25 Kasım’ın ardından: Şiddetin nedenleri ayyuka çıkıyor
Soru artık ‘neden böyle’ değil; ‘nasıl değiştirebiliriz?’ sorusu. Ve bu sorunun yanıtı, hiç olmadığı kadar örgütlü bir yerden geçiyor.

2025 yılı 25 Kasım eylemleri Türkiye açısından bir dönemeçti desek abartı olmaz. Çünkü bu yıl kadınlar yalnızca şiddetin politikliğini değil, sınıfsal ve sistemsel bağını da çok daha geniş kitlelere görünür kıldılar. Kadınlar bu yıl 25 Kasım meydanlarına şiddetin kaynağını açıktan kapitalist düzenin ekonomi politiğine, yani OVP ve 12. Kalkınma Planı’na, ucuz iş gücü ihtiyacına, aile odaklı devlet politikalarına, Diyanet’in fetvalarıyla kurumsallaşan gericiliğe ve artan militarizm ve savaş bütçesine bağlayan daha bütünlüklü bir analizle çıktı. Kadınların kürsülerine, pankartlarına, eylem metinlerine yansıyan ortak çıkarım şuydu: Şiddet bu düzenin yan ürünü değil, işleyiş biçimidir.

Aile yılı kampanyalarının doğurganlığı teşvik ederken kamu kreşlerinin kapatılması, “iş-aile uyumu” söyleminin bakım yükünü tamamen kadınlara yıkarak onları eve ve esnek çalışmaya mahkum etmesi, sosyal desteklerin tasarruf adıyla budanması... Tüm bunlar ilk kez bu kadar geniş bir kadın kitlesi tarafından “şiddetin ekonomik zemini” olarak tarif edildi. 25 Kasım’ın ana mottolarından biri belki de ilki şu oldu: “Şiddeti durdurmak istiyorsak ucuz işçiliği, güvencesizliği ve yoksulluğu hedef almalıyız.”

Sömürü ve şiddetin bağı daha net görülüyor

Bu nedenle bu yıl eylemlerde “eşit, özgür, güvenceli yaşam” talebi, önceki yıllara göre daha merkezde durdu. Çünkü birçok kadın biliyor: Güvencesizlik yalnızca yoksullaştırmıyor, aynı zamanda şiddet karşısında hareket alanını daraltıyor. Çünkü bir asgari ücretli kadın için “terk etmek”, “başka eve çıkmak” gibi seçenekler matematiksel olarak bile mümkün değil. Bu yüzden kadınlar sömürü düzeniyle şiddetin bağını daha net görüyor. Dilovası’daki iş cinayeti eylemlerde sık sık anılırken, ucuz emek rejiminin kadınları nasıl ölüm kalım çizgisine ittiğinin altı çiziliyor.

Kadın cinayetleri, cezasızlık, şüpheli kadın ölümleri bu yıl 25 Kasım’ın en keskin ortak başlığıydı. Diyarbakır başta olmak üzere her şehirde Rojin Kabaiş’in adı anılırken; devletin tüm kurumlarına uzanan zincirde şiddetin nasıl “örgütlü bir sessizlikle” ama bir tercihle üretildiği daha net işaret edildi. Hükümet “5. Ulusal Eylem Planı”, saray salonlarında turuncu kampanyalar üzerinden vitrin kurarken; kadınlar aynı gün sokakta bu şiddetin bizzat aile odaklı devlet politikaları, Diyanet fetvalarıyla üretildiğini teşhir etti.

Bu tabloya LGBTİ’lere yönelik nefret politikalarının eklenmesi ise eylemlerin ortak gerilimini belirledi. İstanbul’da gökkuşağı bayrakları bahane edilerek yapılan müdahale ve gözaltılar, Kocaeli’nde kolluğun özellikle LGBTİ’lerin bulunduğu korteje yönelmesi… Yani bir yanda Saray’ın sahnelenmiş “şiddete sıfır tolerans” törenleri; öte yanda barikatlar, yasaklar, gözaltılar… Buna rağmen kadınların dağılmayışı, polisin hedef göstermesine rağmen kortejin bütünlüğünü koruması, kadınların nefret politikalarına karşı ortak iradesinin güçlendiğini gösteren en somut örneklerden biriydi.

