Yargıdaki ‘karnından sıpayı, sırtından sopayı’ bakış açısının milenyum sürümleri
İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede ve bir kişinin kararı, yıllar önce Çankırı’daki 'Kavga evliliğin tadı tuzudur' ve 'sıpalı sopalı' yaklaşımın bugüne yansıması.

Türkiye’de kadın hareketinin erkek şiddetiyle mücadelesinin önemli sıçrama noktalarından birisi de Çankırı Aile Mahkemesinin 1985’te verdiği “Karının sırtını sopasız, karnını sıpasız bırakmamak gerekir” gerekçeli kararı sonrasındaki mücadele. Toplumdaki ve yargıdaki anlayışın nereden nereye geldiğini ve bunda kadın hareketinin payını gösteren mihenk taşlarından biridir bu karar.

Şöyle ki, Çankırı’da bir kadın, kendine şiddet uygulayan eşine boşanma davası açar. Mahkeme Başkanı Mustafa Durmuş kadının talebini reddeder. Ret gerekçesi hukuki olmadığı gibi bir fecaattir. Hakim, kocası karısına “kahpe” dese de “o....u” dese de önemli olmayıp, kadının şerefinin kocasına ait olduğunu, kavganın, evliliğin tadı tuzu olduğunu, evliliği pekiştirdiğini, bölgenin örf ve adetlerinde “Karının sırtını sopasız, karnını sıpasız bırakmamak gerekir” anlayışı olduğundan geçimsizliğe yeterli delil bulunmadığını belirtir gerekçede.

İşte bu karar, 1987’de başlayan Dayağa Karşı Kampanya’nın fitilini ateşler ve Yoğurtçu Parkı’nda 20 yıl önce gerçekleştirilen “Dayağa Karşı Kadın Yürüyüşüne” binden fazla kadın katılır. Bu arada hakim HSYK’ya şikayet edilir, şiddetle kınanarak yer değiştirme cezası alır.

Sonraki süreçte ise kadının varoluşu ve hakları ile ilgili olarak yargıda mücadele dolu yıllar başlar. İki ileri bir geri anlayışla da olsa kadın mücadelesinin güçlenmesi ve artmasıyla doğru orantılı olarak bir kısım değişiklikler olur.    
Değişiklikler yeterli ve tutarlı olmasa da kadın ve hakları konusunda “alışık olunan” anlayışın eşit ve adil olmadığı yönündeki tartışmalar sayesinde üst yapı kurumu olan hukuktaki algının nasıl değişebileceğine göstergedir.

YARGIDA BİR ADIM İLERİ, İKİ ADIM GERİ…
Yargıtay’ın ilgili daireleri ile üst kurul niteliğindeki ceza ve hukuk genel kurullarında kadınlarla ilgili olumlu ve önemli kimi kararlar verebildi.
* Cinayet davalarına bakan Yargıtay 1. Ceza Dairesi, kadın cinayetlerinde özellikle “töre cinayeti” adı verilen cinayetlerde sıkça başvurulan haksız tahrik veya iyi hal indirimleri, eşi veya sevgilisini öldüren sanıklara verilen cezalarda haksız tahrik, veya sanığın duruşmalardaki iyi hali nedeniyle yapılan indirimleri bozma nedeni saymaya başladı.
* Boşanan kadınların , velayeti kendisine geçen çocuğuna kendi soyadının verilmesini isteyebileceği yönündeki  karar ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir başka kararıyla da evli kadının sadece bekarlık soyadını kullanabilmesinin yolunun açılması kararları da yine kadın hakları ile ilgili olumlu kararlar.
Ne var ki, bir yandan bu kararlar verilebilirken diğer taraftan, halen, kadının şiddet ve baskı altında yaşaması, çaresiz bırakılmışlığı, ekonomik ve sosyal bağımsızlığına kavuşamayışı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden bihaber kararlar da çıkmaktadır. 
Mesela halen, internette tanıştığı kadını kandırarak evine götüren ve tecavüz eden sanığa verilen hapis cezasına, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, “Bir kadının 2 saat içinde tanıştığı ve elinde bira bulunan bir erkeğin evine gitmesinin cinsel ilişkinin zorla gerçekleşmediğini gösterdiğini” savunarak itiraz edebilmekte, “kadının eğitim ve kültür seviyesi dikkate alındığında rızası dışında cinsel ilişkiye girdiğine dair delil bulunmadığı” söylenebilmektedir.
Ne yazık ki halen kadının giyimi, yaşam tarzı vb. nedenlerle kadına karşı işlenen suçlarda ‘haksız tahrik’ uygulanabilmekte, sistematik şiddete, hakarete ve aşağılamaya maruz kalmış, çalmadığı kapı kalmadığı halde hiçbir sonuç alamamış bir kadının, çaresizlikle kendini korumak için öldürme eylemi, diğer cinayetlerle aynı kefeye konabilmektedir.
MEŞRU MÜDAFAADA ÖRSELENMİŞ KADIN SENDROMU GÖZETİLMELİ

