
Okulumuzda süregelen ideolojik çatışmalar, bireylerden ziyade iktidarın eğitim alanındaki dinselleştirme politikalarına dayanıyor. Ramazan Bayramı vesilesiyle yaşanan bir dizi gelişme, bu politikaların okul yaşantısındaki somut yansımalarını gösterdi. Panolarda dini temalar işlendi, sınıflarda çeşitli kutlamalar organize edildi. Elbette zorunlu din kültürü dersi ve ders kitaplarındaki içerikler zaten bu yönelimin bir parçasıydı. Ancak görüyoruz ki bu da yeterli bulunmuyor; laikliğin kalan son kırıntıları da sistemli biçimde süpürülmek isteniyor.
Kandil bahanesiyle kolonyalarla sınıflara giriliyor, müdür çikolatalar dağıttırıyor. Tüm bunlar ilk bakışta iyi niyetli jestler gibi görünse de aslında sistematik bir politikanın uygulamaları. Bu duruma itiraz eden bir öğretmen arkadaşımız tek başına konuşmaya gittiğinde; okulda herkesin dini inancının farklı olabileceğini ve bu tür etkinliklerin okulda yapılmasının yanlış olduğu, okulun din meselesine karşı tarafsız kalması gerektiğini belirttiğinde aldığı yanıt şaşırtıcı değildi: “Burası Müslüman bir ülke hocam! Ben burada olduğum sürece bunlara izin vereceğim.” Başlarda müdürün sadece koltuğunu korumak için malum sendikaya üye olduğunu düşünüyorduk, ancak bu sözlerle onun aslında bu anlayışın bizzat temsilcisi olduğunu da görmüş olduk.
İktidar bir yandan eğitimi kendi ideolojik hedefleri doğrultusunda din temelli hale getirirken, diğer yandan da kamusal eğitimi adım adım tasfiye ediyor. Eğitimin içeriği kadar finansmanı da artık bir yük olarak görülüyor. Bu durumun en somut göstergelerinden biri, okuldaki temizlik çalışanının maaşını ve sigorta primlerini karşılamak için velilerden bağış talep eden mektupların gönderilmesi. Devlet eliyle güvencesiz çalışmaya mahkum edilen emekçiler, okulun çarkını çevirmeye çalışıyor.
BÜTÇESİZ BIRAKILAN OKULLAR KENDİ HALİNE TERK
Öğrencilerin en temel ihtiyaçlarının bile karşılanamadığı bir ortamda, okul giderlerini karşılamak için sürekli geziler ve etkinlikler düzenleniyor. Buna rağmen kaynaklar yetmediği için şimdi de 23 Nisan şenliklerinden okul kasasına katkı sağlanması bekleniyor. Tepki çekmemek için adı “23 Nisan Şenliği” değil, “Bahar Şenliği” olarak değiştiriliyor. Parası yeten çocuklar palyaço ve pamuk şekerle eğlenirken, diğer çocuklar sınıfta kalıyor. Bu satırları yazarken etkinlik deprem nedeniyle ertelenmiş durumda. Ama görünen o ki sonunda yapılmak zorunda kalınacak çünkü okulun paraya ihtiyacı var. Tabi bu sırada idare de biz öğretmenlerden velileri “bağış” vermek için “motive etmemizi” önemle rica ediliyor. Çözüm olmayacak günü kurtaracak şeyler yapmak durumunda kalıyoruz. İki öğrenciye tost alarak, idare ve veli arasını yumuşatarak...
Sayfalara sığmayacak kadar çok sorunla karşı karşıyayız. Bugün devlet okullarının manzarası: Dinselleştirme eliyle ideolojik bir şekillendirmeye çalışılırken, aynı anda kamusal eğitimin temelleri de bilinçli biçimde çökertiliyor. Tüm bu tablo, iktidarın eğitimi nasıl adım adım hem piyasaya açtığını hem de gerici ideolojilerle kuşattığını açıkça ortaya koyuyor.
Biz bir öğretmen olarak sınıfta sadece çocuklarla değil, bu politikaların sonuçlarıyla da baş etmeye çalışıyoruz. En temel ihtiyaçlarımızı bile karşılayamaz hale geldik. Temizlik personelinin maaşı için veli bağışı toplanıyor, şenlikler okul bütçesini denkleştirmek için yapılıyor. Çocukların kimisi palyaçolu, pamuk şekerli şenlikte eğlenirken, kimisi sınıfta kalıyor çünkü ailesinin buna gücü yetmiyor. Bu adaletsizlik, sadece bizim okulumuza özgü değil. Her yerde benzer tablolar var nitekim bu derginin sayfalarında da defalarca gördük.
ÖĞRETMENİ, ÖĞRENCİSİ, VELİSİ; HEP BİRLİKTE MÜCADELEYE
Bu yaşadıklarımız tek tek olaylar değil, bir bütün olarak kamusal eğitimi yok sayan, laik ve bilimsel eğitimi tasfiye eden düzenin biz öğretmenlere, çocuklarımıza ve velilerimize dayattığı politik tercihler. Bu gidişata karşı hep birlikte öğretmeniyle, öğrencisiyle, velisiyle ortak bir mücadele hattı örmeden ne eğitimde ne de yaşamın başka bir alanında eşit ve özgür bir gelecek kurmak mümkün olmayacak.
Aynı okuldayız. Aynı koridordan geçiyoruz, aynı sorunlara sessizce bakıyoruz. Yapılanlar yanlış geliyor, söylenen sözle, yapılan işler, bizi düşündürüyor… Ama sonra zil çalıyor, derse giriyoruz. Konuşmalar yarım kalıyor, öfkemiz içimize siniyor. Çoğumuz biliyoruz aslında: Bu gidişat doğru değil. Ama ne birlikte duruyoruz ne bir adım atıyoruz. Belki korkuyoruz. Belki yalnız kalmaktan endişeliyiz. Belki de “zaten bir şey değişmez” demeye çok alıştık. Oysa değişmez diye susunca, her şey daha da ağırlaşıyor. Bu yüzden 1 Mayıs’ta alanlardaydım. Çünkü bir araya gelmenin kendisi bir itirazdır, mücadeledir. Omuz omuza durmak bir başlangıçtır. Yalnız olmadığını hatırlamaktır. Gücünü hatırlamaktır. “Biz buradayız, böyle yaşamak istemiyoruz” diyebilmektir. Biliyorum, hemen değişmeyecek her şey. Ama hiçbir şey de kendiliğinden değişmeyecek. Bu yüzden koridorda aynı şeye kızan, sınıfın kapısında iç geçiren herkese çağrım: Gel, yan yana duralım. Birlikte söyleyelim sözümüzü. Çünkü başka türlü olmayacak. Ama birlikte olursak her şey mümkün.
Görsel: Canva Pro DreamLab
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.