Savaşlarla sınırlarla ‘terbiye’ edilmeye çalışılan kadınlar
Devletler sınırlarını korumak için göçmenleri öldürmeyi göze alırken, hayatta kalmak için göç etmek zorunda kalan kadınların yollarda başlarına gelecek olanlar ‘sınır tanımıyor.’

“Burada anlatacağım hikâye dinlemek isteyen herkes içindir. Bu hikâye oruç tutanların, dua edenlerin, mayınlarla çevrilmiş yalnız bir köyün kızgın güneş altında kalpleri kırılmış iki grubun, bir haç veya bir hilal uğruna kanlanmış ellerin, geçmişi dikenli teller ve silahlarla çevrili barışı seçmiş bu yalnız yerin hikayesidir.”

Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki’nin Peki Şimdi Nereye filmindeki replik, yaşadığımız dünyada bizlere çizilen dikenli tellerin yaşamlarımızı nasıl da kanattığını duygulu bir  tonda anlatıyor. Bu yazı vesilesiyle zihnimize dikenli tellerle yerleşmiş olan sınırları ve göçmen kadınların yaşamlarını konuşalım istiyorum.

GÖÇÜN KADINLAŞMASI

Son birkaç on yıldır “göçün kadınlaştığı”, giderek daha fazla kadının göç yollarına düştüğü istatiksel olarak da görülüyor. Uluslararası Göç Örgütü’nün 2019 yılı raporuna göre dünyada 272 milyon insan, doğduğu ülkeden ayrılıp göç ediyor. Bu sayının yaklaşık 130 milyonunu ise kadınlar oluşturuyor. Göçün en çok yaşandığı coğrafyalar Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Sahra Altı ülkeleri. Zorunlu olarak göç eden sığınmacıların sayısı 2010–2017 arasında –yılda yüzde 2’nin altında kalan uluslararası göçe kıyasla– yüzde 8 oranında yıllık artış gösterdi. 2019 yılında farklı bir ülkeye göç etmek zorunda kalan 33,8 milyon kişinin neredeyse yarısı kadındı.

KADINA ÇİZİLEN SINIR, KAÇAKÇIYA VERİLEN YOL

Sınırlar, özellikle devletlerin egemenlik sahalarını ifade etmek için kullandığı bir keskin çizgi. Bu çizgiler hem bir çatışma hem de bir uzlaşma alanına dönüşebilir. Milyonlarca insanın yer değiştirmek zorunda kalmasıyla birlikte özellikle Avrupa devletleri ve ABD, göçmenlerin daha göç yoluna çıkmadan yakalanması için teknik araç gereçlerle göçü engellemeye çalışıyor. Ancak istedikleri kadar sınırlarda güvenlik kontrolleri, kabul ve gözaltı merkezleri, elektronik sistemler kursunlar göçün her geçen gün artışı önlenemez durumda.

Öte yandan sınırlarda örülen duvarlar, uygulanan güvenlik sistemleri insan ticareti, kaçakçılık yapanları ise engellemiyor. Devletler kendi sınırlarını korumak için göçmenleri öldürmeyi göze alırken, hayatta kalmak için göç etmek zorunda kalan kadınların yollarda başlarına gelecek olanlar “sınır tanımıyor.” Kadınlar göç yollarına erkeklere göre çok daha dezavantajlı bir biçimde çıkıyorlar. Şiddet ve tecavüze maruz kalma riski, kaçakçılar tarafından alıkonulma riski sadece Türkiye’ye gelen kadınlar için değil dünyanın her tarafında, örneğin Meksika’dan ABD’ye geçmeye çalışan kadınlar için de geçerli.  “Mülteci kadınlar göç yolculuğu öncesi olası tecavüzde hamile kalmamak için ‘üç aylık iğne’ oluyor, bazıları da İran’da doğum kontrol hapı edinerek yola devam ediyor” başlıklı röportajıyla Hale Gönültaş kadınların sınırlarda neler yaşadığını açık bir biçimde ortaya koymuştu.

YERLEŞİK-GÖÇMEN: BİR ERİL REKABET GARABETİ

Göç edenlerin sayısal olarak artmasında etkili olan savaşlardan biri de bu yazı yazıldığında 30. gününe gelen Rusya-Ukrayna Savaşı. Yaklaşık 3 milyon kadın, çocuk ve yaşlının göç yollarına düşüp, ülkelerini terk etmek zorunda kaldığı Ukrayna’da savaş ne yazık ki tüm yakıcılığıyla devam ediyor. Sınırlardan geçişler için Avrupalı devletlerin Ukrayna’ya sağladıkları imkânların Avrupa’nın nitelikli ve düşük ücretli göçmen emeği açığını kapatmak için olduğu aşikâr.

