Akademide baskı ve cinsiyetçilik nereden nereye?
Tek adam rejiminin şekillendirdiği akademiye yönelik mücadele, saldırıların çok yönlü olması gibi, sokakta, amfide, evlerimizde, bulunduğumuz her alanda düzenli bir biçimde sürme gerekliliği taşıyor.

Geçtiğimiz günlerde gündem, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu’nun AKİT’te katıldığı programda skandal diyebileceğimiz bir açıklamasıyla sarsılmıştı. Sofuoğlu’na ve kendi sözleriyle Cumhurbaşkanına göre üniversiteler birer fuhuş yuvasıydı. Sofuoğlu’nun ilk vukuatı bu değildi elbette ya da medyada ve akademide bu tarz açıklamalarıyla gündeme gelen tek kişi Sofuoğlu değil.  

Akademinin niteliğinin değiştirilmeye başlandığının örneklerinden biri 2016’da Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Rıfat Okudan’dan gelmişti. Bir makalesinde Okudan, cinsel ilişkiye giren kişinin, ilişki sırasında “şeyhini hatırlaması durumunda, doğacak çocuğun bereketli ve güzel ahlaklı doğacağını” söylemişti. Aslında burada 15 Temmuz’a kadar kurulması görece daha yavaş ilerleyen ve sonrasında oldukça hızlanan, iktidarın “İslamcı” ideolojisinin bilimi bertaraf ederek akademi içinde de yaygınlaştırılmaya çalışmasının adımlarından biriydi.

 Daha yakın bir zamana gidecek olursak 2018’de İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Örnek, Nuh tufanı sırasında Hz. Nuh’un kendisine inanmayarak gemiye binmeyen oğlunu ikna etmek için cep telefonuyla konuştuğunu iddia etmişti. İstanbul Üniversitesi ise bu duruma Örnek’e gayri resmi bir uyarıda bulunarak tepki vermişti. Tarihsellikten ve bilimsellikten uzak bir fikri egemenlik sağlama girişimi, akademiye yönelik fiziksel saldırılarla -barış akademisyenlerinin dava sürecinin devam etmesi, üniversitelere cumhurbaşkanlığı tarafından rektörlerin atanması, üniversite öğrencilerine polis müdahaleleri vb.- birlikte giderek artmaya devam etmişti.

 Yine 2018’de Binali Yıldırım Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yener Özen, eş cinselliğin gizli servis oyunu olduğunu savunmuştu. Eş cinselliğin neslin devamlılığını tehdit ettiğini ve eşcinselliğin bir ihanet olduğunu belirtmişti ki bu dönem, LGBTİ+ hareketine yönelik baskıların ve saldırıların arttığı bir yıldı.

2020’ye geldiğimizde ise, İstanbul Aydın Üniversitesinden Prof. Dr. Muttalip Kutluk Özgüven 12-17 yaşındaki kız çocuklarının doğum yapmak için ideal yaşlar olduğunu belirtmişti. Girişte bahsettiğimiz Sofuoğlu’nun tek skandal açıklaması ise üniversitelere dair değildi. Aynı zamanda Sultan Abdülhamid’in Google’ı icat ettiğini iddia edip, İstanbul Sözleşmesinden çıkılmazsa çok kan döküleceğini söylemişti. 2020’ye kadar kadınların haklarına en yoğun saldırılarının yaşandığı sırada, iktidarın akademik (!) savunuculuğunu üstlenmiş kesimler de iktidarı doğrular nitelikte pozisyon almıştı.

BİLİMSİZLİĞE, AYRIMCILIĞA, BASKIYA, CİNSİYETÇİLİĞE KARŞI TOPYEKÛN MÜCADELE

Buraya kadar bahsettiğimiz “akademisyenlerin” çoğu, sarf ettikleri davranışlar karşısında yaptırımlarla karşılaşmamıştı. Yalnızca birkaçı, öğrencilerin ve diğer akademisyenlerin bir araya gelerek akademinin bilimsel ve eşit niteliğini savunmalarıyla istifa ettirilmiş ya da çeşitli yaptırımlarla karşılaşmıştı.

Fakat burada tartışılması gereken önemli bir nokta şu: Akademiye yöneltilen toplam saldırılar neye hizmet etmek üzere gerçekleştirildi?

Tek adam tek parti rejiminin inşası yalnızca sermayenin devlet şeklini buna göre yapılandırmasıyla kalmayıp, aynı zamanda toplumun her kesimini kendi gerici fikrine kazanmak üzerinden şekillendi. Toplum için bilimsel bilgi üretmesi gereken akademi, iktidarın kendi ideolojisini yaymak üzere bir araç haline dönüştürüldü ve dönüştürülüyor. Her ne kadar üniversite öğrencilerini bu ideolojinin bir kanadına yedekleyemiyor olsalar da akademisyenleriyle, atanmış rektörleriyle eşit ve bilimsel bir akademinin kuyusunu kazmaktan geri durmuyorlar. İktidarın bu taktiği ise biz üniversite öğrencilerine niteliksiz, gerçeklikten uzak bir eğitim, hayatın her alanında olduğu gibi akademide de eşitsizlik ve şiddet olarak yansıyor.