Savaş ‘dış’ mesele olmaktan çıktı

Filistin’deki katliam ve genel olarak savaş karşıtlığı, eylemlerin ruhunu belirleyen başlıklardandı. Kadınlar savaşı, yalnızca dış politik mesele değil; içeride yoksulluğu, güvencesizliği ve şiddeti büyüten bir düzen tercihi olarak okudu. Militarist bütçelerin sosyal harcamaları budaması, bakım yükünü ağırlaştırması ve otoriterliği derinleştirmesi en çok kadınları etkiliyor. Bu yüzden Filistin’le dayanışma, aynı zamanda kadınların kendi yaşam koşullarını belirleyen militarist politikalara karşı da bir itirazdı. Savaş bütçelerine, kayyumlara ve polis şiddetine karşı yükselen talepler, kadınların barışı eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ayrılmaz parçası haline getirdiğini gösterdi.

‘Eylemler kitlesel ve yaygındı’

Bu yılın en dikkat çekici yanı eylemlerin çok daha yaygın ve kitlesel olmasıydı. Sadece büyük kentlerde değil küçük ilçelerde, sanayi sitelerinde, fabrikaların önünde, üniversite kantinlerinde, dernek salonlarında… Hafta boyunca her yerde küçük toplantılar, forumlar, atölyeler, söyleşiler yapıldı. Kadınların “bir araya gelmek iyi geldi” demesi boşuna değil; en küçük buluşma bile moral yaratıyor, umutsuzluğu dağıtıyor. Karanlık derinleşiyor ama kadınların mücadele eğilimi de aynı ölçüde büyüyor. Bir hak gasbı olduğunda, bir kadın öldürüldüğünde, “bir şey yapalım” diyerek harekete geçen yüzlerce küçük grup var artık.

Tablo bu kadar berrakken sendikal cephe hâlâ geride. Smart Solar, Digel Tekstil ve TPI işçisi kadınların eylemlerdeki rolü, Şık Makas ve Temel Conta’da çadır etkinlikleri, Birleşik Metal-İş Gebze’nin çalışması; Genel-İş’in Bornova, Aydın, Manisa’daki etkinlikleri ve SES Aksaray’ın iş yeri eylemi değerli olsa da toplamda istisna. Sendikaların çoğu, kadınların sokakta kurduğu sınıfsal hattı hâlâ kendi mücadele başlığına dönüştüremedi. Oysa kadın işçilerin talepleri ve direnişlerinin eylemlere yansıması, şiddetin sermaye programıyla bağını ve mücadelenin en güçlü halkasının fabrika kapıları olduğunu açıkça gösteriyor.

‘Şiddete karşı mücadele artık yan talep olamaz’

Kadınların yan yana gelmeye yatkınlığı, kısa sürede örgütlenebilen buluşmalar, fabrika direnişlerinin 25 Kasım’a bağlanması ve işçi kadınların eylemlerin en radikal, en açık sözlü, en politik unsuru olması… Bunların hepsi yeni bir imkan da sunuyor. Şiddetin sınıfsal bağlamı ve düzenle bağı bu kadar görünür olmuşken, çıkış yolu, büyük bir sıçrayıştan değil; süreklileşen, yerel ve somut örgütlenmelerden, kadın işçilerin sözünü sendikaların merkezlerine taşıyacak güç olmaktan geçiyor. 25 Kasım haftasında yürütülen çalışmaların sürekliliği ve yaygınlığı bu nedenle çok önemli.

Kreş talebinin şiddetle doğrudan ilişkisi, bir öğün ücretsiz yemek talebinin yoksulluk ve çocuk işçiliğe karşı mücadeleyi de içerdiği, insanca yaşanacak asgari ücret mücadelesinin güvenli yaşam ihtiyacıyla bağlantısı, iş yerinde şiddet ve mobbingin sendikal örgütlenmeyle aşılabileceği… Bunlar artık soyut tespitler değil; kadınların gündelik deneyiminin içinden çıkan ortak sonuçlar. Yan talepler değil: Şiddete karşı mücadelenin ta kendisi.

2025’in 25 Kasım’ı en çok şunu gösterdi:

Kadınlar şiddetin kaynağını daha iyi görüyor, neyin değişmesi gerektiğini daha iyi biliyor. Soru artık “neden böyle” değil; “nasıl değiştirebiliriz?” sorusu. Ve bu sorunun yanıtı, hiç olmadığı kadar örgütlü bir yerden geçiyor.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül


Editörden