Bir yandan da Çilem Doğan, Melek İpek gibi hayatını kurtarmak için kendisine saldıran kişiyi öldürmek zorunda kalan kadınlar için verilen kararlar var. Bu tip davalarda suçun belirlenmesi, suçun tarifi yani meşru müdafaanın belirlenmesi açısından, sürekli, yoğun, kalıcı  şiddet altında kalan kadınlara ve diğer farklı gruplara, meşru müdafaanın son derece geleneksel uygulanması, büyük bir sorun oluşturuyor. Geleneksel uygulamada meşru müdafaa sadece "anlık şiddete karşı o anlık şiddetin gerektirdiği karşı tepkiyi gösterme" olarak değerlendiriliyor. Oysa kalıcı şiddet ortamlarında kadınların verdiği tepkileri, hukuken farklı bir biçimde değerlendirmek ve meşru müdafaa olarak görmek gerekir. Daha önce ABD, İngiltere gibi ülkelerde yargılamalarda kullanılmış olan “Örselenmiş Kadın Sendromu”ndan faydalanılması bu olaylardaki adalet duygusunu bir nebze sağlamanın yolu olabilir. Örselenmiş Kadın Sendromu, aile içi şiddetin yoğun olarak yaşandığı toplumlarda mağdur olan kadınların ruhsal durumlarının anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Diğer yönden bu kavram, toplumumuzda sıklıkla şiddetin mağduru kadınlar açısından yargı organlarının daha sağlıklı kararlar vermesi için yön gösterici olabilir.

CİNSEL ŞİDDETİN YARGILANMASI: ALIŞILAGELEN FİKİRLERİ DEĞİŞTİREN MÜCADELE

Cinsiyet eşitsizliğinin doğurduğu kadına yönelik şiddetin en ağır ve yaygın görünümlerinden biri de cinsel şiddet. Kadınların eşitlik mücadelesi ile birlikte cinsiyetler arası bütün ilişki biçimleri masaya yatırıldıkça, şimdiye kadar kabul edilegelen şeylerin, aslında içerisinde zorlama ve şiddet barındırabildiği gerçeğiyle yüzleşilmeye başlandı. Bu yüzleşme sadece politik bir tartışma olarak kalmadı, aynı zamanda hukuk alanında da sonuçlar doğurdu, ceza kanunlarına cinsel saldırı ve cinsel taciz fiilleri suç olarak girdi ve bu fiillerin cezalandırılabilmelerinin yolu açıldı. Türkiye’de Ceza Kanunu’nda cinsel suçların tanımının geniş tutulmasında da cezaların arttırılmasında da yine kadın hareketinin önemli etkileri oldu.