Bugün akademi içindeki cinsiyet eşitsizliğinden, akademinin niteliksizliğine kadar tüm sorunlar, sermayenin ve nitekim iktidarın bireyci, dindar ve kindar bir fikri gençlere dayatmaya çalıştığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Keza bu fikirlere bizleri kazanamadığı ölçüde de Sofuoğlu gibiler çıkıp kolayca bütün bir üniversite gençliğini hedef gösterebiliyor.

İktidar devletin tüm aygıtlarına gerek baskıyla gerek kendi ideolojisine ikna ederek egemen olsa da toplum içindeki kabul görürlüğü, toplum içindeki egemenliği özellikle son dönemde daha da sorgulanır bir hale geldi. Toplumun genelinde, gün geçtikçe buna daha da yaklaşsa da daha saldırgan daha gerici bir fikri egemenlik henüz kurabilmiş değil. Fakat örneklerde bahsedilen, bilimden uzak, İslamı merkeze alan, cinsiyetçi ve kadın düşmanı söylemler bir yandan akademiyi bozuşturup hem akademi içinde hem de toplum nezdinde iktidarın kendi fikri egemenliğini sağlamaya yönelikken bir yandan da tek adam tek parti rejiminin daha gerici ve faşist bir rejime dönüşümüne hazırlıktır. Bu dönüşümde, CNN Türk’te Ahmet Mahmut Ünlü’nün ifade ettiği “silahlanmaya başlamış tarikatları”, cihatçı çeteleri kendilerine yedekleyerek güç biriktirmek isteyen iktidar kendi ideolojisini de buna göre dekore etmektedir. Ve bu durum, emekçileri, gençleri ve kadınları her geçen gün daha da kötü etkilemektedir. Üniversitelerde tacizci öğretmenlerin dekanlık vb. görevlere getirilmesi, tacizin ve cinsel saldırıların üniversite yönetimlerinin bizzat kendisi tarafından üstünün kapatılması, 2019’da gerici faşist bir çetenin Las Tesis eylemini yapan üniversiteli kadınlara saldırması ve cezasız bırakılması, bu tarz oluşumların üniversitelere ve öğrencilere fiziksel saldırıda bulunması gibi çokça örnek, iktidarın daha gerici bir yönetim şekli kurma yolunda genç kadınları ve öğrencileri kolayca terörize edebildiğinin, bizlerin en temel haklarının dahi üzerine bastığının en açık kanıtlarındandır.

Bu noktada, akademi içinde hızla yayılan bilimi bozuşturma durumu, baskı ve cinsiyetçilik, yalnızca tek tek kişilerin torpille akademi içinde yer almasının dışına çıkarak daha ciddi ve bütünlüklü bir saldırının parçası olarak karşımızda duruyor. Toplam bir yönetim biçiminin gericileştirilmesi süreci dahi bugün işçi sınıfının, gençlerin ve kadınların haklarını ve hayatlarını tehdit eden bir hale evriliyor. Öyleyse, üniversiteli gençlerin ve kadınların bu eşitsizliği yaratan ve bilimsel bir eğitim almamızı engelleyen koşullara karşı akademinin toplum yararına bilim üreten, eşit ve bilimsel niteliğinin oluşturulması için bir arada mücadele etmesi her geçen gün daha çok önem kazanıyor. Ve bu mücadele bizlere yöneltilen saldırıların çok yönlü olması gibi, akademide, sokakta, amfide, evlerimizde, bulunduğumuz her alanda düzenli bir biçimde sürme gerekliliği taşıyor. Ancak bu şekilde, akademi içindeki bilimsizliğe, ayrımcılığa karşı mücadele ederken aynı zamanda hedeflenen gerici faşist iktidar kurulmadan durdurulması yönünde bir adım atılabilir.

Görsel: Freepik

İlgili haberler
Akademideki cinsiyetçiliğe karşı öğrencilerden açı...

ODTÜ Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Topluluğu, akademideki cinsiyetçiliğe karşı 57 topluluğun imzacı...

'Akademide birçok kadın sesini çıkaramıyor'

Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Orhan Acar'ın video konferans esnasında yaptığı 'Kızların re...

Akademideki eşitsizliği bilim dünyasındaki kadınla...

ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümünden kadınlar, 8 Mart’a giderken akademideki eşitsizliğe bilim dünyası...

GÜNÜN ÇAĞRISI: Cinsiyetçi kültüre karşı başka bir...

Akademide yaşanan erkek şiddeti vakalarına karşı bir araya gelen akademisyenler, ‘Cinsiyetçi kültüre...

Akademide taciz ve mobbing sürekli yaşanıyor

ODTÜ Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Topluluğunun düzenlediği ‘Akademide Kadın’ söyleşisinde üniversi...