
Bugün sizlere tanık olduğum bir ailenin hikayesini paylaşacağım. İki eltinin dayanışma hikayesi bugün devlettin iddia ettiği yaşam koşullarının tam tersini gösteriyor.
***
Yıllar önce Samsun Havza’dan çıkıp Tekirdağ Çorlu’ya yerleşen bir aile, oldukça kalabalık bir aile. Dört çocuk, dört yetişkin. Bu ailede iki elti bir arada yaşıyor.
Ailenin erkekleri sağlık nedenlerinden dolayı bir dönem esnaflık yapmış. Şu anda günübirlik işlerde çalışıyorlar. Hiçbir sosyal güvenceleri yok. İşin özünde aileyi geçindiren, alınacak kararlarda etkili olan bu iki kadın, iki elti olmuş.
Kadınları ilk tanıdığımda, “Ne iyi geçiniyorsunuz, abla kardeş gibisiniz.” dediğimde büyük olan yani Ayşe, “Ne yapalım, başka çaremiz yok. Birbirimize ihtiyacımız var” demişti.
Dayanışma içindeydiler ve aynı zamanda birbirlerine dert ortağı olmuşlardı.
Diğer elti Dilek’in kızı üniversiteyi yarıda bırakıp evlenmiş. Diğer üç erkek çocuk ise çeşitli fabrikalarda çalışıp çıkmış ya da çıkartılmışlar. Günübirlik, güvencesiz işlerde iş bulurlarsa çalışıyorlar.
Bu gençlerden birinin hayatı, çevremizde sıkça gördüğümüz gençlerin hayatını karartan alışkanlıklar yüzünden açmaza girmiş. Aile kendi çabalarıyla müdahale etmeye çalışmış, en fazla eve kapatabilmiş; bu da çözüm olmamış. Devlete defalarca “Çocuğumuzu kurtarın, bizi bu durumdan kurtarın” başvurmalarına rağmen bir yanıt alamamışlar.
Çocuk tedavi yerine kısa süreli cezaevine gönderilip geri salınmış. Hiçbir şekilde tedavi edilmemesi, cezaevinden çıkınca iş bulamaması, bulduğu işlerde sabıkalı diye işe alınmaması bu genci tekrar eski hayatına itmiş. Bu dönemde evlilik dışı ilişkiden bir çocuk sahibi olmuş.
Sorunlar böylece katmerlenmiş. İki elti üzerindeki yük daha da ağırlaşmış çünkü ortada bakılması gereken bir bebek varmış. Bebeğin bakımı da bu kadınlara kalmış.
Daralma kadınlarla başlıyor
Hikaye ise burada başlıyor. Dilek, işten çıkıyor. Büyük elti Ayşe’nin emekliliğine iki sene kaldığı için,“Bari sen emekli ol, ben gencim. Çocuk büyüyünce işe tekrardan girerim” diyor. Ve böyle bir hayat sürdürmeye başlıyorlar.
Ailedeki tek çalışan Ayşe, yaklaşık 10 yıldır aynı fabrikada çalışmış. Maalesef son zamanlarda ülkemizdeki ekonomik durumlarla, iş yerlerinin daralmaya gitmesiyle birlikte ilk işten çıkarılmak istenenlerin kadınlar olması burada da gerçekleşmiş.
Patron, “Zarar ediyorum, daralmaya gideceğim” diye Ayşe’yi ve diğer kadınları işten çıkartmış. İşten çıkarmalar paketleme bölümündeki ve grafikteki kadınlar üzerinden yapılmış.
Böylece bizim Ayşe işsiz kalıyor. Boş kalma gibi bir lüksü olmadığı için yapabileceği her türlü işe başvuruyor.
Güvencesizliğe mahkumiyet
Çorlu’ya bağlı çeşitli köylerde kadınlar tarlalarda kavun, karpuz, sebze çapalamaya götürülüyor. Kadınları “çavuş” diye isimlendirilen bir kadın toparlıyor, çapa yapmaya götürüyor. Günübirlik yevmiye ile sigortasız çalışıyorlar; yemek yok, servis yok.
Bir gün iş var, bir gün yok. Hiçbir garantisi olmayan bir iş. Daha dün bir fabrikada sigortalı, yemeği olan, servisi olan, giriş çıkış saati belli olan bir işi varken Ayşe, güvencesiz, geliri belli olmayan bir hayata sürükleniyor.
Aile yılının gerçekliği bu
Dilek ve Ayşe’nin hikayesi defalarca devlete başvuran, devletten destek alamayan, patron tarafından sömürülen ve mağdur edilen kadınların hikayeleriyle ortak yanlar taşıyor.
Mevcut hükümet 2025 yılında “aile yılı” ilan etti. Hikayeden de anlaşıldığı gibi burada büyük elti Ayşe’nin hayatı ve küçük elti Dilek’in hayatı, yeni doğmuş bir bebekle yeniden şekilleniyor.
Bebeğin annesi genç bir kadın. Ama herhangi bir güvencesi yok, aksine hayata tutunmaya çalışırken bile devletten destek görmemiş. Yaşam, geçim güvencesi yokken hükumetin “aile yılı” ilanı adeta biz kadınlara “eziyet yılı” niteliği taşıyor. Kadınlar güvencesizliğe mahkum, kendi başına yaşam mücadelesi veriyor.
Fotoğraf: Pexels
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.