Yine kadın, çocuk ve LGBTİ bireylere yönelik cinsel şiddet içeren davalarda, maruz kalınan suçu ispat ve dile getirme konusunda zorluklar yaşanıyor. Dolayısıyla bu konuda gündeme getirilen “beyanın esas alınması ilkesi” de kadın mücadelesi ile yargıda tartışılır hale geldi. Kadın ve çocuğa karşı şiddette beyanın esas alınması ilkesinin, adil yargılanma hakkı, lekelenmeme hakkı ve masumiyet karinesiyle çelişmeyecek şekil ve yöntemle uygulanması artan şiddet olayları da göz önüne alındığında bir ihtiyaç.


İSTANBUL SÖZLEŞMESİ: VAZGEÇMİYORUZ ÇÜNKÜ...

Burada değinmeden geçemeyeceğim husus, katlanarak artan kadına şiddet olayları herkesin malumu iken, kadına karşı şiddeti engellemede devletlere yükümlülükler getiren İstanbul Sözleşmesi’nin önemi.
İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (örneğin eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddetin) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belge olmasıdır.

Yine sözleşmenin 55. maddesi gereğince taraf devletlerin sözleşmede sayılan 35. (fiziksel şiddet), 36. (cinsel saldırı dahil cinsel şiddet), 37. (zorla evlilik) , 38. (kadın sünneti) ve 39. (zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma) maddeleri uyarınca belirlenen suçların soruşturmalarının veya kovuşturmalarının; suçun mağdur tarafından bildirilmesi veya şikayette bulunulmasına bağlı olmamasını ve mağdur şikayetini veya ifadesini geri alsa bile kovuşturmanın devam etmesini sağlamakla yükümlü olduğunun belirtilmesidir.

Yine Sözleşme’nin 3/b maddesi gereğince aile içi şiddetin tanımı yapılırken ekonomik şiddet kavramı da tanım içinde yer almakta, İstanbul Sözleşmesi ekonomik şiddet dahil olmak üzere şiddetin bütün türlerini yasaklamaktadır.

En önemlisi ve esas devletlerin hükümetlerin canını sıkan ve imzadan kaçınmalarına sebep olan, bu sözleşmenin imzacı devletlere hükümleri hayata geçirme ile ilgili tedbir alma, gerekli yasal ve yönetsel düzenlemeleri yapma sorumluluğu yüklemesidir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi de kadınlar için kazanımdır, haktır; vazgeçilemez.

Bir gecede ve bir kişinin kararı ile çekilme kararı alınan İstanbul Sözleşmesi’nin kadın haklarına ve dolayısıyla toplumsal algımıza, değerlere yaptığı -yapacağı katkının, “gerekirse Ankara Sözleşmesini yaparız” diyerek engellenmeye çalışılması, yıllar önceki, “kavga evliliğin tadı tuzudur” ve sıpalı sopalı kadın ile ilgili deyişler (!) hatırlatılarak yapılandan çok da farklı olmadığını, aynı bakış açısının milenyum sürümleri olduğunu söylemek lazım.

Topluma faydasız sürümleri kaldıracak; toplumu, kodlanmış algıları, kadınlar olarak yine mücadele ile değiştirecek, dönüştürecek ve daha özgür yarınları birlikte yaratacağız.

Fotoğraflar: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Bergen’in hikayesi bugün Hatice Kaçmaz cinayeti

Bergen’in ölümünün, aradan geçen 30 yıl içinde ülkedeki her kadının öyküsü haline gelmiş olması üzer...

Yargıtay, Dilek Güven’in katledilmesini mi bekliyo...

Dilek Güven ayrılmak istediği için eşi tarafından 7 kez bıçaklandı, mahkeme öldürme kastı yok dedi....

Yargıtay, telefon görüşmesini kadın cinayetinde ha...

"Kadının başka bir ilişki yaşadığı" iddiası yine bir davada kadın cinayeti için hafifletici sebep sa...