuğun öznel iyi olma durumunun sağlandığı kazanımlar oluşturulmalıdır.
Bu açıdan bakıldığında ise tüm çocukların insanca yaşam standartlarının sağlanması için; çocukların çeşitli yaşamsal ve gelişimsel risklerden korunmasını, haklarının güvenceye alınmasını, kurumsal, kamusal ve sosyal kaynaklara erişim kolaylığını, bütünleştirilmiş psikososyal çerçevesini, çocuğa ve aileye özgü risk etmenlerini, önleyici kaynaklara ve hizmetlere erişimini sağlayacak bütüncül bir çocuk koruma politikasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu faktörlerin sağlıklı, gerçekçi ve çocuk odaklı bakış açısıyla bir arada değerlendirilmesi, çocukların adalet sistemine gelmeden korunmaları, uç davranışıyla gelmelerinin önlenmesi, etkin ve sonuç odaklı müdahalelerin geliştirilebilmesi açısından oldukça önemlidir.
Devletin, çocuk refahı ve korunmasına yönelik hizmetleri doğru ve eksiksiz olarak yerine getirmesi, çocuğun risklerden korunmasını ve suç riski veya suç tekrarı riski ile çocuk adalet sistemine gelmesini ciddi olarak azaltacak ve engelleyecektir.
Çocukların korunmasına yönelik yapılması gerekenler
Çocuk suçluluğunun yapısal nedenleri göz önüne alındığında, çocuğun korunmasında öncelikli yaklaşım; suç ve suç davranışının önlenmesine yönelik olarak risk faktörlerinin belirlenip giderilmesi ve çocuğun desteklenmesidir. Suçun gerçekleşmesi durumunda ise, çocuğun toplumla yeniden uyumunun sağlanması, güçlendirilmesi ve korunması zorunlu hale gelmektedir.
Bu yaklaşım ise sistemli ve çok faktörlü çalışmayı zorunlu kıldığından, kurumlar arası eşgüdüm, çocuk odaklı birlikte çalışma hedefi ve bütüncül ekolojik sistem bakış açısıyla sağlanabilir. Bu doğrultuda, çeşitli risk faktörlerine bağlı olarak suç davranışının ortaya çıkmasına neden olan okul, akran grubu, arkadaşlıkları, öğretmenleri, sosyal çevresi, yakın ilişkileri, yaşadığı çevre, bu çevrenin sosyal, kültürel ve ekonomik özellikleri ve yapısı ve boş zamanlarını kapsayan faktörlerin sağlıklı olarak incelenmesi gerekmektedir.
Suça sürüklenen çocuklar, suça sürüklenme nedenleri dikkate alındığında korunma gereksinimi olan çocuklardır. Bu nedenle çocuk dostu adalet uygulamaları, çocuk koruma sistemini hareket geçiren, çocuğu suç ve buna bağlı gelişen tüm risklerden koruyan uygulamalar olmalı, aynı zamanda çocuğun refahını amaçlayan bir yaklaşım içermelidir.
Bu nedenle koruyucu ve önleyici hizmetlere öncelik verilerek suç davranışlarını önleme ve erken müdahaleyi amaçlayan yerel, bölgesel ve ulusal erken uyarı sistemlerinin oluşturulması, öncelikle riskli bölgelerde toplum merkezlerinin açılarak yaygınlaştırılması, aile sağlığı merkezlerinde sosyal hizmet uygulamaları ve okul sosyal hizmet modelleri oluşturulması önem taşımaktadır.
Çocuklar için daha yaşanılır bir dünya mümkün!
Fotoğraf: Pixabay
İlgili haberler
Sosyal alan yok, geçim zor: Gülsuyu’nda gençler uy...
Gülsuyu’nda yaşayan iki genç kadınla konuştuk; hem mahallenin gündelik yaşamını hem de arkadaşlarını...
Çocukların eğitimi, geleceği için mücadeleye
Bu eğitim öğretim dönemine girerken kaygılar doldu taştı. Beslenme listelerini tutturabilene aşk ols...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.