GÜNÜN KAVRAMI: Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet
Toplumsal cinsiyet, dünyaya geldiğimizden bugüne bizlere sosyal hayatımızda oynamamız gereken rolleri aşılıyor. Peki nasıl öğreniyoruz bu rollerimizi?

Bu yazıyı yazmaya üniversitemizdeki öğrenci topluluğumuzun toplumsal cinsiyet çalışmaları ile ilgili verdiği eğitimden sonra karar verdik. Eğitimden önce bildiğimizi sandığımız birçok kavramı aslında ya yanlış ya da eksik bildiğimizi gördük. Eğitim boyunca toplumsal cinsiyetten ayrımcılığa, flört şiddetine ve mücadele yöntemlerine kadar çeşitli konular ele alındı. Bu yazımızda ilk ana başlığımız olan biyolojik cinsiyet-toplumsal cinsiyet ve bunlarla ilgili alt kavramlara değiniyoruz.

Cinsiyetin TDK’deki tanımı, “Bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği, eşey, cinslik, seks.” şeklinde. “Toplumsal cinsiyet” kavramı ise kadınlık ve erkekliğin toplumsal olarak nasıl kurulduğunu ifade eder. Cinslerin beklentilerinin, değerlerinin, imajlarının, davranışlarının ve rollerinin; tarihsel, kültürel ve coğrafi koşullarla yapılanmasıdır. Bu durum sadece kadın ve erkek arasındaki değil, her gruptaki güç ilişkilerini ağır biçimde etkilerken birçok sorunu da beraberinde getirir ancak kurulmuş bu eşitsiz ve hiyerarşik ilişki aslında yapaydır ve dönüştürülebilir.

“DOĞUMLA ATANMIŞ CİNSİYET”
Toplumsal cinsiyet kavramıyla ilgili daha fazla ayrıntıya girmeden önce konuyla ilgili bazı terimleri açıklayalım. “Cinsiyet” uzun zamanlar boyunca doğum anında bebeğin genital bölgesine bakılarak belirlenirdi. Bu yöntemde kişinin cinsiyeti ya kadın ya erkek olarak belirleniyordu ki bu da günümüzde “doğumla atanmış cinsiyet” olarak nitelendiriliyor. Ancak bir fark var, bu süreç boyunca iki genital organa birden sahip olarak dünyaya gelen kişiler genellikle ailesinin ve doktorların kararıyla bir cinsel organı köreltilerek tek bir cinsiyete zorunlu kılınmış durumda. “İnterseks” olarak tanımlanan çift cinsiyetlilik durumu saklanması gereken bir durum olarak kendini korumuş ve böyle kişilere hastalıklı olarak bakılmıştır. Aslında intersekslerin varlığı yalnızca iki biyolojik cinsiyet olmadığını ve bu konudaki “normal” algımızın da toplumsal olarak kurulduğunu göstermektedir.

CİNSİYETLE İLGİLİ KAVRAMLAR
Bir başka kavram ise “cinsiyet kimliği”. Kişinin biyolojik cinsiyetini değil, kendisini tanımladığı cinsiyete ilişkin kimliğini ifade eder. Bu kavrama ilişkin toplumumuzda fazlaca karıştırılan iki tanıma da değinmekte fayda var. Transseksüellik, kişinin kendisini biyolojik cinsiyetinden farklı olarak tanımlamasıdır. Travestilik, geçici olarak başka bir cinsiyete atfedilmiş özelliklere göre yaşamak için o cinsiyete ait kıyafetlerin giyilmesidir. Yani kalıcı bir cinsiyet değişikliği isteği olmayabilir. Bu nedenle travestilik, cinsiyet kimliği ya da yönelim değildir. Bu terim Avrupa’da kullanılan “crossdresser” (karşıtgiysicilik) kavramıyla denktir. Diğer kavram da “cinsiyet ifadesi”dir. Kişinin biyolojik cinsiyeti ve cinsiyet kimliğinden tamamen bağımsız olarak benimsediği dış görünüş/tarz olarak (maskülen, feminen, diğer) açıklanır. Cinsiyet ifadesi, biyolojik cinsiyet ve cinsiyet kimliğiyle aynı ya da farklı olabilir.

Ayrıca “cinsel yönelim”den de kısaca bahsedecek olursak; bu kavram kişinin doğumla atanmış cinsiyeti, cinsiyet ifadesi ne olursa olsun, aynı ve/veya farklı cinsiyetteki kişilere karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimi ifade eder. Heteroseksüellik, eşcinsellik, biseksüellik gibi kavramlar cinsel yönelimi belirtir.

TOPLUMSAL CİNSİYETİN YÜKLEDİKLERİ
Tüm bu alt başlıklardan ve tanımlamalardan sonra gelelim yazımızın başlığı olan toplumsal cinsiyet ve cinsiyet kavramı konusuna. Burada bir tarafta yukarıda bahsettiğimiz tüm alt kavramların bir arada oluşturduğu bir cinsiyet kavramı, diğer tarafta ise toplumun kendi içindeki bireylere yüklediği cinsiyet rolleri ve her rolün uyması gereken davranış şekilleri hayat tarzı vb. şeklinde sıralayabileceğimiz zorunluluklar ve bunların yarattığı ayrımcılık problemleri var.

Toplumsal cinsiyetin bir sonucu olarak erkekler ağlamaz, kadınlar anne olmak için vardır ve yine erkekler “evin direği” olurken kadınlar da çoğunlukla “evin kileri” olur. Bir yanıyla toplumsal cinsiyet, dünyaya geldiğimizden bugüne bizlere sosyal hayatımızda oynamamız gereken rolleri aşılıyor. Peki nasıl öğreniyoruz bu rollerimizi?

Öncelikle ailemizde başlıyor. Duvarlara gururla çıplak fotoğrafları asılan erkek çocuğa sınırları pek belli olmayan bir özgürlük aşılanıyor. Öte yandan aynı ailenin küçük kız çocuğu için genital organı utanması, saklaması gereken bir bölge. Oturmasından kalkmasına, yürüyüşünden giydiği kıyafetlere yaşamın her alanında bu bölgeyi saklamalı, utanmalı, oğlan yaşıtları gibi bacaklarını açarak oturmamalı… Buna benzer şekillerde uygulanan terbiye modelleri, kişinin toplumdaki rolünü belirlemesinde başlangıç oluyor. Sonrasında sosyal çevresinden bu dersleri pekiştirecek yeni dersler ekliyor rolüne. İşte toplumsal cinsiyetin birçok sosyal probleme sebep olması da böyle başlıyor. Bir şekilde bu rollere uygun davranmayan herkes anormal algılanıyor ve toplumda ayrımcılığa maruz kalıyor, öteleniyor, örseleniyor. Ağlayan erkek alay konusu oluyor; anne olmak istemeyen kadın bencillikle, sorumsuzlukla hatta sevgisizlikle suçlanıyor. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, toplumsal olarak oluşturulan ve dayatılan rollere uygun davranmayanlara nefret beslemek meşru hale geliyor.

İlgili haberler
GÜNÜN KAVRAMI: Tabu nedir?

‘Tabu’ nedir, nerden gelmiştir? Ve bu kör olasıcı, yıkılası tabular nerden çıkmıştır?

Yeni müfredat ve toplumsal cinsiyet

“Kültürel norm, beklenti ve değer yargılarından beslenen ayrımcılık sarmalı; kadınların gerek kamusa...

Marksizm, kadın mücadelesi açısından daha değerli...

Ebru Pektaş ile ‘Toplumsal Cinsiyetin Anahtar Kavramları: Cinsellik, Şiddet, Emek’ kitabını konuştuk...