Yönetmen Öykü Orhan: Bir işçi kadın haberi okudum ve bunu yazmalıyım dedim
Kübra Yeter, hikayeyi anlatış biçimi ve koku meselesine yaklaşımıyla ilk adımını sağlam bir temele oturtan Yönetmen Öykü Orhan’la ‘Paydos’ filmini ve sinema endüstrisini konuştu.

Öykü Orhan’ın yazıp yönettiği “Paydos” adlı kısa metrajlı filminin Türkiye prömiyerini, geçtiğimiz günlerde online düzenlenen 15. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nde gerçekleştirdi. Orhan’ın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle bir araştırma üzerine çalışırken rastladığı işçi haberi, hikayesinin çıkış noktası oldu. Çelik tencere fabrikasında çalışan bir kadının hayat zorluklarını anlattığı mektubundan hareketle Zeliha karakterini ve onun dünyasını yeniden yorumlayan Orhan’ın 20 dakikalık bu ilk kısa filmi, son dönemde dikkat çeken işler arasında yerini alacak gibi görünüyor. Hikayeyi anlatış biçimi ve “koku” meselesine yaklaşımıyla ilk adımını sağlam bir temele oturtan Yönetmen Öykü Orhan’la “Paydos” ve sinema endüstrisini konuştuk.

GÜNDE 14 SAAT ÇALIŞAN BİR İŞÇİNİN HİKAYESİ

İşçi bir kadının hikayesiyle yola çıktınız. Sizi bu hikayeye çeken sebepler neydi, senaryonun oluşum sürecini sizden dinleyelim…

Beylikdüzü’de çelik tencere fabrikasında “benzin talaş” bölümünde çalışan bir işçi kadının haberine rastlamıştım. Benzin talaş bu fabrikaların en kötü bölümü. Burada, üretilen tencereler ilk önce polisaj denilen parlatma işlemine girer. Bu aşamadan sonra benzin talaş işlemi başlar. Bu işlemi de kadınlar yapıyor genellikle. Haliyle sürekli benzinle temas halinde oldukları için elleri yara içerisinde kalıyor. Bu haberdeki kadın da bu işte çalışıp günde 10-14 saat çalışıp ayda 900 lira ücret alan biriydi.

Aynı zamanda benzin talaş işleminde çalıştığı için de sürekli benzin koktuğundan ve çocuklarının bunu hatırlatmasından söz ediyordu. İdrarından bile benzin kokusu geldiğini öğrenmiştik. Bunu yazmalıyım dedim. Koku meselesinin sinemasal anlamda çok güçlü duracağına yönelik bir inanç doğdu içimde. Yazarken Zeliha karakteri beynimde yavaş yavaş oluşuyordu ve sürekli Alpay’ın “Fabrika Kızı” şarkısını dinliyordum. Sözleri bana esin kaynağı oldu. Senaryoya dökmeden önce açıkçası biraz zorlandım. Çünkü filme çatışma noktası ekleyemiyordum. Bu konuda da Kor Kitap’tan çıkan Adelheid Popp’un “Bir Kadın İşçinin Gençliği” kitabında anlattığı anıları yardımcı oldu. Popp işsiz kaldığında ailesine fark ettirmemek için işe gider gibi evden çıkıyor vs. Bunu görünce bir aydınlanma yaşadım.

Ekibin bir araya gelmesi ve çekim sürecinde neler yaşandı?

İlk filmim olduğu için birçok şeyi yeni deneyimledim. Öncelikle ekibi oluşturabilmek için bu sektörde tanıdığın, iletişim kurduğun insanlar olmalı. Fakat benim tanıdığım hiç kimse yoktu diyebilirim. Yardımcı Yönetmenlerim Pelda Yıldırım ve Ferhat Özmen’in inanılmaz destekleri oldu. Fabrika bulabilmek için İstanbul’u Tuzla’dan Beylikdüzü’ye kadar sürekli gezdik. Tabii hiçbir işveren böyle bir çalışmaya yardımcı olmak istemedi. Bazen umudumu yitirdiğim zamanlar oldu. En sonunda Tuzla’da küçük bir atölye bulduk. Kolektif bir yapıyla oluştu film. Ailem dahi bu kolektif yapının içine dahil oldu. Mesela annem ve teyzelerim set ekibimizin yemeklerini yaptı. Ağabeyim ve erkek arkadaşım üç gün boyunca sete gelip bana yardımcı oldu.

Yönetmen Öykü Orhan

‘SİSTEMİN ACIMASIZ ETKİSİNİ HİSSETTİRMEK İSTEDİM’

Zeliha’nın çalıştığı ve işsiz kaldığı süreç iki farklı zamanı resmediyor. Karakterinin içinde olduğu süreci nasıl yorumlarsınız?