Türkiye ise siyaseten arabulucu rolü oynamaya çalışırken Türkiyeli erkeklerin “Suriyeli kadınları gönderelim yerine Ukraynalı kadınlar gelsin” türünden cinsiyetçi söylemlerini daha çok duyar olduk. Kadınların da “Ukraynalı kadınlar gelecek, eşlerimizi bizden alacak” sözlerini dillendirdiğini duyuyoruz. Savaşın yakıcılığı devam ederken, erkekler üzerinden kadınların nasıl da karşı karşıya getirilmek istendiğini, erkek egemen ve çirkin bir “rekabet”in kızıştırıldığını görüyoruz. Kadınların göç yollarında neler yaşadığından habersiz bir biçimde oluşan öfkenin savaşları çıkaranlara değil, bu savaşlarda mağdur olan öznelere yönlendirilmesi iktidarların ve düzen muhalefetinin kadınlar üzerinden sürdürmek istedikleri politikalarla çok alakalı.

HAKKINI ARAYAN KADINA DEPORTLA TERBİYE GİRİŞİMİ

Savaşlardan kaçma, daha iyi bir yaşama kavuşma arzusu kadınların göç yollarına çıkmasında  başlıca sebepler. Şiddet ya da yoksulluktan kaçan kadınların göç için kullandığı gizli güzergâhlar onları fuhuş amaçlı insan kaçakçılığına, saldırı ve tecavüze karşı daha savunmasız hâle getiriyor; gittikleri ülkelerde kendilerini ifade etmenin yollarını bulmakta zorlanıyor ve çoğunlukla “vatandaş” olmamaktan dolayı en temel insan haklarına erişimleri dahi mümkün olmuyor.

Göçmen kadınların hak mücadelesinde yer almaları hem zor hem de elzem. Yerli-göçmen kadınların birlikte hareketi temel koşul. Bu anlamda, İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak yerli-göçmen ayrımı yapılmaksızın kadınların yaşadıkları ülkelerde ayrımcılığa karşı omuz omuza dayanışmasını da. örgütleyen bir faktör. Ancak son 8 Mart’ta İranlı Ghazale Moghaddam’ın yaşadıkları bu dayanışmanın da altının nasıl oyulduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin bir günde kaldırılmasının üzerinden tam bir yıl geçmişken, sözleşmeyi savunan göçmen kadınların sınır dışı edilmeye mahkûm edilmeleri aynı zamanda bu toplumdaki göçmen kadınlara bir mesaj veriyor: “Hakkını arar, sokağa çıkar ve savunursanız sizi bu ülkeden öldürülme şüpheniz olsa dahi geri gönderebiliriz” Göçmen kadınlar geri gönderilme tehdidiyle “terbiye” edilirken, yerli kadınlar ise göçmen kadınlar ile karşı karşıya getirilerek dayanışmanın güçlenmesi engellenmeye çalışılıyor.

UYUM DA UMUT DA DAYANIŞMADA!

Maruz kaldığı şiddet, tecavüz, ucuz emek sömürüsü ile kadınlar göç yollarının en zor durumda olanı iken, bir yandan da gittikleri ülkede bir hayat kurabilmek, alışmak ve yaşamını yeniden dizayn etmek konusunda da en başarılı özneler aslında. Türkiye’ye farklı kimliklerden gelen göçmen kadınlar, dil öğrenmeyi başarabildiği koşullarda çocuklardan sonra en kolay uyum sağlayan kişiler. Sınırlarda “terbiye edilmeye” çalışılan kadınlar, varış yaptıkları ülkelerde yerli kadınlarla benzer sorunları yaşıyor, sorunların çözümü için ise mahallede, işyerlerinde yerli kadınlarla kurdukları bağ ile dayanışıyorlar. Umut en çok da burada!

*Göç Çalışmaları Doktora Öğrencisi

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Göçmen kadın emeğinin geçmişten bugüne seyri

Prof. Dr. Gülay Toksöz “Emanet Emek: Göç Yollarında Kadınlar” çalışmasına dair sorularımızı yanıtlad...

Mülteci kadınlar güvensiz kamplarda tehlike altınd...

Binlerce mülteci Atina’da bulunan Elliniko kamplarında güvensiz ve elverişsiz koşullarda yaşıyor. Ka...

Ukraynalı kadınların savaştan kaçarken karşılaştığ...

İnsan tacirleri Polonya'daki ve Ukrayna'ya komşu diğer ülkelerdeki durumdan yararlanmak için tetikte...