Şiddete, eşitsizliğe ve yoksulluğa karşı çaresiz değiliz
Burası senin kürsün: Yaz, çiz, paylaş, anlat… Birlikte yükselsin; “Şiddete, eşitsizliğe ve yoksulluğa karşı çaresiz değiliz”in sesi.

Minerva, Maria-Teresa, Patria Mirabal; faşist diktatörlüğe karşı özgürlük ve direnişin sembolü kız kardeşler, namıdiğer “Kelebekler”…

Latin Amerika’da küçük bir ada ülkesi olan Dominik, 1930-1961 yıllarında, tam 31 yıl boyunca Rafael Trujillo diktatörlüğü tarafından yönetildi. Fakat bu tarihler yalnızca baskı ve zulüm yıllarını değil, aynı zamanda diktatörlüğe karşı direniş ve mücadele yıllarını da ifade eder. Latin Amerikalıların çoğu gibi Mirabalların hayatı da hükümet darbeleri, diktatörlükler, siyasi çalkantılar içinde geçti. Kızlar, anne ve babalarından Trujillo rejimine itaati öğrenmişlerdi. Ancak pırıltılı giysiler içinde saltanat süren Trujillo, gözü dönmüş bir katildi, bütün bu şatafatın altında zulmünden kan ağlayan bir ülkeyi yönetiyordu. Bu gerçeği fark eden Mirabal Kardeşler, direniş örgütüne katılmış ve büyük baskılarla karşı karşıya kalmış, yine de asla mücadelelerinden vazgeçmemişlerdi.

25 Kasım 1960’ta cezaevinde olan eşlerini ziyaret ettikten sonra diktatörün maşaları tarafından yolları kesilen, tecavüze uğrayan ve vahşice katledildikten sonra bir uçurumdan atılan Mirabal Kardeşlerin ölümüne trafik kazası süsü verilmişti.

Trujillo’nun iktidardan 1961’de düşürülmesinden sonra açılan mahkemelerde rejimin pislikleri, Mirabalların unutulmayan hatıralarının önünde gün yüzüne çıkarıldı. Cinayetin kanıtları, aynı zamanda 30 küsur yıl süren kanlı diktatörlüğe açılan Latin Nürnberg mahkemesi olarak bir dönemi yargıladı.

Miraballar’ın öldürüldüğü gün olan 25 Kasım, önce Latin Amerika ülkelerinde daha sonra da bütün dünyada Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak benimsendi.

Bu tarihin bütün dünya kadınları için taşıdığı anlam, kadınları aradan uzun yıllar geçmesine karşın hâlâ harekete geçiriyor. Çünkü kadınları yokluğa, açlığa, şiddete ve eşitsizliğe mahkum eden baskıcı düzene, diktatör namzetlerine karşı kadınların öfkesi dinmiyor!

Çünkü bugün de bize reva gördükleri hayat, insanca yaşanabilen bir hayat değil!

Çünkü bizi mahkum ettikleri hayat, gündüzlerinde iliğimize kadar sömürülüp, gecelerinde aç yattığımız, yarının heyecanından çok kaygısını yaşadığımız, en insani ihtiyaçlarımızı karşılamak için köleler gibi çalıştığımız, güzelliklerinden bir nebze pay alamadığımız bir hayat!

Bugün, 2021 Türkiyesi’nde her gün adını duyduğumuz duymadığımız onlarca kadın, destek görmediği, iş bulamadığı, çocuklarını bırakacak, sığınacak bir yeri olmadığı, yoksulluk boynunu bir kement gibi sardığı için şiddet gördüğü evlere mahkum oluyor, yoksulluk ve işsizlik derinleştikçe şiddet de katmerleniyor. Ülkenin yer altı yer üstü kaynakları bir avuç sermayedara ve iktidar yandaşlarına peşkeş çekilirken, bizim bütçemizden milyarlar onların ceplerine aktarılırken biz gün yüzü görmeden çalışıp, karşılığında yine borç, sadece borç biriktiriyoruz. İşsizlik baskısı artar, ücretler erir, yoksulluk derinleşirken işyerlerinde yaşanan taciz, mobbing, şiddet artıyor, patronların kârı bizim canımız pahasına katlanıyor. Bize kırıntılar reva görülüyor.

Hayır, böyle yaşamak istemiyoruz!

Evet, insanca yaşanacak bir hayat için bize çözüm olarak sadece seçim sandığını gösterenlere değil, kendi gücümüze, birliğimize güveniyoruz.

Bugün, asgari yaşamın dahi lüksleştiği, açlıkla savaş verdiğimiz, yokluğa, yoksunluğa hapsedilmeye çalışıldığımız, yaşam savaşı veren bedenlerimiz üzerinden haklarımız tırpanlanırken bir bir, şiddet karşısında çaresizliğe mahkum edilip, iş yerlerinde yaşadığımız sorunlar, şiddet ve tacizler derinleşirken daha da; bir açmaza sürüklenmeye çalışırken yaşamımız bizatihi devlet eliyle; tüm bunların kaderimiz olmadığını, kendimizin ve memleketin yazgısını da belirleyecek olanın mücadele, kararlılık ve örgütlülük olduğunu işaret ediyor Mirabal kardeşler hâlâ.

Ekmek ve Gül yokluğu, yoksulluğu ve şiddeti değil, refahı, güvenç ve huzuru, eşit bir yaşamı hak eden kadınların mücadele kürsüsü olarak bu 25 Kasım’da kadınlara ses soluk olacak. Dergimizle rotamızı çizecek, canlı yayınlarımızla konuşacak, ajandamızdan çağrılarımızı yükseltecek, kadınların birbirine verdiği sesle mücadeleyi birlikte sırtlanıp büyüteceğiz…

Bu sese soluk olan kadınların yazıları bu ayki dergimizde.

“Yarın değil şimdi, yalnız değil hep beraber” yazısıyla Sevda Karaca Ekmek ve Gül’ün çağrısını hepinize ulaştırıyor.

Adile Doğan yazısıyla Hülya’nın yaşam kesitinde hepimiz için tanıdık hisleri, olayları taşıyor sayfalarımıza. “Başka seçenek yok mu” sorusunu sorduruyor.

Şiddet ve istismar karşısında yeni bir hayata kapı aralayan Esra’nın hikayesi, işyerlerinde de her an tacizle burun buruna olan İMES’ten farklı bloklardaki farklı iş kollarında çalışan kadınların anlatımları…

Geleceğinden korktuğu için şiddete maruz kalan, sokağa market alışverişi için bile korkarak çıkan ve koruyucu mekanizmaları nasıl kullanacağını bilmeyen göçmen kadınların gerçekleri…

Üniversiteli kadınların şiddet ve taciz karşısında güvenli kampüs, güvenli eğitim hayatı talebi ve mücadele çağrıları…

İşçi kadınların işyerlerinden mücadele örneklerinin azmi ve ısrarı… Birbirlerine seslenişleri…

Bir alev topu gibi etrafımızı saran, yoksulluk, şiddet, işsizlik, eşitsizlik karşısında kadınların öfkeleri ve mücadele deneyimleri, mücadeleyi büyütme çağrıları birlikte var ettiğimiz sese nefes oluyor; sadece bir nefes almaya indirgenen yaşama karşı.

Burası senin kürsün: Yaz, çiz, paylaş, anlat… Birlikte yükselsin; “Şiddete, eşitsizliğe ve yoksulluğa karşı çaresiz değiliz”in sesi.

Görsel:  Freepik