Zeliha fabrikada işçi ama aynı zamanda kendi evinde de işçi. Birinde ondan emeğini acımasızca satın alıyorlar. Diğerinde Zeliha ailesine emeğini karşılıksız bir duyguyla veriyor. Zeliha güçlü bir kadın. Zeliha’nın ruhunda benzin, kurtulmak istediği fakat kapana kısıldığı bir kısır döngü sonucunda muhtaç kaldığı bir obje. İşi ona zarar veriyor ama bu noktada ailesine karşı sorumlulukları devreye giriyor ve sevmediği, ona zarar veren işe devam etmek zorunda kalıyor. Zeliha’yı ve kadınları güçlü yapan, bunca acıya, yüke, çaresizliğe katlanabilmelerinin sebebi, içlerinde taşıdıkları yoğun duygulardır. Kadınlar duygularını iliklerinde hissediyorlar. Zeliha’nın o ağır kokuya, benzin kokusuna bunca yıl katlanabilmesinin sebebi, içinde taşıdığı yoğun ve karşılıksız sevgidir. İzleyicilerden bu sevgiyi, şefkati, fedakarlığı aynı zamanda sistemin de insan üzerindeki sert, acımasız etkisini hissedebilmelerini istedim.

Önümüzdeki zamanda Öykü Orhan adıyla bizi neler bekliyor?

15. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nden sonra 23. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’ne katıldık. Önümüzdeki günlerde de birçok festivalde olacağımıza inanıyorum. Tekrar bir şeyler üretmek için biriktirmek gerekiyor bence. Bu yüzden yeni filmler çekebilmek için okuyorum. Kendimi geliştirmem ve sürekli yeni şeyler öğrenmem gerektiğini düşünüyorum. Sinemayı seviyorum. “Paydos” doğunca bunu daha iyi anladım. Yeni fikirleri senaryoya dökünce “Paydos”un tecrübeleriyle yeni bir film daha çekmek istiyorum.

‘SİNEMA BİRAZ DA DERT EDİNME MESELESİ’

İşçiler sinema veya televizyonda zaman zaman gerçeklikten uzak, daha yapay bir şekilde karşımıza çıkıyor veya hiç gösterilmiyor. İşçi sınıfının sinema ve televizyondaki temsilini nasıl değerlendirirsiniz?

İşçilerin sorunları, dertleri üzerine haberlere çok az rastlıyoruz. En basitinden bir grev haberini bile televizyonlardan çok nadir görüyoruz. Tabii eskilerde daha çarpıcı, güçlü ve sert filmler yapılıyormuş. Mesela “Çark” adlı filmde Tarık Akan’ın canlandırdığı karakter bir deri fabrikasında çalışmaya başlar. O filmdeki bir repliği hiç unutmuyorum: “Gözümün önü deri kaplı. Gökyüzü deri kaplı. Derilerden kanlar akmakta.” Bu çok sert ve güçlü bir diyalog. Şimdiki Türkiye sinemasına bakarsak eğer, az da olsa yine güçlü yapımlar var bence. Mesela Erdem Tepegöz’ün “Zerre” filmi gibi. Sinema biraz da dert edinme meselesi. Bu da sistemin dünyayı ve insanları etkilemesinden kaynaklanıyor bence.

‘BAZI İNSANLAR KENDİLERİNİ İŞÇİ GİBİ GÖRMÜYOR’

Genç bir sinemacı olarak sektörü değerlendirmeni istesem, seni endişelendiren veya heyecanlandıran yanlarını anlatır mısınız?

Bu konuda çok umutlu şeyler söyleyemeyeceğim maalesef… Beni heyecanlandıran tek şey yeni bir üretimimin ortaya çıkması, hayalimde oluşturduğum dünyanın ete kemiğe bürünmesi. Sektöre karşı, filmimden önce bende bir korku vardı. Çünkü setlerde çok uzun saatler çalışmak zorundasınız. Kendinize ait zamanınız kalmıyor. Ne ailenize ne sevgilinize zaman ayırabiliyorsunuz. Bunun yanında kendinizi geliştirecek hiçbir aktivite yapamıyorsunuz. Setleri bence bir fabrika gibi. Bizler de o fabrikanın işçileri oluyoruz. Diğer bir gözlemim de bu sektörde çalışan bazı insanlar kendilerini bir işçi gibi görmüyor. Zaman zaman egolar devreye giriyor. Bu yüzden de sürekli bir çatışma çıkıyor. Bu mesele beni üzebiliyor. Eğer başarabilirsem kendi filmlerimi çekerek var olmaya çalışacağım.

İlgili haberler
GÜNÜN ÖNERİSİ: İşçi Filmleri Festivalinde bugünün...

Pandemi nedeniyle 15. yılında online gerçekleştirilen İşçi Filmleri Festivali programında, Öykü Orha...

GÜNÜN KISA FİLMİ: Süt izni

Doğum sonrası çalışan annelerin bebeklerini emzirememekten kaynaklı sorunlara dikkat çeken “Süt izni...

GÜNÜN KISA FİLMİ: Dört Kadın

Kadına yönelik şiddete karşı kısa bir film önerimiz var size bugün. Yorum sizin.